Özkan Cengiz
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
 
 
 
Pazartesi günü gerek gazetelerin, gerek sosyal medyanın, gerek Göztepe medyasının tepkisi birbirine benziyordu. Göztepe her zamanki gibi!
 
Sezonu aynı hocayla bitirememe geleneği devam ediyor, bunun yanında geçen seneki Özgür Zengin’in görevden alınmasına benzer yarı sürpriz bir gelişme olan Suat hocanın görevden alınması sevenleri az biraz da olsa ürkütüyordu.
 
Hemen kazan kaynamaya başladı. Bir tarafta acımasızca Suat hocanın kişisel hayatı gündem olurken, diğer tarafta hazır furya başlamışken içeriyi de dizayn edelim telaşı ile başta Barış Güçlü olmak üzere daha birkaç kişiyi daha gönderte bilir miyiz kötü niyeti devreye girdi. Tarih ve zaman 48 saat içinde çıkan bu iki yaklaşımı da not etti kendi içerisinde bir denge kurulacak bu 48 saatin olumlu veya olumsuz bedeli zaman içinde oluşacaktır.
 
Kişisel olarak önceki yazılarım da da kişisel görüşmelerim de de ifade ettiğim üzere Suat hocanın devam etmesi görüşündeydim. Bunun iki sebebi vardı birincisi hata yapsa da hatadan dönebilme yeteneği, ve son yıllarda ilk defa tribünleri de iyi yöneten bir hoca olması, ikincisi de bu aşamada yapılan bir hamlenin kulübümüzde kaosa yol açacağı ve yeni yönetimin bazen çok sert geçen bu kaotik günlerin içinden çıkabilmek için henüz yeterli tecrübeye sahip olup olmadığı konusunda net bir görüşüm olmadığıydı.
 
Pazartesi günü gündem karşımıza geldiğinde ki ilk düşüncemiz büyük bir risk alındığı, zamansız olduğu, ama olan oldu hızlı hareket edilip pozisyon alınması gerektiğiydi. 48 saatte ortaya çıkan ortam da kabul edermisiniz etmezmisiniz bilmem ama haklılığımızı çok net gösterdi.
 
Kim gelsin özellikle Altınbaş dönemi başladıktan sonra her hoca gönderildikten sonra bizlere sorulan bir soruydu. Kim gelsin?  Cevaplar çok detaylı değildi aslında, verdiğimiz cevap çoğunlukla,  tartışmasız üstünde mutabık kalınan iki isim Metin Diyadin, Rıza Çalımbay ve nispeten üstünde mutabık kalamadığımız ama gündem de düşmeyen Ümit Kayıhan.
 
Bir gün profesyonel yöneticilerimizden biri dedi ki yahu ne buluyorsunuz bu adamlarda onlarca yüzlerce seçenek var niye bu üç adam her defasında gündem oluyor. Gerçekten de kimsenin kariyerini tartışmak haddimiz değil ama yüzlerce hoca, eski futbolcu vb arasından neden bütün camianın aklına bu üç isim geliyor hep camianın hayallerini süslüyordu.  O zamanlar düşünmüştük ve cevabını bulmuştuk.
 
Bu üç kişi bizim neslimizin en güzel günleri olan bank asya şampiyonluğu, süper lig yedinciliği ile taçlanan, 2000- 2002 döneminin üç önemli aktörüydü. Rıza Çalımbay ve Ümit Kayıhan hoca olarak Metin Diyadin’de kaptan olarak o döneme damgalarını vurmuşlardı.  Ve ruhlarımız o günleri arıyordu.
 
Göztepe camiası böyledir bazı kişilerde aradığı ruhu bulur, o ruhla iletişime geçer ona ayrı bir yer açar ve onu yüceltir. Esasında Suat Hoca da bu yolun kapılarını çok kısa sürede kendisine açmıştı. Ama Göztepe’nin bu yeniden diriliş senesinde belki de yeni bir hikaye yazmaktan çok yazılmış, özleminde olan hikayeye ihtiyacı vardı onu aradı ve Metin Diyadin hoca ile onun peşine düştü.
 
Bu önemli hamle bize iki mesaj verdi;
 
Birincisi son 48 saattir, içten dıştan yöneticisinden medyasına dişine göre hoca olmadığından Suat hocayı yedi altını kazdı eleştirilerine maruz kalan Barış Güçlü’yü temize çıkardı. Çünkü bu sebeplerle hocanın altını kazıyan bir adamın Diyadin hoca gibi hem tribünlerde manevi değeri çok yüksek tek hareketi ile kendisini ateşe atabilecek, hem de hocalık ününü isyankar ruhu işine karıştırmama agresifliğiyle yapmış bir hoca için çaba harcaması akla mantığa uygun değil. Barış Güçlü gerçekten Suat Hocayı gönderen adamsa bunu kişisel çıkarı için değil Göztepe için yaptığı bu şekilde kanıtlanmış oldu.
 
 
İkincisi ise Sn.Sepil'in Göztepe ile ilgili algısı ve vizyonu konusunda net bir durum ortaya çıkmıştır. Sn. Sepil sadece bir vizyoner olsa çok daha kariyerli çok daha futbol gündemin de olan bir hocayı bu takımın başına getirme iradesine ve gücüne sahipken, Göztepe’de başarılı olmanın en önemli kuralının Göztepe taraftarı tarafından kabul edilmek olduğunun ve bunun zamanla olduğunun, bu hafta da böyle bir zaman israfının sürece zarar vereceğini tespit ederek en efektif hamleyi yapmıştır. Tribünler için yılların özlemi olan ve kariyerli bir hocaya bütün yorumları çürüterek imzayı attırmıştır.
 
Ve bu iki mesaj şunu ortaya koymuştur. Kaos olmaya aday bir süreç daha yasal açıklama yapılmadan, hoca antrenmana dahi çıkmadan yeni bir başlangıç yeni motivasyon yeni bir silkinişe dönüşmüştür. Zaten elde var bir şeklinde düşünülen bu sezonki şampiyonluğun yanına önümüzdeki senenin şampiyonluğu da konuşulur olmuştur.
 
Bu başta Sn.Sepil olmak üzere profesyonel yöneticilerimizin büyük başarısıdır. Gönüllü yöneticilerimiz veya 7 kişilik kim olduğunu bilmediğimiz yönetim kurulumuz içinde benzer şeyler söylemek isterdim ama ne şiş yapsın ne kebap dur bakalım izleyelim tavırları ile ilk sınavlarında ilk eksilerini aldılar benden söylemesi. Gönüllü bile olsa adı yönetici olanların görüşleri neyse o tarafta veya bu tarafta daha net ortaya koyması irade göstermesi lazımdı.
 
Metin Hocanın haberi ile gelen bir ikinci haber esasında çok daha mutlu edici oldu. Bülent Ataman ve Zafer Uysal’dan oluşan ekibi, gerçek anlamda 2001 ruhunun mevcut takıma aktarılması artık kaçınılmaz bir hal aldı. Metin hoca ilk günden tek şart olarak 3 yıllık sözleşmeyi masaya koyması burayı yarım sezonluk, 3-5 haftalık gelir kapısı veya basamak olarak değil, başarı hikayesi yazılacak yer olarak gördüğünün en önemli göstergesi.
 
Dost ve düşman herkes şunu çok net bilmeli, Göztepe her zamanki gibi değil.
 
Tarihindeki en büyük başarıyı kendi evlatları ile yakalamış olan Göztepe’nin son dönemde yaptıkları ile başarılı olarak kendi evladı konumuna gelen bir teknik kadro ile, 6 haftada tribünlere bakışları değişen Göztepeliliği ruhlarına alan bir takım ile, Çocukluk hayalimdeki görevi yapıyorum diyen bir Başkan, her geçen gün kendini toparlayan üstündeki travmatik etkileri atan, kendine gelen bir tribün ile büyük yürüyüş şimdi başlıyor.
 
Bizlere düşen de son 48 saatte yaşananları hiç aklımızdan çıkarmadan, bir anda herkesin nasıl Göztepe’yi karıştırmaya hevesli olduğunu unutmadan ama kimseye de körü körüne bağlanmadan çok dikkatli ve dengeli olarak hareket ederek süreçteki pozisyonumuzu korumaktır.
 
Şimdi herşey bir yana gidilmez mi bu hafta maça, doldurulmaz mı tribünler, alınmazmı bol gollü galibiyet.
 
Alayına İsyan İnadına Göztepe
 
Özkan Cengiz
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
 
 
 
 
Özkan Cengiz
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
 
Sürprizler, Olağanlar, Beklentiler, Temenniler..
 
Ne hakemin kararları, ne rakip takım oyuncularının yatıp yatıp yattığı yerden kalkmaması, ne de kendi sahamızda mağlup olmamız sürpriz değil.
 
Hakem ve rakip takım oyuncularının bu ligde tamamının böyle olduğunu zaten biliyoruz, kendi aramızda konuşuyoruz, haftalardır söylüyoruz. Göztepe tarihinde ne zaman şampiyon olduysa bütün bunlarla başa çıkarak olmuştur.
 
Hiçbir sezon hakemler takdir haklarını bizden yana kullanmamıştır, hiçbir sezon üç beş istisna dışında rakip takımlar ucuz oyunlara sapmadan tribünlerimizi tahrik etmeden çıkıp sadece ve sadece oyunlarını oynamamıştır.
 
Bu sebeple bu olaylara şaşırmayalım, gündem de en önemli sıraya koyup vakit harcamayalım. Tabi ki tepkimizi verelim ama maçtan sonra facebook sayfalarında veya maç içerisinde kesik kesik küfürle değil olayın olduğu anda küfürsüz ıslıkla, uğultuyla, Alsancağın sosyetesi gibi Atatürk’ün tüm tribünleri…
 
Kendi sahamızda mağlup olmamız neden sürpriz değil, çünkü önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi oyun stilimiz buna müsait, iyi kapanan veya orta sahanın göbeğinde iyi basan takımlara karşı özellikle karşı taraf bir puana razı garanti oynadığı için kendi sahamızda zorlanıyoruz.
 
Ligin üstünde bir takım olduğumuz için rakip takım Altay gibi zayıf olduğunda veya sıkı pres yapmadan,  basmadan boş alan bırakarak hücuma hücüm oynayan bir takım olduğunda ezip geçiyoruz. Ama kapanan kör defans yapan veya orta sahada boş alan bırakmayan pres yapan, Umutla, Ertuğrul’un iki kişi yetemediği rakiplerde mağlubiyet veya beraberlik olasılıklar arasına giriyor. Sarıyer ve Bandırma maçlarında da bu durum realize oldu.
 
Ancak bu zamanda, bu haftada bu mağlubiyeti çokta büyütmemek lazım. Bir maçta bir hafta da olacaktı. Oldu. Ama şampiyonluk yolundaki rakibimize karşı olması ve dört golle olması kötü oldu. Bedeli 3 değil ikili averajı ile beraber 7 puan oldu. Gene de çok takılmadan önümüze bakmamız lazım.
 
Futbol çoğumuzun bildiği üzere bir çok dış etkenle ve psikolojik etki ile ve duygusal zekayla oynanan bir oyun bizim de başımıza geldiği üzere eğer futbolun bu duygusal tarafını dikkate almaz çok metalik bakarsanız şampiyonluk yolunda takımınızı aynı hedefe yönlendiremezseniz asrın takımına sahip olsanız da sonuç hüsran olabiliyor.
 
Futbolun duygusal tarafını süreç içersin de domine eden iki tane itici güç var birisi hoca birisi taraftar.
 
Ben hemen hemen bir sezona yaklaşan birlikteliğimiz de Suat hocanın bu yönünü başarılı buluyorum. Özellikle geçen sene kaybedenler kulübüne dönen takımdan şampiyonluğa giden takım yaratabilmesi yönünün kuvvetli olduğunu göstermişti.
 
Bu sene de birçok takımdan gelen ve geldikleri takımlarda bir nevi kral olan oyuncunun gelip toplandığı takımımızda taşları çok kısa sürede yerine oturtup hedefe yönlendirdi. Bugün bu yönü ile eleştirmeye kalksak belki biraz Cihan’dan bahsedebiliriz onun dışında bir eleştiri getiremeyiz. Ben Cihanla olan sürecin de kapanmadığını birkaç hafta sonra mutlu sonla biteceğini düşünüyorum.
 
Hocayla ilgili işin teknik taktik tarafına girmek haddimize değil bizim tek takip edebileceğimiz şey oyun düzeninde aksayan yerlerin bir sonraki maçta yine aksaması o zaman bir çözüm üretilmediğini görür üzülürüz. Hocamızın aksayan yerleri görüp görmediğinde şüphe eder tereddüt ederiz. Ancak Suat hoca bir sezona yaklaşan zaman diliminde bize gösterdi ki hızlı tespit seri çözüm üretebilen bir spor adamı, bu şekilde de devam edeceğini umuyoruz.
 
Futbolun duygusal tarafını domine den ikinci güç tribün bakın taraftar demiyorum, tribün diyorum. Süper ligde ve diğer liglerde yer alan birçok takıma göre taraftarımız kıskanılacak derece de iyi, tribünümüze gelince içsel ve dışsal yani bizlerin elinde olan ve olmayan taraflarıyla sorunlarımız var.
 
Bizlerin yani tribünlerin elinde olan çözmemiz gereken sorunumuz son 3-4 yılda tribünlerimize bulaşan şarkı türkü laylaylom mikrobu, bazen bu virüs bizi öyle esir alıyor ki, oynanan maçı, rakibi, dakikayı, skoru her şeyi unutuyoruz. Özellikle başta da söylediğim gibi kimsenin derdinin futbolu güzelleştirmek olmadığı hakem ve rakip oyuncu karakterinin yerlerde süründüğü bu ligde tribünlere çok iş düşüyor.
 
Her an maçın içinde olup olumlu ve olumsuz her harekete anında tepki vermemiz gerekiyor. Bu konuda irade sahibi olan arkadaşlarımdan özel ricam bu konuya kafa yorup nasıl ki takım bir sonraki maça hazırlanıyorsa tribünde sete çıkanlarda bir sonraki maça hazırlansın. Kim maçı takip edecek kim tepkileri başlatacak, hangi durumda hangi dakikada şarkı türkü söylenecek hangi dakikada veya durumda rakiple hakemle ilgilenilecek belirlensin deklare edilsin dersimize çalışıp maçımıza gelelim.
 
Bizlerin elinde olmayan sorunlar ise ikiye ayrılıyor iç saha sorunu dış saha sorunu,
 
İç saha da bariz bir stat sorunumuz var bir önceki yazımda yerden yere vurduğum bizim gücümüzü emiyor dediğim, isminden başka hiçbir şeyi güzel olmayan Atatürk stadına bağımlı olarak yolumuza devam ediyoruz. Ama geçen hafta gazete de çıkan haberlerle Kasım veya Aralık ayından itibaren onu da elimizden alacaklarını öğrendik. Tam şampiyonluk savaşının kızışacağı yeni yılda maçlarımızı nerede oynayacağımızı bir an önce bilmemiz hatta mümkünse hemen orada oynamaya başlamamız gerekiyor. Umarım stadtan sorumlu yöneticilerimiz bu işlere kafa yoruyordur.
 
Dış sahaya geldiğimizde ise bu sene başımıza bela olan deplasman yasakları; her deplasmandaki il güvenlik kuruları hafta hafta deplasmanlarımızı yasaklıyor. Türkiye’nin deplasmanda en aktif taraftar grubu olan Göztepemiz gurbet ellerdeki en önemli itici gücünden yoksun ediliyor.
 
Ne güzel olurdu Milli Eğitim Bakanlığı ah şu okullar olmasa zihniyetinin bir devamı olarak tribünler sevdalılarına tribünleri kapatanlara her platformda her türlü tepkiyi vermeliyiz geçerli bir sebep yoksa kesinlikle boyun eğmemeliyiz, İl Güvenlik Kurullarının elini güçlendiren rakip takım yöneticilerini de deklare edip eleştirmeliyiz diye en sert tepkiyi verirken. Bu hafta bir sürpriz ile karşılaştık.
 
Kulübümüzün bu işlerden sorumlu yöneticileri bizim taraftarımızın gitme garantisi yoksa onlarda gelmesin teklifini İl Güvenlik Kurulu’na iletti. Zaten bahane arayan il güvenlik kurulunun eline ballı börek verdik. Biz yasaklamayacaktık ama Kulüp istedi kozunu kendi elimizle teslim ettik.
 
Bu kararı iki yönüyle eleştiriyorum.
 
1) Tribüne yasak koymak Göztepe’mizin kulübüyle yöneticisiyle taraftarıyla Türk futbolundaki yeri ve konumuna uygun bir davranış değil. Rakip kim olursa olsun ve ne yapmış olursa olsun Göztepe tribünlerinde her zaman yeri vardır.
 
2) Neredeyse deplasmana giden seyircisi olmayan takımlardan oluşan bu ligde büyük bir stratejik hata yapılmıştır. Bu ligde hangi rakibimizin umurundadır İzmir’e deplasmana gelmek veya hadi geldiğini düşünelim İzmir’de yerleşik tabanı olan şehir takımları dışında kaç kişi gelecektir.
 
Bandırma gelseydi kaç kişi gelecekti. Ama gelip tahrik edeceklerdi, Futbolcusu etmedi mi? Hakem etmedi mi?  O zaman haftaya futbolcularla hakem de gelmesin. Mesele tahrik edilmek değil mesele tahrik olmamak bir çözüm üreteceksek buna üreteceğiz.
 
Yöneticilerimiz bu kararla büyük bir stratejik hata yaparak rakiplerimizin eline önemli bir koz vermiştir. Artık her takım her maç öncesi biz gitmeyelim onlarda gelmesin veya onlar gelmesin bizde gitmeyelim seçeneğini masaya koyacaktır.
 
İl Güvenlik Kurulları kendilerinin üzerinden sorumluluk gittiğinden balıklama atlayacaktır. Geçmişte bunu talep etmiş bir Kulüp olarak ta bize de paşa paşa kabul etmek düşecektir.
 
Umarım yanılırım ama bence bu hamle ile bu sezon çok istisnai durumlar dışında deplasman tribünümüz kapanmıştır. Oysa ne olursa olsun kimse için deplasman tribünü kapanmasın bayrağının taşıyıcısı olmaya devam etseydik. Bir yerde bu direnci kırabilirdik.
 
Herşey Tek Büyük Göztepe İçin
 
Özkan Cengiz
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
 
 
Özkan Cengiz
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
 
Bu sezon ilk defa takımı canlı izlemek üzere binler olarak yollara çıktık.
 
Stada ulaştığımızda saat 18:30 civarıydı. Dışarısı oldukça kalabalık kapılar oldukça boştu. Zannedersem geniş bir kitle Göztepesine değil sanayisine kavuştuğu için mutluydu.
 
Son 15 dakikada her yer bir anda doldu, taştı. Zaten sırf bu yüzden maçın 25 dakikası anca tribünler yerini aldı, ilk söylemem gereken şey kapıdaki rezil durumdu, iki tane bira içenin kendisini stadın ağası zannettiği, kaynak yapmanın ikiye bir yapmanın komik ve yapılması gereken bir şey zannedildiği, özel güvenliklerin izlemekten başka bir halta yaramadığı değil bu ülkenin en sevilen takımlarından Göztepe’ye ve taraftarına insan olana yakışan bir ortam değildi.
 
Allahtan bütün rezillikler kapının arkasında kaldı, içeri girdiğimizde bambaşka bir Göztepe tribünü ile karşılaştık sanki tribüne çıkınca aşağıdaki kitle yok olmuş ahenkle dans eden yeri göğü inleten basın tribününe protokol tribününe ilk defa gelenleri şaşkına çevirip maçı bırakıp tribünü izlettiren eşsiz tribün. Umarım bir gün dışarısı içinde böyle satırlar yazmak nasip olur.
 
Gelelim takıma gerçekten kalitesi her haliyle kendi gösteren bir takım olmuşuz. Özellikle Ertuğrul, Oğuzhan ve Umut’u izlemeye doyamadım. Maça ağırlığını koyan isimlerdi. Timur’un, Tiryaki’nin, Samet’in, İsa’nın ve Halil’in hakkını yemeyelim hemen ikinci sıraya yerleştirelim Geçen hafta gol atmasını bu hafta kafası direkten dönmesini bu kadar çok pozisyona girmesini tam olarak anlamlandıramadığım Sabutay ve Burak’ta defansta ve ileride sahanın belki de her yerde olan iki adamıydı. Ne yaptı 10 kişi geriye ne kaldı, 90 dakika oynayan Matteus sonradan giren Enes, Cihan ve  Furkan, dördü de iyi niyetliydi bir şeyler yapmaya çalıştı ama kusura bakmasınlar takıma hiç katkı sağlayamadılar. Özellikle Matteus ne o ne de biz ne yapmaya çalıştığını anlayamadı. Umarım Suat hoca biliyordur, anlıyordur.
 
Şimdi maçı izlemeyen arkadaşlar diyebilir ki madem bu kadar her şey çok güzel bu sonuç ne? Kendi evimizden bir puan yakıştı mı? Esasında Sarıyer’in 3 maçta 3 puan alarak karşımıza çıkması ilk hedefinin bunu dörtlemek olduğunu ve bu nedenle ölümüne kapanacağını hafta içinde konuşmuştuk.
 
Büyük ihtimal rakiplerimizi izleyen hocalarımız ve Suat hocamızda bunun üzerine hafta içinde kafa yormuştur. Ama bu kapanan takımı açabileceğimiz taktiği ya bulamamışız ya uygulayamadık. İlk yarının ve ikinci yarının son yarımşar saatleri Sarıyer kalesini adeta ablukaya aldık. Ancak bir türlü kilidi açacak hareketler yapamadık. Biraz zemin bozukluğu biraz da tercih olarak genelde yüksek top denedik ama kalecinin ellerinde eridik. Birkaç kez sıfıra çalımlarla indik en tehlikeli ataklarımızda bu anlarda gerçekleşti ancak orada da golü yapamadık.
 
Bu ligdeki bir çok hakemin bugünkü gibi sertliğe ve deplasman takımının zaman geçirme taktiklerine çanak tutan bir yönetim göstereceği dikkate alınırsa bu seneki en önemli problemlerimizden biri kapalı savunma yapan takımları açmak olacağı bu maçla bize sinyalini verdi. Eğer bu soruna bir çözüm üretemezsek korkarım bu sene iç saha maçları dış saha maçlarından daha zor olacak.
 
İç saha maçlarımızın zor olmasının sebeplerinden bir diğeri de adından başka hiçbir şeyi olmayan, çimleri iğrenç, tribünleri daha iğrenç, akustuği berbat, binlerce insanla hiç etki sağlayamadığınız Atatürk Stadı. Bu kadar baskılı takıma bu kadar çoşkulu tribüne bu maç Alsancak’ta olsaydı. Bugün attığımız gollerle maçı tarihi bir fark ile kazanmış olabilirdik.
 
Atatürk’te oynayacağımıza Buca stadında oynasaydık önerisi getiren ve kendi aramızda makara yaptığımız arkadaşıma bugün gerçekten hak verdim.  Bu stadta oynamaktansa her çare düşünülebilir. Aziz Kocaoğlu’nun önerdiği tribünleri sahaya yaklaştırma projesimi yapılır, çimlerine adam gibi bir bakım mı yapılır. Bunlar yapılırsa bu stad bir şeye benzer mi? Yada şampiyonluk uğruna kendi stadımız hal olana kadar Manisa’mı Buca’mı yeni bir seçeneğin üzerinde mi düşünülür bilemiyorum. Ama kendi sahamızı cehenneme çevireceğimiz kapanan takımları açacağımız vura vura kazanacağımız bir iç saha ortamı şampiyonluk için şart.
 
Toparlarsak her ne kadar takımın her halinde biz bu ligden güle oynaya çıkarız havası varsa da sezonun bu maçta ortaya çıkan iki noktası kapanan takımlara karşı oyun planı ve gücümüzü sömüren stad sorununu çözmek şampiyonluk kupasının kulpunu elimize verecektir.
 
Özkan Cengiz
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
 
Özkan Cengiz
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
 
Dün akşamın belki de en güzel tezahüratıydı, polisin Altaysporlulara ufaktan cop göstermesi sonrasında Göztepe Tribünlerinin “Ne olur Vurmayın Nesilleri Tükendi!” şeklinde bağırması. Göztepe tribünlerinin istediğinde pratik ve hızlı olarak hiç küfür etmeden karşı tarafı nasıl yerin dibine sokabildiğinin en güzel örneğiydi.
 
Bu sebeple de maçtan sonra da dilimize takıldı. Arabada söyleye söyleye eve giderken, Maç sonrası ses kısıklığı sendromu ile bebek yaşlarda tanışan kızım çatallı sesiyle seslendi. “Gerçekten nesilleri tükendi mi baba?” Bir anda dona kaldım. Bu ani ama yerinde soru o andan itibaren beynimde dönmeye başladı. Bir takımın bir spor kulübünün neslinin tükenmesi gerçek olabilir miydi? Yoksa sadece bir tribün makarası mıydı? Bu tezahürat.
 
Sonra sağlama yapmaya başladım. Önce İzmir’den başlarsak bir zamanlar Alsancağı dolduran Altınordunun son yıllardaki şampiyonluk serisine rağmen tribünlerine ancak profesyonel taraftar çekebildiği, bir zamanların hatırı sayılır taraftarı olan İzmirspor’un bugün maçlarını nerede oynadığı bile belli olmadığı, son iki senedir, futbol tribünlerini ufaktan ufakta basketbola kaybeden neredeyse deplasmana gitme alışkanlığını kaybetmiş ksksporlular, belki de tarihlerinde son dönemdeki en önemli maçta kendilerine verilen 4500 kontenjanın ancak 1400 ünü doldurabilen altaysporlular. Ufaktan ufaktan bir nesli tükenme durumu.
 
Sonra İzmir dışına bakalım, bundan çok değil 10 sene önce aynı liglerde oynadığımız onlarca takımın artık nerede olduğunu bile bilemiyoruz. Nesilleri değil soyları tükenmiş.
 
Sonra sıra geldi bizlere kötü günleri düşündüm, tabi dün olunca akla hemen meşhur altay maçı geldi, açık tribündeydim o gün, dürüst davranmak gerekirse açığı tercih ettiğim içinmi oradaydım yoksa altayspor bize açığımı vermişti hatırlamıyorum. Maçtan önce takımı tribüne çağırmıştık. Yanım da olan abilerimle göz göze gelmiştik. Takım tribüne gelince. Arkalardan bir ses bunlar çocuk ya, takımın yaş ortalaması 17 bakın en küçüğü demiyorum ortalaması 17 bu çocuklara da yazık bize de yazık bu maç bitmez.
 
Gerçekten de bitmedi. Süper ligden yeni düşmüş kadrosu ile normal bir kulüpte imza verdikleri alt yapıda olması gereken çocuklardan oluşan rakibine karşı elinden geleni ardına koymadı Altaysporlular maçtan sonra da çok büyük bir iş yapmış gibi Atatürk stadı protokol tribünün önüne koyulan süs havuzlarına girdiler. Dün akşam hiçbir yerde göremediğimiz anlı şanlı Altayspor yönetimlerini oluşturan işadamları da protokol de göbek atıyorlardı. Baktıkları yerden şöyle gözüküyordu. Göztepe’yi tarihten sildik, yok ettik, artık Göztepe yok.
 
Göztepe tribünleri ne olursa olsun gene onbinlerceydi. Maçtan sonra öfke ve hüzün vardı. Yanımda olan bizleri tribüncü yapan abilerim hüngür hüngür ağlıyordu. Bir tanesi sordu ne oluyor bitiyormuyuz tükeniyormuyuz sona geldik mi? Ayakta durmakta zorlananlar silkindi ve gür bir sesle cevap verdi. Nereye bitiyoruz, nereye tükeniyoruz, Göztepe bitmez altı üstü üç puan gitti. Bu hafta işlerinizi iyi ayarlayın. Haftaya deplasmana gidip bu takıma puan aldırmamız lazım…
 
Göztepe tribünleri bir sonraki hafta gene yerindeydi. Ondan sonraki hafta gene yerinde belki puanlar aldıramadı. Ligde bırakamadı ama hep yerindeydi. Hiç vazgeçmedi, hiç binlere düşmedi, hiç destek almak için başka takım taraftarlarına ihtiyaç duymadı. 3. Lig ve amatörde hiçbir zaman semt statlarına sığmadı hep şehrin en büyük statlarında oynadı.
 
Kendine Göztepeli diyen vakvakçılar amatör takım logosunu websitemizde tutamayız dedi ama spor yöneticileri yan sahalarda oynatırız diyemedi. Çünkü Göztepe nerede olursa olsun hangi durumda olursa olsun. Onbinler hep çevresindeydi.
 
Belki İzmirde yaşayanlar, İzmirli Göztepeli olduğunu söyleyenler bunun değerini bilemedi. Ama önce İzmirden çok uzaklardan kopup gelen Altınbaş Ailesi sonra uzun yıllar boyunca İzmir’ine hasret kalan Sepil Ailesi, asla yalnız yürümeyen bu sevdalıların değerini bildi. Futbolcular gelir gider, hocalar gelir gider, camialar gelir gider ama Göztepeliler gitmez ve bu yüzden onlarlar yürünür dediler ve yola çıktılar.
 
Dün akşam nasıl oldu nasıl gerçekleşti bilmiyorum ama hiç planlama yapmama rağmen yukarıda anlattığım altayspor maçında beraber olduğum abilerimle izledik maçı 13 dakikada 2-0 olunca baktım bir ses aynı yönde yıllar öncesinin aynı görüntüsü hüngür hüngür ağlayan bir Göztepeli, bir önceki maçta dünyada olmayan kızım sordu niye ağlıyor? Mutluluktan babacım mutluluktan bu sefer mutluluktan. Yıllar önce çaresizlikten inen yaşlar bugün mutluluktan düştü Atatürk stadı tribünlerine…
 
Dayanamadı, 8 yaşındaki sesi kısık Göztepeli eğildi öptü ağlama dedi hadi gel GÖZ GÖZ çekelim..
 
Şöyle bir baktım etrafa, algıda seçicilik midir bilmiyorum ama hep eskiler takıldı gözüme farkettim ki herkesin gözler dolu, herkes etrafına bakıyor. Belki gençler bizi gördüklerinde dediler ki ama abarttılar altı üstü altay altı üstü bir maç. Esasında dün ne rakibin önemi vardı, ne atılan golün, ne üç puanın, ne de başka bir şeyin dünün önemi halı sahadan bozma ilçe statlarında boğazlar patlarcasına bağırılan “ıssız kuytu köşelerden andolsun ki döneceğiz” çığlının vücuda gelmesiydi.
 
Evet yok edilmek istenen, bitti, yokoldu, diye havuzlara girilen rakı balık partileri verilen Göztepe döndü hesabı kesti. Bunun önemini bilen öğrenen bunun gereğini yapan Yönetiminden Hocasına, hocasından malzemecisine, asılları yedekleri tüm futbolcularımıza yürekten teşekkür ediyorum. Göztepeliliği, ruhunu heyacanını anladıklarını bize hissettirdiler umarız bizde onlara bakışlarımızla enerjimizle gereken geri dönüşü yapmışızdır bundan sonra bizi kimse durduramaz.
 
Maç bitti atkılar açıldı. Kırk yıldır bu tribünlere yürek koymuş abilerimiz, onların aşıladığı bizler, 20 yıl önce 3 yaşındayken sırtımda maça gelen kardeşim, şimdi onun sırtında 8 yaşındaki kızım,tüm tribünde buna benzer yüzlerce insan grubu kısaca NESLİ TÜKENMEYEN GÖZTEPELİLER hep beraber haykırdık;
 
SON NEFESİ VERİR GİBİ, ŞEHADET GETİRİR GİBİ
 
GÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖZ GÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖZ GÖZTEPE…
 
Özkan Cengiz
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
 
Özkan Cengiz
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
 
 
 
Başlığın birinci kısmı manidar “Türk Futbolu”. Bu başlıkta bir yazı yazabilmek için belki de ilk tartışılması gereken konu gerçekten böyle bir şeyin olup olmadığını tartışmak. Gelin hep beraber tartışmaya çalışalım.
 
Türk Futbolunun içinde bulunduğu durumu ortaya koyabilmek için dünya futboluna bir göz atmak lazım ne yazık ki kitleleri peşinden sürükleyen futbol son 50 yılın dünyada yarattığı para eksenli endüstriyelleşmeden nasibini alarak bir sektöre dönüşmüş durumda. Bugün dünya kupasından, şampiyonlar ligine, şampiyonlar liginden dünya futbolunu forse eden Avrupa ülkelerinin ulusal liglerine bakıldığında her şeyin parasal bir düzen üzerine kurulduğu, futbolcu ücretlerinin, alt yapı giderlerinin, stat maliyetlerinin ekonominin ana lokomotifi olan sanayi sektörünün yatırım maliyetlerine yaklaşan düzeyde bir yatırım gerektirir hal aldığını söylemek çokta yanlış olmaz.
 
 
Bu kadar önemli düzeyde yatırım alan bir sektör bu aldığı yatırımın karşılığını topluma veriyor mu bu bambaşka bir sosyolojik araştırma konusu ama olayın iktisadi kısmını masaya yatırırsak yatırım yapan sermayedara karşılığını veriyor mu?
 
 
Yukarıda saydığımız Dünya Kupası, şampiyonlar ligi ve dünya futbolunu forse eden Avrupa liglerinde verdiğini gözlemliyoruz. İktisadi açıdan sürekli yatırım beklentisi içinde olduğu için belki de şirketler için son 10 yılda en önemlilik arz eden süreklilik kavramı açısından sıkıntılar olsa da futbolun toplum üzerindeki sermayedar için yarattığı olumlu hava fayda dengesini kat be kat olumluya çevirebiliyor.
 
 
Dünya futbolunu gözlemlediğimiz de en önemli gelir kaleminin sponsorlar olduğu fazlasıyla ortaya çıkıyor dünyanın dev şirketleri yukarda bahsettiğimiz fayda maliyet dengesi içerisinde futbola büyük yatırımlar yapabiliyor. Gerek federasyonlar ve ligler düzeyinde gerek se de kulüpler düzeyinde her gün gazete manşetlerini süsleyen dev sponsorluk anlaşmaları okuyoruz. Bu anlaşmalar sayesinde futbol her geçen gün daha teknik, daha insan makineleşmesine dönük fizik gücü, ile oynanan bir oyun haline geliyor. Bundan 15 sene önce antrenmana gelmeye bile tenezzül etmeyen tanrı vergisi yetenekleri ile yıldızlaşan futbol fenomenleri mevcutken bugün “La Masia” disiplini ile yetişmiş daha hızlı koşan daha çok şut çeken fiziksel çalışma planı ile yıldızlaştırılmış futbol fenomenlerimiz var.
 
 
Her ne kadar bu dönüşüm nispeten romantik futbol dünyasının son nesli olan bizleri mutlu etmeyen bir sistematik dönüşüm olsa da futbol demek gol demek se gol demek başarı demekse kaçınılmaz bir süreç. Bu süreci geriye döndürmek bile istesek bugünkü futbol dünyasında var olmak, var olmak içinde bu sürece uyum sağlamak gerekiyor.  O zaman Türk futbolu olarak bu dünyada var olmak istiyorsak futbol yatırımcılarından yatırım almalı ve bu yatırımları doğru kullanmalıyız.
 
 
Yeniden Türk futbolunun güncel durumuna döner isek aldığı yatırımları alt alta sıralarsak karşılaştığımız trajik sonuç Türk futbolunun para etmediğidir. Çünkü Türk Futbolunun en büyük yatırımcısı ne yazık ki sadece ve sadece devlettir. Süper Toto, Ptt, Avea, Türk Telekom ve TMSF yönetiminde Digiturk (ki onunda vereceği parayı onun yerine TFF veriyor) tamamı devletin kaynaklarını futbola aktarmaktadır. Gerçek yatırımcı Türk futboluna para harcamamaktadır. Bugün anlı şanlı takımlar forma reklamı dahi bulamamaktadır. Bjksporlu arkadaşlar hemen atlayıp Vodafone örneğini verebilirler. Ama belki de dünyanın lokasyonu en güzel stadını pazarlayıp o sponsorluğu aldıklarını gözden kaçırmış olurlar.
 
 
Pekiyi sorun ne dünya futboluna sorgusuz sualsiz milyar dolarlar akıtan futbol yatırımcıları, neden Avrupa’nın en büyük tüketici Pazarı olan Türkiye’nin futboluna karşı duyarsızlar. Çok net ve tek sebebi var.  Yatırımcılar yatırım yaptıkları her sektörde olduğu gibi bu sektör de de her şeyin sektör dengeleri ile ilerlemesini istiyorlar. Yani “Adil Oyun” diye Türkçeleştirdiğimiz “Fair Play” kavramının geçerli olduğu yaptıkları yatırımların sadece ve sadece bu düzen içerisinde ki etkenler ile başarılı veya başarısız olduğu bir ortam tercih ediyorlar. Futbolu futbol yapan en önemli kavramı çok net ortaya koyan benim de çok sevdiğim bir önermedir. “Yeryüzünde farenin kediyi yendiği iki yer vardır birincisi çizgi film ikincisi futbol.”
 
 
İşte futbol yatırımcısı farenin kediyi yenme ihtimaline yatırım yapmaktadır. Ancak Türkiye’de kurulan futbol düzeninde böyle bir olasılık mümkün değildir. Çünkü Türk futbolunun tüm düzeni fareye şans yaratmak için değil kediyi semirtmek üzerine kurulmuştur.
 
 
Devlet eliyle oluşturulan gelirlerin paylaşımı, şike, doping, vb gayri ahlaki durumlarda futbol adaletini sağlamakla sorumlu kurumların aldığı tavır, yeşil sahaya müdahale etmek üzerine kurulu hakem kararı, saha kapatma cezası vb skor tabelasına etki eden yaptırımlar, affedilen vergi borçları, uefa kriterlerine göre lisans alamayan kulüplere kanunlara yapılan yamalarla servis edilen lisanslar, daha sayacağımız onlarca haksız rekabet yaratıcı devlet ve federasyon eliyle yapılan uygulamaların tamamı kediyi semirtme amacı taşımaktadır.
 
 
İş böyle olunca yatırımcıya da iki yol kalmaktadır. Ya kediye yatırım yapmak ya da bu ülkeye hiç bulaşmamak, haksız rekabetle başarıya ulaşmaya alışmış kedilerde kendi çöplüğünden başka yerde bir halt yiyemeyince o zaman tek yol Türk Futboluna bulaşmamak. Doğal sonuç beş para etmeyen her geçen gün aşama aşama yok olmaya mahkum TÜRK FUTBOLU.
 
 
Buradan Göztepe özeline gelirsek, Göztepe son 15 yılda para etmeyen Türk Futbolunun aksinepara eden bir marka olarak yeni bir sezona daha hazırlanmaktadır. Semirtilmiş bir kedi olmamasına rağmen, siyasiler tarafından gidin bu kulübe yönetici olun talimatı verilmemesine rağmen, şaşırtıcı bir fenomen olarak yatırımcı bulmaya devam etmektedir.
 
 
Bunun sebebi bence Göztepe’nin Türk Futbolunun mevcut düzenine karşı aykırı duruşudur. Bugün ister fare olsun ister semirtilmiş kedi, paralı başkanı, sağlam sponsoru bulunca vidaları gevşeyen tüm camiaların aksine, gerisini ötesini düşünmeden kim olursa olsun tavrını tepkisini ortaya koyan bir camia Göztepe. Çünkü 1925 te isyanla kurulan ve o günden bu güne isyanla büyüyen ve beslenen bir yapı.
 
 
Amatör Kümede Tesisine Kulüp Binasına girilemeyen kadrosunda futbolcusu olmayan alt yapısında öğrencisi olmayan Göztepe'ye 1 milyon dolar ödeyerek yönetici olan Altınbaş grubunun geçen süre boyunca en büyük şikâyeti dilediği gibi davranamamak sert eleştirilmek ve bu sebeple yönetici dayandıramadığını söylemek olmuştur. 2 ligde tesisiyle alt yapısıyla üst yapısıyla idari kadrolarıyla hazır olan son düzlükte hakem hatası ile üst lige çıkma şansını yitiren Göztepe'ye yönetici olmak için 7-8 milyon dolar ödeyenlerinde aynı yolu izlerlerse en büyük şikâyeti aynı konular olacaktır.
 
 
İşte yaşanan süreç ispatlamıştır ki yöneticisi kim olursa olsun bu kulübün sahibi Göztepelilerdir. Bu kulüp Göztepe'lilerin istek ve duyarlılıklarına göre yönetilir yoksa yönetilemez. İşte bu nedenle alınıp satılan şey Göztepe değil Göztepe'ye yönetici olabilme hakkıdır. Türkiye'de kulüp için harcayacağı paralar dışında sırf Yöneticisi olabilmek için bu kadar yüksek paralar ödenen tek kulüp GÖZTEPE'dir.
 
 
Bu yapı başta yatırımcı için itici gelse de esasında yatırımcının istediği dinamizmin ta kendisidir, para etmeyen Türk Futbolunun para eden isyankarı Göztepe.
 
 
Bu durum doğal olarak Göztepe’ye ayrı bir görev ayrı bir sorumluluk yüklemektedir. Göztepe başarılı olacaksa semirtilmiş kedi olarak değil, semirtilmiş kedileri tokatlayan fare olarak başarılı olmalıdır. Para etmeyen Türk futbolunun para etmeyen sistem takımlarından biri değil Türk futbolunu dönüştüren yeniden para eden bir futbol ülkesine dönüştüren bir takım olmalıdır. Pekiyi olabilir mi?
 
 
2 aylık sürecin ortaya koyduğu tablo şu şekildedir.
 
Göztepe hayallerinin başkanına kavuşmuştur. Kulübün yan binasında büyümüş, 90’lı yılların başlarında kendi halinde bir özel sektör çalışanı iken kulübüne üye olmuş, sonra dünyanın dev şirketlerinde çalışmış, dünyanın önemli şirketlerini kendi çabasıyla kurmuş geliştirmiş, iş hayatında çarpıcı bir başarıya ulaşmış, halen dünya sıralamasında yeri olan bir ekonomik güce sahip bir başkan.
 
 
Bütün bu ego yükselticilere rağmen başkan olduktan sonra önce gönüllülerle yol almayı seçen, nizam dayısından işadamına yakın temas yapan, kombine fiyatını, forma şeklini tribünlere belirleten ama bir yandan da herkes tarafından bir üst ligin üstünde bir yatırımla takım kuran bir başkan.
İşte bu kısa dönem performansı ve kişisel özellikleri Sn.Mehmet Sepil’in ortaya çıkardığı gerçek yukarıda uzun uzun bahsettiğimiz Türk Futbolunu dönüştüren ve kurtaran GÖZTEPE olacaksa en doğru dönem bu dönemdir.
 
 
Göztepe önümüzdeki 10 senelik dönemde önce kendisini sonra Türk Futbolunu dönüştürerek 2025 yılında Dünyanın önde gelen, para eden, sponsor çeken, TÜRK FUTBOLUNUN lideri ve lokomotifi GÖZTEPE’si olmalıdır. Ve bunu da isyankar ruhunu Türk Futboluna aykırı gelen yapısını bozmadan ondan enerji alarak oluşturmalıdır.
 
 
Bunu başarmak kuşkusuz çok zordur. Bunu Başkan Sepil ve pazardan pazara çıkılan çimdeki başarıya endeksli Göztepe tribünlerinin başarması imkansızdır.
 
Bunu ancak;
 
Lider Sepil ve o liderin altında 2025 vizyonuna baş koymuş büyük Göztepe Taraftarının oluşturduğu büyük birliktelik başaracaktır.
 
Bu büyük birlikteliği oluşturabilmek içinde yarın sabahtan itibaren camiamızdaki her birey şapkasını önüne koyup geçmiş hatalarını tespit edip bunları tekrarlamamayı sağlaması, Sn. Sepil başta olmak üzere tüm yönetim kadrolarının da her dakikasını Göztepe’yi Göztepe yapan bu isyankar ruhu değiştirmeye değil, anlamaya ve yararlanmaya çalışmaya ayırması gerekmektedir.
 
SÜPER LİGDE 2.000 KİŞİYE DEĞİL AMATÖR KÜMEDE 20.000 KİŞİYE OYNAYAN GÖZTEPE’NİN ve İMKB BORSASININ HİKAYE ŞİRKETİNİ DEĞİL LONDRA BORSASININ TÜRK ŞİRKETİNİ YARATAN SEPİL’İN VİZYONU BUDUR.
 
İlk günden bugüne bugünden sonsuza HERŞEY TEK BÜYÜK GÖZTEPE İÇİN.
 
Alayına İsyan İnadına Göztepe.
 
Özkan Cengiz
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
 
 

KÖŞE YAZILARI

  • İnstagrama kayıtlı 52 milyonluk örneklem üzerinden bakarak Türkiye’de hangi takımın kaç taraftarı var? İnstagrama kayıtlı 52 milyonluk örneklem üzerinden bakarak Türkiye’de hangi takımın kaç taraftarı var?
    Written by Oguz Resat Sipahi 10 May 2020
    Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk Hangi takımın daha çok taraftarı var? Bu soru çok iç gıdıklayan bir soru biliyorum. Pazar Pazar maçlar da yok. Nereden aklıma geldi diye sorarsanız Dövletimiz sağolsun. İnstagramda Kumluca-Olimpos alanının yüce Dövletmiz tarafından 1. derece sit alanı konumund...
  • Ülkemizde 1098, dünyada 108319 kişiyi covid19 kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik... Ülkemizde 1098, dünyada 108319 kişiyi covid19 kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik...
    Written by Oguz Resat Sipahi 12 Nisan 2020
    Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk *Ülkemizde 1098, dünyada 108.319 kişiyi covid19'un kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik... *Ne mutlu bizlere değil ki ülkemiz, covid19 açısından müreffeh ülkeler düzeyini yakalama ve aşma yolunda koşar adımlar ile ilerliyor... Yine de arada iyi şeyler de var...
  • Gözyaşları... Gözyaşları...
    Written by Oguz Resat Sipahi 21 Nisan 2019
    Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk Uzun zamandır yazasım gelmiyordu ligin ilk devresinde yazacak birşey yoktu pek, ya da dünyevi dertlerden yazasım gelmedi... Ligin ikinci devresinde de yazasım gelmedi bu sefer çoğunlukla dünyevi ailevi dertlerden... Dünkü gözyaşlarına kadar... Taraftarımızın,...
  • Göztepe TEK Büyüktür. Göztepe TEK Büyüktür.
    Written by Özkan Cengiz 28 Nisan 2018
    Özkan Cengiz ozkan@ozkancengiz.net Göztepe TEK Büyüktür. Yıllar önceydi amatördeydik, takıma tribünlerin yoğun tepkisi vardı, hoca ve oyuncular fazlaca tepki alıyorlardı. O günlerin yöneticileri ile bir araya geldik. Şaşkındılar, bize nasıl profesyonel çalıştıklarını anlatıyorlardı. Video analizler...
Diğer yazılar:

Diğer başlıklar

Twitter