SPORDA ŞİDDET
TARAFTARLARA CEZA YAĞDIRARAK,
TRİBÜNLER BASKI ALTINA ALINARAK ÇÖZÜLEMEZ !
Türkiye liglerinde bir sezonun daha sonuna geldiğimiz bu günlerde, “sporda şiddet” konusu yine ülke gündeminde baş sıralara oturmuş durumda.
Özellikle de geçtiğimiz haftalarda ülkenin dört bir tarafında spor sahalarında yaşanan olayların yoğunluğu, dikkatlerin bir kere daha tribünlere ve taraftarlara yönelmesine sebep oldu. Hatta bu sefer, saha içerisinden saha dışına, sokaklara kadar taşan görüntüler kapladı yazılı ve görsel medyanın haberlerini…
Bu seferki saha içi ve dışındaki şiddet olayları, ne yazık ki Fenerbahçe taraftarı Burak Yıldırım’ın hayatını kaybetmesine varacak kadar can yakıcıydı.
Bir kere daha manşetler ve söylemler, hedef olarak öznesi belli olmayan “futbol terörü”nü gösterdi. Bu kavram her ne kadar muğlak da olsa, esas olarak tribünleri ve taraftarları işaret etmektedir. Yani, medya başta olmak üzere toplumumuzdaki hâkim görüş, sporda şiddetin faili olarak taraftarları kabul etmektedir. Çözüm olarak da, taraftarların en ağır şekilde cezalandırılması istenmektedir. Zaten, sporda şiddetin önlenmesi adına günümüze kadar yapılan her türlü yasal düzenlemenin ana fikri de budur.
Görünen o ki, ibret-i alem olsun diye bir kere daha tribünler ve taraftarlar için sözde ‘gereğinin yapılması’ adına savcılar ve siyasiler işe hızla koyulmuş bulunmaktadırlar.
Bir yandan Fenerbahçeli kardeşimiz Burak Yılmaz’ın katil zanlısı Yusuf Ortak için, savcılık makamınca müebbet hapis cezası istemiyle iddianame hazırlanırken, diğer yandan da ilgili Bakanlıklarca stadların güvenliğinin emniyet teşkilatına bağlı ‘Koruma Memurları’nca sağlanmasına yönelik yeni bir düzenleme üzerinde çalışma yapılmaktadır. Yine bu çalışmalar içerisinde e-bilet uygulaması ve göz taraması yapılmasına ilişkin düzenlemelerin de olduğu belirtilmektedir.
Hatırlatmak isteriz ki, son çıkartılan 6222 sayılı yasa dâhil olmak üzere bu kapsamdaki her bir yasanın ve düzenlemelerin öncekinden daha ağır cezai yaptırımlar içermesine rağmen sporda şiddet azalmamakta, hatta gün geçtikçe de dozu artarak yaygınlaşmaktadır.
Bir zamanlar maçlarda rakip takım taraftarları yan yana otururken, -ki hâlâ birçok ülkede bu uygulama devam etmektedir- önce tribünleri böldüler. Olmadı, deplasman taraftarına kontenjan uygulaması getirdiler. O da olmadı, deplasman yasağı koydular… Peki sonucu ne oldu? Burak Yılmaz kardeşimiz, iki sezondur deplasman yasağının uygulandığı bir dönemde, hem de stat dışında bir bölgede hayatını kaybetti.
Hal böyleyken, ülke yöneticileri ve toplum yönlendiricileri kafalarını kuma gömmekten artık vazgeçmelidirler.
Çünkü tribünlerdeki şiddet, toplumsal yaşamda her alanda hemen her gün karşımıza dikilen sözlü ve fiziki şiddetin sadece haftada bir ortaya çıkan bölümüdür.
Aile içinde tanışılan, sokakta, okulda ve işyerinde maruz kalınmaya ya da görülmeye devam edilen sözlü ve fiziki şiddetin kuşattığı bir toplumda yaşıyoruz hepimiz. Kadına yönelik şiddetin, çocuk ölümlerinin alışılageldik günlük haberler haline geldiği ve ne yazık ki adeta sıradanlaştığı, devlet güçlerince uygulanan şiddetin sistematik hale geldiği ülkemizde, futbol teröristleri adlandırmasıyla tribünlerin ve taraftarların hedef tahtasına oturtulmasını, kriminalize edilmesini asla kabul etmiyoruz.
Sadece haftada bir kendilerine ait tribünleri dolduran on binlerce taraftar, haftanın diğer günlerinde de mahalledeki komşumuz, okulda ya da işyerindeki arkadaşımız ya da hizmet aldığımız herhangi bir sektördeki işveren/çalışan olarak günlük yaşamımızda olan kişilerden oluşan bir topluluktur. Yani taraftarlar, toplumsal yaşamın içindeki insanlardır. Yani bu ülkenin sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal koşulları içinde yetişmiş ve yetişmekte olan bireylerdir.
Ülkemizde şiddet ve ölüm dört bir yanda kol gezerken, içimizden on binlerce insanın doldurduğu tribünlerin bu durumdan azade olması ne yazık ki mümkün değildir. Üstüne üstlük, yeni yapılan statlara karar vericiler tarafından ARENA uzantılı isimler verilirken, yazılı ve görsel medya tiraj/reyting uğruna, kulüp yöneticileri de daha fazla kâr için fanatizmi körüklerken ve tüm bunlar rekabetin düşmanlığa dönüşmesine hizmet ederken tribünlerdeki şiddeti ‘lanetleyerek’, taraftarları ‘ötekileştirerek’ meselenin halledilemeyeceği artık görülmelidir.
Bu sefer gerçekten de ‘kökü dışarıda’ bir sorunla karşı karşıyayız. Bu yüzden de, sporda şiddet sorununun nedenlerini tribün içinde değil, dışında aramak gerekiyor.
Kulüp yöneticilerinden, sahadaki teknik ekibe ve futbolcusuna kadar temel tüm aktörler günümüz spor aktivitelerinin olmazsa olmazı kabul edilen agresifliği ve saldırganlığı her boyutta ortaya çıkartmaktadırlar.
Sporun, oyun olmaktan çıkıp bir işe dönüştüğü günümüzde her şey ‘kazanmak’ üzerine inşa edilmiş durumdadır. Devasa paraların döndüğü bir sektöre dönüşen, bahis şirketlerinin ve menajerlerin cirit attığı spor hadiselerinde ‘kazanmak’ için her yol mubah sayılmakta ve kartlar tek bir amaç için karılmakta ya da dağıtılmaktadır. Bu nedenledir ki, insan sağlığı ve yaşamı bile rahatlıkla ikinci plana atılabilmektedir. Performans arttırıcı ilaçlar, sakat sakat oynamaya zorlanmalar adeta sporun kuralı olmuştur. Bütün bu zorlamaların yanı sıra ‘herkesin bildiği bir sır’ olan teşvik primleri adı altında yapılan şike anlaşmaları ise işleri iyice çığrından çıkartmaktadır.
İşte, insan beden ve ruh sağlığını geliştirme amacı taşıyan spor aktivitelerinin artık insana ve insani değerlere bu kadar yabancılaştırılarak endüstriyelleştirildiği sürecin ortaya çıkarttığı sorunların bir yönünü oluşturan şiddet meselesinin bütün sorumluluğunu taraftarlara atmanın kolaycılığına kapılınmamalıdır.
Bütün bu saydığımız ülke gerçeklikleri ortadayken hâlâ ülkemiz insanlarının futbol terörü kavramıyla manipüle edilmek istenmesinin sebebini de bizler çok iyi bilmekteyiz.
Buradaki amaç, spor aktivitelerinin şölen alanı ve taraftarların kolektif belleği olan tribünlerin şiddet bahanesiyle taraftarlardan arındırılarak, yerlerine belirli gelir düzeyine sahip müşteri nitelikli seyircilerin getirilme operasyonunun bir parçasıdır. Evet, yaşamın birçok alanında olduğu gibi tribünlerin kapısı da güvenlik ve modernlik adı altında yoksul kesimlere kapatılmak istenmektedir.
Sporda şiddetin çözümü taraftarlara cezalar yağdırmak, tribünlere yönelik yasak ve engellerle baskı kurmak değildir. Denenmiş ve hiçbir olumlu sonuç alınamamış, hatta durumun daha fazla kötüye gitmesine sebep olmuş bu tür uygulama ve yöntemlerden derhal vazgeçilmelidir.
Sporda şiddetin toplumsal olay ve olgularla bağlantısı kurulmadan, çok yönlü toplumsal bağlantıları olan çözümler geliştirilmeden atılacak her adım, alınacak her karar ve hayata geçirilecek her uygulama önceki durumdan daha olumsuz sonuçlar ortaya çıkartacaktır.
Tribün ve taraftar kültürünü yok etmeyi amaçlayan 6222 sayılı yasa ve bu yasayla ilgili yönetmelikler kaldırılmalı, yerine taraftarların da geniş katılımlarıyla gerçekleştirilecek çalıştaylar sonucu belirlenecek yeni düzenlemeler yapılmalıdır.
Kulüp yönetimleri başta olmak üzere, taraftarları ilgilendiren konularla ilgili kararların alındığı kurullar ve yapılarda taraftarların temsilcilerine söz, yetki ve karar hakkı verilmelidir. 21.05.2013
TARAFTAR HAKLARI DERNEĞİ