Bu yazı Göztepe ile ilgili değil. Fakat burada anlatılacak akılcılıktan uzak yaklaşımlar Göztepe'mizde de çoğunlukla mevcut. 80 yıllık tarihimiz gözönüne alındığında pekçok ortak nokta bulunabilir.
Bu yazıyı hekim olarak yazdığımı belirterek...
Ve bu kritik günlerde sizi başka bir konua odaklamaya çalıştığım için özür dileyerek...
Nasıl ve hangi şartlarla olursa olsun özelleştirmeyi ana görevi sayanlarca yönetilen ülkemizin yönetenleri ve Sağlık Bakanlığı Dünya Bankası ve İMF’nin (ki bu kurumların Türkiye’nin bölünme haritalarını çıkaran ülkelerle ilişkisi bilinmektedir dayatmasıyla Türkiye’de aile hekimliği sistemine geçmek istemektedirler.
Aile hekimliği nedir? Kısaca belirlenmiş bir grup (halen pilot illerdeki uygulamalarda 3000-4000 kişi bu rakam yurtdışındaki uygulamalarda genellikle bunun yarısından azdır) insanın birinci basamak sağlık hizmetlerinden bir doktorun sorumlu olması olarak açıklanabilir. Halen ülkemizde birinci basamak sağlık hizmeti sağlık ocaklarında bir ekip tarafından verilmektedir. Bu sistemin aile hekimliğinden farkı belirli bir grup insanın birinci basamak hizmetlerinden tek bir hekimin değil sağlık ocağında çalışan bir grup hekimin ve yardımcı sağlık personelinin sorumlu olmasıdır. Burada birinci basamaktan kastedilenin kişi hastalandığında ilk başvuracağı yer demek olduğunu, ikinci basamak hastaneler olarak genelde küçük ve orta boylu devlet hastanelerin, üçüncü basamak hastaneler olarak ise büyük eğitim hastanelerinin .(tıpta uzmanlık eğitimi veren hastaneler) kastedildiğini belirtmekte fayda vardır
Aile hekimliği sistemi hastalar ya da halk için neler getirecek?
Geçen haftalarda muhtemelen seçime yönelik oy kaygısı nedeniyle yapılan geçici kanun değişikliği olmasaydı bu soruya verilecek en önemli yanıt hastanın aile hekimine görünmeden ikinci ya da üçüncü basamak hastanelere gidememesi idi. Fakat bu durum çıkarılan bir yönetmelik ile şimdilik ortadan kaldırıldı. Bugün için geçerli olmayan ama aile hekimliği paketi ile birlikte gelmesi için vatansever hükümetimizin elinden geleni yaptığı genel sağlık sigortası (GSS) sistemidir. Türkiye Cumhuriyeti halen bir sosyal devlettir ve sosyal devlet olarak vatandaşlarının sağlık sorunlarını çözmekle yükümlüdür. Devlet yabancı kurumların isteği ile sağlık harcamalarını azaltmak istemektedir. Bu konudaki plan muhtemelen herkesi GSS başlığı altına almak sonra bu sistemin içerdiği kapsama alanını sürekli daraltmak ve bu daraltma ile geride kalan bölgede yabancı sermaye grupları için doldurulabilecek bir ek özel sağlık sigortası alanı yaratmaktır. Devletin kendi sigorta primini kendisi ödeyebilir olarak tanımladığı kesimin hane geliri asgari ücretin dahi altında olduğundan sonunda bu ek sağlık sigortasına verecek parası olmayan kişiler çok sınırlı bir tıbbi bakıma ulaşabilecekken, ancak özel sağlık sigortasına para ödeyebilenler çağa uygun kaliteli sağlık hizmetine ulaşabilecektir. Türkiye Cumhuriyeti halen halkına verdiği sağlık güvencesini daraltmaya çalışmaya devam etmektedir. Bu amaçla bazı ilaçların geri ödemesini durdurmakta, bazı ilaçların geri ödemesini ise hastalar Kaf Dağı’nın tepesindeki yedi başlı canavarın kafasını kendilerine sunduktan sonra vermektedir.
Diğer önemli fark bir hastanın geçerli sebep göstermeden altı ay sonra aile hekimini değiştirebilecek olmasıdır. Bu durum hekim seçme özgürlüğü olarak lanse edilmektedir. Oysa herkes aslında şu an hekim seçme özgürlüğüne sahiptir. Aile hekimliği gelince kişi hekimini ancak altı ay sonra değiştirebilecektir; dolayısıyla gerçekte hekim seçme özgürlüğü kısıtlanmaktadır. Altı aylık süre sonundaki değişmelerin eleştirisi olaraksa bu durum hasta ile hekimler arasında uygun olmayan ilişkiler için oldukça uygun bir ortam yaratacaktır. Bu durum yetersiz bir hekimin değiştirilmesi durumunda uygun iken, hastaya gereksiz rapor vermeyen ya da hastanın eczaneden kendi kendine aldığı ilacı karneye yazmayı reddeden doktor içinse uygunsuz bir tehdit yaratabilir. Aile hekimi maaşını baktığı insan sayısı ile doğru orantılı olarak aldığı için iyi hekimlerin yanında popülist hekimlerin de hasta sayısı artacak, iyi ama ilkeli hekimler ise müşteri kaybedecektir.
Tüm bunların yanında doktorların da hastalarını reddetmeleri söz konusu olunca kritik sorunlara sahip kronik hastalar, kanser hastaları, AIDS gibi problemli hastalar sahipsiz kalma riski ile karşı karşıya kalabilir.
Başka önemli bir nokta aile hekiminin kendisine yüklenilen görevleri tam olarak yapabilmesi için süpermen olması bile yetmeyeceğinden başta aşılama ve diğer koruyucu hizmetler ve gebelik takibi olmak üzere pek çok hizmet aksayacaktır. Buna bağlı olarak kaybolmaya yüz tutmuş infeksiyon hastalıkları hortlayabilecek, kaybolmamışlar ise yaygınlaşabileceklerdir. Amaç tam özelleştirme öncesi sağlık kurumlarını işlemez hale getirmekse, eğitim sistemi gibi sağlık sistemini de çökertmek ve halkın devlete güvenini azaltmak, ülkemin bölünme haritalarının gerçekleşebilmesi için uygun sosyolojik ortamı yaratmak ise evet önerilen yöntem oldukça başarılı olabilecek bir yöntemdir. Ülkemizde OKS ve ÖYS gibi sınavlardaki matematik, fizik, kimya, Türkçe gibi sorulara yanıt oranları büyük bir gelişme gösteren dershane sektörünün katkılarına rağmen son derece vahimdir. Bu durumun sebebi herhalde eğitim kurumlarının ve kitaplarının çağdaşlığı, eğiticilerin hayat kalitelerinin ve maaşlarının yeterliliği değildir. Sağlık sistemini de özelleştirmeden önce işlemez hale getirmek gerekiyorsa, bunun için halen yapılanlar gibi sağlık kurumlarını yeterince çağa uygun hale getirmeyip-personel açığı yaratıp halka işkence çektirip, personeli de performans sistemiyle birbirine kırdırıp bayağı bir yol almak akılcı bir yöntemdir. Þimdi birinci basamağı da işlemez hale getirip son nokta konmak istenmektedir.
Peki aile hekimliğini seçen hekimler için neler değişecek?
Devlet politika olarak sağlık çalışanlarına, doktorlarına ve akademisyenlerine ekonomik şiddet uygulamayı gelenek hale getirdiğinden, aile hekimi olacaklara verilmesi planlanan yaklaşık 3500 YTL’lik ücret en önemli ve cazip değişimmiş gibi gözüküyor. Devlet halen devlet hastaneleri ve sağlık ocaklarındaki hekimlere döner sermaye adı altında bir ödeme yapıyor. Fakat bu ödeme emeklilik maaşına hiç yansımamakta ve daha çok ve en çok hasta bakma ile daha çok ve en çok para alma mantığına dayalı. Yaklaşık 17-23 yıl eğitim almış genel pratisyen ve uzman hekimlerin salt maaşları 1000-1300 YTL arasında değişmekte. Belirtilmesi gereken başka bir nokta devletin 1980’den sonra hiçbir zaman doktorlarına has bir zam yapması ve bu ekstra zamların polisler, diğer güvenlik görevlileri, hakim savcı ve tabii ki milletvekilleri gibi pek çok sınıfa yapılmış olması. Maaş dışında verilen kanaatimce proosyon aaçlı olarak dağıtılan 2.000 YTL2lik bir ücret daha var ki bunun kaynağı bütçede yok. Bu para halen pilot illerin bir kısmında Dünya Bankası’ndan alınan paralarla ödeniyor ve yetkililer başta herhangi bir şey sormadan verilen bu 2.000 YTL’yi artık masraflara karşılık (Telefon, kira vs) fatura ile vereceklerini bildirmekteler. Þurası gerçek ki hükümet doktorlara maaş zammı yapmak istiyorsa, diğer meslek gruplarına yaptığı gibi bir gecede bir kanun çıkararak bunu yapabilir.
Aile hekimlerinden istenen şeyler yukarıda da belirttiğim gibi bir tek hekimin yapmasının pek mümkün olmadığı şeyler. Bunların içinde acil, gebe takibi, aşılama hizmetleri, poliklinik, evde yatalak hasta takibi ve bu arada yapılan her şeyin kaydı var. Þu anda bu işleri sağlık ocaklarında kocaman bir ekip yapıyor. Kabul etmeliyiz ki aile hekimliği sisteminde bu işlevler en çok para getirenden daha az getirene doğru sıralanıp ona göre yapılacak hatta yapılmayacaktır. Nitekim aile hekimliğine geçilen illerde aşılama hizmetlerinde problemler yaşandığı bilinmekte. İstenen haftalık 40 saatten fazla çalışma süresi insan haklarına ve uluslar arası sözleşmelere aykırı.
Kurumların ödemeleri zamanında yapamaması halen eczanelerin ve hastanelerin sıkça yaşadığı bir sorun. Aile hekimi olmayı seçenler de maaşlarının zamanında ödenememesi problemini yaşamaya mecbur gözüküyorlar. Bu Denizli’de yaşandı. Sonuç olarak maaş 3.500 YTL civarında (ikisi makbuz karşılığı) ama ne zaman alınacağı muamma.
Yine bu sistemi kabul eden hekimler halen geçerli yönetmeliklere göre bir sene sonra aynı yerde çalışmalarının da garanti olmadığını kabul etmek durumundalar.
Bu teklifi kabul eden aile hekimleri Türk toplumunun sağlığının özelleştirilmesini, kendi çocuklarının da sağlığının özelleştirilmesini kabul etmeye hazır olduklarını belirtmiş gibi olacaklardır.
Aile hekimliğini seçip de sonradan yapamayacağını anlayanların kadrolarına geri dönüp dönemeyecekleri konusunda da belirsizlik yaşanmakta. Hekimlerin aynı ilde bile kadroya dönüp dönemeyeceği soru işareti. Dönebilmeleri için o ilde bir kadro olması gerekmektedir. Düzce örneğine bakılırsa Düzce personel dağılım cetvelinde geri dönmek isteyecek bir hekimin dönebileceği bir kadro bulunmamaktadır. Ama üzülmeye gerek yok İzmir’deki bir hekim olarak aile hekimliğinizi seçip geri dönmeye karar verdiğinizde C ve D grubu illere geri dönebiliyorsunuz. Kamu personel reformunu yapmayı başarırlarsa o da olmayacak.
Aile hekimliğini seçenler ticarethaneciliği ya da işletmeciliği öğrenmek zorunda kalacak. Kira ödemek, adam çalıştırmak, maaş ödemek, muhtemelen muhasebe tutmak, patronluk yapmak zorunda kalacak. Bu arada belirtmek gerekir ki İzmirli sağlık ocağı bağışçıları yaptırdıkları sağlık ocaklarının bu iş yani aile hekimliği için kullanılmasına karşılar.
Burada toplumumuzun ve bu şehrin insanlarının sağlığının lise son sınıf öğrencileri üzerinde yapılan sınav sistemi değişiklikleri gibi bir sosyolojik deney objesi olmaması gerektiğini kabul ederek şu sorulara ciddi, objektif ve bağımsız sağlık bakanlığı dışı tercihen üniversiteden kaynaklarca yapılmış çalışmalarla ciddi yanıtlar verilmelidir. Düzce’deki iki yıllık deneyimde neler olmuştur? Aşılama oranları, hekimlerin iş memnuniyeti, hastaların memnuniyeti, sevk oranları, genel ölüm hızı, bulaşıcı hastalık hızlarında ne gibi değişiklikler olmuştur? Bu değişiklikler olumlu olsa bile Düzce İzmir gibi bir şehir için sosyolojik yapı açısından yeterli bir örnek midir? Bu sorulara anlamlı yanıtlar vermeden Türkiye’nin üçüncü büyük kentinde sağlık sistemini değiştirmek İzmirliler üzerinde oynanan kumardan başka değildir.
Sonuç olarak:
*Sağlık Bakanlığı’nın İzmirlilerin sağlığı üzerinde deney yapması uygun, akılcı ve bilimsel bir davranış değildir .
*Sistem bu hali ile ne hekimlerin ne de halkın lehinedir.
*Hekimlerin sosyal hakları ve iş güvenceleri, halkın sosyal hakları, koruyucu sağlık hizmetlerinin selahiyeti garanti edilmeden, Düzce’deki ve diğer illerdeki deneyimlerin orta ve uzun vadeli sonuçları görülmeden İzmir’de sağlık sisteminin değiştirilmeye çalışılması akılcı, İzmir’in, İzmirlilerin, İzmirli hekimlerin lehine bir davranış değildir.
Bu haliyle Sağlık Bakanlığı’nın bu uygulamayı başlatmadan durdurması herkes için en uygunu olacaktır. Lütfen Noam Chomsky’nin "Yönetim ne halkındır, ne halk tarafından yapılır, ne de halk içindir” sözünü doğrulamayın.