Çok eleştiriyor, yazıyor, çiziyor, uyarıyoruz.
Peki ama neden?
Sayın Oğuz Reşat Sipahi’nin çok sevdiğim bir sözü vardır:
‘Sosyal ortamda bir iş yapıyorsanız, eleştiriye ve eleştirilmeye hazırlıklı olacaksınız.’
Elbette ki burada kimse takımının kötülüğü için konuşmuyor.
Nacizane kalem oynatan bizlerin kelamları, helalleri ve haramları;
ortak payda Göztepe’nin kurtuluş reçetesine bir ilaç daha ekleyebilmek adınadır.
Yaş itibarı ile bugün 55-60 civarında olanlar Göztepe ile ilgili hemen hemen her şeyi yaşayan kitledir şüphesiz.
Sosyete olmakla itham ettiğimiz kişilerin,
yakın geçmişimizde 5-10 kuruşlarla Göztepe peşinde koşmasının o günlerde yaşananların yanında tuz biber olduğu da aşikardır.
Ben o insanların Kapalının solunda oturmalarını, yıllarca Göztepe’nin peşinden koştuk, biraz da oturup izleyelim artık gibi algılıyorum.
Ne şanslılar ki;
Avrupa kupası zaferleri, Türkiye kupaları, sözde üç büyüklere kafa tutulması gibi sayısız başarının yanında,
küme düşme, amatöre gerilemeden tutun da bugünkü sürece kadar hemen hemen her şeyi gördüler, yaşadılar.
Göztepe’ye tarihle birlikte tanıklık ettiler.
Şans mıdır, şanssızlık mıdır tabii ki tartışılır.
O günlerden bugünleri görmek…
Tabii ki jenerasyon olarak benim kuşağımdan çok daha şanslı oldukları bir gerçek.
99 yılında Antalya’daki finalde tekrar 1.lige çıkmamız, Atatürk Stadyumundaki Galatasaray zaferi,
ve son olarak yine Atatürk Stadyumundaki dev koro eşliğindeki Çankırı maçı…
Bunlar da bizlerin tattığı zaferler.
Elma şekeri yanında keçi boynuzu gibi kalıyor. Bir gram tat almak uğruna durmadan kemirmek...
İşte olayın temeli de burada yatıyor aslında.
Bir türlü kabullenemediğim ancak çok da sevdiğim bir pankartımız vardı;
‘Yaş ortalamamız 18, ne Avrupa zaferleri ne birinci lig göremedik, önemli değil biz efsane Göztepe’yi atalarımızdan dinledik’
Artık duyan değil, görmek istiyoruz. Dinleyen değil, anlatan olmak istiyoruz.
Kendi çocuklarımıza anlatabileceğimiz bir şeyler olsun istiyoruz.
Babalarımızın bize anlattığı Atletico Madrid zaferlerini, torunlarına da anlatmalarını istemiyoruz.
Daha güzel zaferleri biz kendi çocuklarımıza anlatmak istiyoruz.
Ve bunun için sürekli olarak sizi sorguluyor, takip ediyor, eleştiriyoruz.
Ve eleştirmeye de devam edeceğiz.
Haklı olduğunuzda, doğru yaptığınızda nasıl ki avuçlarımızı patlatarak alkışlıyorsak,
haksız olduğunuzda ya da yanlış yaptığınızda da kulağınızın zarını patlatırcasına bağıracağız.
İnsan hayatta iki şeyin tercihini kendisi yapamazmış.
Birincisi sahip olduğu aile, ikincisi de doğduğu ülke.
Bizlere ise ‘Göztepe’ ismi, cismi, varlığı sanki ailemizle, ülkemizle birlikte doğduğumuz anda verilmiş.
O sanki bir tercih değil, doğduğumuzda bizimleymiş.
O yüzden kimse eleştirimize, bağırmamıza, öfkelenmemize alınmasın, darılmasın.
Ağzımızdan, ağır sözler çıkarsa da kusura bakmasın.
Size, bize yani Göztepe’mize yarayacak ne söylesek kardır.
Ve bu yolda Sürç-ü Lisan yoktur, Lisan-ı Göztepe vardır.
Süleyman YENGİL