1996’da İzmir futbolunun ve ülkenin futbola bakış açısındaki kısırlıkların eleştirisini yaptığım bu yazıyı on üç yıl önce yazmışım. Aradan geçen süreçte hiçbir şeyin değişmediğini görmenin kaygısıyla bir kez daha aynı yazıyla karşınızdayım. Uyarmak zorundayım. Çünkü İzmir takımlarını Lig’in ikinci yarısında çok zor günler bekliyor. Benden söylemesi.
‘‘Centilmenliğin sürekliliği için 10 yol’’ başlıklı araştırmayı okuduktan sonra, kendimi centilmenlik sınavından geçirdim. Sorulara verdiğim yanıtlar, orta halli bir centilmen olduğumu ortaya koydu. Haydi gelin, o yazıdaki centilmenlik kurallarını birlikte tek tek irdeleyelim. Böylece kendinizi de bir sınavdan geçirmiş olun.
1- Sportmenlik ilkelerini kulüp yönetimi, antrenörler, futbolcular, amigolar ve taraftarlarla gözden geçirmek. Yapan var mı? Yoksa hep kendimizi haklı çıkarıp, karşımızdakini mi suçluyoruz?
2- Kulüp yayınlarında bir sportmenlik köşesi kurup, grup ya da bireysel olarak sportmence davrananların tanıtılacağı bir (Sportmenlik şöhretler salonu) oluşturmak. Kendi sporcusuna centilmenlik ödülü veren kulüp yok. Takımının yararı için kırmızı kart görene ceza verilmez. Gole giden rakibini ceza alanı dışında tekmeleyip indirdin mi, gördüğün kırmızı karta ceza yok. Neden? Takımını kurtardın. Yani ödül.
3- Misafir takım yöneticilerine, antrenör ve amigolara birer, (Hoş geldiniz) mektubu göndermek. Eskiden konuksever bir millettik belki ama şimdi becerebiliyor muyuz? Yoksa şeref tribünlerinde bile kavga çıkaran bir hırsın esiri miyiz hala?
4- Taraftarlara üzerinde, (Kulübümüz sizleri sportmence davranışlarımıza yardımcı olmaya çağırıyor) yazılı pankart açmak. Maçın oynanmasına birkaç gün kala, ağızlardan kin ve nefret kusanların böyle bir şeyi yapması mümkün mü?
5- Kulüp amigolarının rakipleri onore edecek bir tezahürat hazırlamasını sağlamak. Aşağılamak, küfür etmek, saldırmak falan varken, ne demek onore etmek? ‘‘Rakibi yok etme” düşüncesi daha ağır basar.
6- Her takımın soyunma odasına, (Hoş geldiniz) yazıları yerleştirmek.
7- Sahadaki anonsçunun misafirlere (Hoş geldiniz) anonsu yapması ve bütün seyircilerden rakip takım sahaya çıkarken ayakta alkışlamasını istemesi. Önce, ‘‘Cehenneme hoş geldiniz!’’ pankartıyla korku salmak ve rakip takımın moralini, ‘‘Yuuuuuh’’ çekerek bozmak varken. Mikrofondaki vatandaş, kendi takımı gol atınca, ‘‘Gooooooool’’ diye bağırırken, rakibin golünde sus pus olmak centilmenlik midir?
8- Kulüpler arasında, sportmenliğin ve iyi ilişkilerin geliştirilmesini sağlamak üzere birer (Sportmenlik Komitesi) oluşturulması.
Kulüplerimiz vakıf kurar, para bulmak için örgütlenir, şirketleşmek için komite oluşturur, kriz masaları, asgari müşterek yönetimleri kurulur, ama ‘‘Haydi gelin, Sportmenlik Komitesi kuralım’’ dediniz mi, gülerler... Vallahi de, billahi de gülerler.
9- Yarışma boyunca sportmenliği teşvik edecek çağrıların yapılması. Bırakın onu, bir dakikalık saygı duruşlarında bile, sıçratılan çamurları önlemek için hakemin süre bitmeden önce düdük çaldığını çok gördüm.
Şimdi sorun bakalım kendinize, centilmen misiniz? Yoksa, savaş tamtamları çalan, içinizdeki aşağılık kompleksine yenik bir spor cücesi misiniz? Yenilgi sizin için kıyamet, galibiyet zafer ise, bilimselliğe göre siz centilmen değilsiniz. Ben anlamam, yukarıdakileri okuyup, siz karar verin... Bu yazının üzerinden tam on üç geçmiş. Bu koşullardan hangisini tam olarak yerine getiren bir kentiz? Hani İzmir ülkenin en uygar kentiydi ya!
Süleyman Alasya-Yenigün-7 Ocak 2009