İzmir kenti son otuz yıl içerisinde önce 1983 yılında Turgut Özal ile başlayan dönüşüm sürecini ardından da 2002 sonrasında Adalet ve Kalkınma Partisinin küresel dünya ile entegrasyon süreci içerisinde uyguladığı ekonomik politikaları ıskaladı. Yaşanan dönüşümleri fark edemedi ve geleceğe yönelik atılımlarda ağır kaldı ve ne yazık ki her iki dönemde de kent hem ekonomik alanda hem de sosyal ve kültürel alanlarda kendisinin çok gerisinde olan kentlerin gerisine düştü. Ekonomik temelleri biraz daha irdelemekte fayda var çünkü ekonomi üzerinden yaratılan değerler, kentin diğer alanlarında da değişim sürecinin yaşanmasında etkili oluyor. 1980 sonrası yaşanan son otuz yıllık dönemde İzmir kentinin ülke ekonomisi içerisindeki etkinliği her geçen yıl biraz daha azalmaya başlamıştır. İstanbul’dan sonra ülkenin ikinci büyük ekonomisine sahip olan kent; yanlış yatırım politikalarından-kötü yönetimlere-merkezi hükümetlerle olan çekişmesine kadar pek çok alandaki etkenler nedeniyle kan kaybetmiştir/kaybetmeye devam etmektedir.
Kent olarak İzmir’in önce ekonomik açıdan ardından da sosyal ve kültürel alanlarda(sanat-müzik-spor) yaşadığı gerileme süreci kentin medyasından, futboluna, sanayicisinden, üniversitesine kadar her alanda etkisini göstermiştir. Küreselleşmenin yarattığı yeni dinamikler sonrasında bilgiye ulaşma ayrıcalığı giderek azalmış ve ülke içerisinde atılım gerçekleştirmek suretiyle dönemin gereklerini yerine getiren kentler arayı hızla kapatmışlardır. Gaziantep-Bursa-Kayseri-Denizli-Antalya gibi pek çok kentin son on beş-yirmi yıl içerisinde yaşadığı büyük dönüşüm sonrasında küresel sermaye ile entegrasyonu başarabilen pek çok firmayı ortaya çıkartmaları, bu kentlerin her alanda atılım yapmalarına olanak sağlamıştır. Futbol da bu alanlardan bir tanesi olarak temsil açısından önemli bir göstergedir. Bir kentin şekillenmesinde ve diğer kentlerle baş edebilmesinin yollarından bir tanesi futbol takımından geçmektedir. Süper Ligde takımı olmayan kentlerin gelişmişlik düzeylerine rağmen geride kalması kaçınılmaz bir durumdur.
İzmir kentinin son otuz yıl içerisinde yaşadığı gerilemenin arkasında aynı neden yatmaktadır: Kötü Yönetim! Futbol takımları üzerinden yaşananları derinlemesine incelediğimizde ilk sırada yönetim modellerinin günün gereklerine göre oluşturulmaktan uzak bir yapı içerisinde gerçekleştiği gerçeği yer almaktadır. Sadece İzmir kentinin değil Türk futbolunun önde gelen temsilcileri olan Altay, Göztepe, Karşıyaka gibi spor kulüplerinin aldığı başarısız sonuçlar sonrasında içe kapanma süreçlerinin hızlanması, buna karşın hiç beklenmedik kulüplerin şampiyonluklar yaşaması aslında tesadüf değildir.
Yüzüncü yılını kutlayan Karşıyaka Spor Kulübünün son beş sezonda 93 transfer yapmasına rağmen Süper Lig hasretini dindirememiş olması, kulübün istikrardan ve altyapıdan uzaklaştıkça iyiye değil kötüye doğru gidişinin bir göstergesidir. Buna bir de sürekli değişen teknik direktörleri ve harcanan milyonlarca lirayı eklediğinizde, karşınıza çıkacak olan şey ne yazık ki geleceği ipotek altına alacak olan bir mali tablodur. Karşıyaka Spor Kulübünün en önemli handikapı: Selçuk Yaşar ile yaşadığı ilişkinin yarattığı belirsizliktir. Kulübün hamisi olan Selçuk Yaşar’ın, kulüp yönetimlerinin tek listeyle oluşturulması konusundaki ısrarı, bir süre sonra her şeyin Yaşar’dan beklendiği buna karşın kimsenin gerçek anlamda elini taşın altına koymadığı bir kulüp modelinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yönetime destek için belediyeyi işaret eden Yaşar, ne yazık ki kulübün farkında olmadan siyasallaşma sürecini de hızlandırmış ve kulüp ile bütünleşmeyi sağlayamayan bir belediye modeli ile yönetilmek durumunda bırakılmıştır. Karşıyaka Spor Kulübünün en önemli gücü hiç kuşkusuz taraftar profilidir ancak bu potansiyel güç aynı zamanda kulübün en tehlikeli yanı haline de dönüşebilmektedir.
Karşıyaka Spor Kulübünün kış aylarında 300-350, yaz aylarında ise 650-700 civarında futbol okulu öğrencisine sahip olması, benzer problem basketbol, voleybol içinde geçerlidir. Buna karşın Karşıyaka’da faaliyet gösteren amatör spor okullarının da benzer sayılarda öğrencilerinin olması, aslında İzmir kentinde neden üç büyükler tutuluyor sorusunun cevaplarından bir tanesini teşkil etmektedir. Doğanın boşluğu kaldırmaması gibi futbol ya da spor alanında da içinde bulunduğunuz kent çeperinde geniş kitleleri kendinize çekebilecek ortamı yaratamadığınızda birileri gelir ve bu boşluğu doldururlar. İzmir’de son yıllarda hızla çoğalan İstanbul kulüplerinin futbol okullarının kurulmasında bizzat İzmir kulüplerinin yaratmış olduğu boşluğun etkisi bulunmaktadır. İzmir kentinin son on yıl içerisinde sadece bir kez temsil edildiği süper ligde takımı bulunmamasına karşın İzmir’den yetişen çok sayıda futbolcu bulunuyor olması kulüplerimize mesaj vermektedir, tabii anlamak isteyene!
Türk futbolunun ilk Avrupa fatihi olan Göztepe’nin, Türk futbol tarihinde kırılması zor bir rekora imza atarak her yıl bir alt lige düşmesiyle sonuçlanan sürecin, ülke futbolu açısından belki de bir rol model oluşturabilecek bir yapıya doğru dönüşmesinin ardından son iki yılda birer yeni takım yaratmasına karşın özlenen başarı yine gerçekleşmedi. Göztepe’ye taraftarlarla kulüp yönetimi arasında bütünleşmenin yaratılamaması nedeniyle ayrıca bir parantez açmak gerekiyor. Göztepe yönetiminin elinde ülkedeki en ateşli taraftar gruplarından birisi bulunmasına karşın, yönetim bu taraftarları kulüple birleştirecek hamleleri gerçekleştiremedikleri için taraftar potansiyeli kullanılamamıştır. Basit bir örnek gibi gelebilir ancak Atatürk stadyumu gibi futbola son derece uygunsuz bir mekanda maçlarını oynatma kararı almak ve kendi eliyle rakiplerinin rahat bir atmosferde maç oynamasını sağlamak herhalde hiçbir akıllı yönetimin yapacağı iş değildir. Teknik adamından, futbolcularına kadar herkesin Alsancak Stadyumunda oynama istediğini geri çeviren yönetimin; taraftarlarını dikkate almaması, kafalarının taraftarlara bakış konusunda hala netleşmediğinin de bir göstergesidir. Göztepe’nin kulüple taraftarlar arasındaki kopukluğu giderecek, taraftarlarının gücünü ön plana geçirecek projelere ihtiyacı var ve bunu sağlayacak ortak aklı devreye sokabilirlerse, önümüzdeki süreçte daha iyi hamleler gerçekleştirebilirler.
Yüz yılı geride bırakmasına sadece iki yılı kalan Altay kulübünün son yıllarda yaşadığı olumsuzluklar sonrasında sürekli olarak bir gerileme içerisine düşmesi bir bakıma şaşırtıcı değildir. Kulübün bir takım artıları ve eksileri üzerinde tekrar düşünülmesinde ve bu doğrultuda yeni stratejiler geliştirilmesinde fayda vardır. Nedir bu artılar? İlk olarak kulüp ülkenin en güçlü altyapısına sahip olan kulüplerinden birisidir ve futbolcu yetiştirme konusunda bir ekoldür. İkinci olarak yönetsel anlamda Altay kulübü içerisinden iki tane futbol federasyonu başkanı çıkartacak kadar zenginlik içermektedir. Üçüncü olarak kulübün kent içinde kuruluşundan bu yana ekonomik ve bürokratik elitler ile kurmuş olduğu hatırı sayılır bir ağırlığı bulunmaktadır. Dördüncü olarak kent içindeki iki takım arasında yaşanan rekabetin dışında olması, kulübün lehine bir gelişmedir. Beşinci olarak kulüp altyapının yanı sıra ülke futboluna teknik adam anlamında da önemli katkılar yapmaktadır. Kulübün eksileri nelerdir? İlk olarak yönetsel anlamda son yıllarda giderek daralan bir çerçeve içerisinde bulunuyor olması. İkinci olarak taraftar profili/sayısı açısından kent içindeki diğer iki önemli rakibinin bir hayli gerisinde kalması yine bununla bağlantılı üçüncü olarak rekabet dengesinin dışında olmanın verdiği handikaplar sayılabilir. Altay kulübü son yıllarda sürekli olarak yaşanan yönetim kargaşasının yanı sıra yönetimler arası kavgalar ve mahkemeleşmelere kadar uzanan bir dizi plansız programsız sürecin içerisine çekilmiştir. Kulübün tıpkı diğer İzmir kulüplerinde olduğu gibi istikrardan uzaklaşan bir yapıya bürünmesi ile birlikte her sene başında yaşanan transferler ve Altay kulübünde görmeye alışkın olmadığımız kadar çok sayıda teknik adam değişikliği, mali tablonun bozulmasına ve daha şimdiden bir sonraki sezonun eksi ile başlamasına neden olmuştur. İlginçtir teknik adam değişikliği konusunda İzmir kentinin en başta gelen takımı her zaman Karşıyaka Spor Kulübü iken, son yıllarda diğer İzmir takımları da iyiyi değil bu kötü örneği kendilerine rol model olarak almışlardır.
İzmir kentinin değişen yüzü olarak ön plana çıkan Buca ilçesi ve bu ilçenin Süper lige çıkıncaya kadar doğru işler yapan takımı Bucasporun, son iki yıl içerisinde yaşadıkları adeta tez konusu olur niteliktedir. Altyapıya öncelik veren ve bu doğrultuda olumlu aşamalar kat eden kulübün Süper Lig macerası için tercih ettiği teknik adamdan başlayarak yapılan gereksiz transferlere kadar süren yönetsel başarısızlıklar, kulübün astronomik bir biçimde borçlanması ile sonuçlanmıştır. Bugün kulübün alt yapısından yetişen isimlerin hızla Süper Lige transfer edilmeleri tesadüf değildir, kulüp önümüzdeki on yılı altyapıya dayalı bir modeli daha da güçlendirerek hayata geçirebilirse ilerde süper ligin Gençlerbirliği kulübü gibi bir kulüp haline gelebilir.
İzmir’in iki önemli markası olan İzmirspor ve Altınordu kulüplerini de kısaca anmanın gerekli olduğunu düşünüyorum.Ülkemizin en önemli alt yapı kulüplerinden birisi olan İzmirsporun elinde bulunan tesisleri ve potansiyeli kullanamadan yönetsel kargaşalar içerisinde kayyuma kadar devredilme süreci yaşaması gerek kulüp gerekse de İzmir kenti açısından büyük bir ayıptır. Cumhuriyetimizle yaşıt Altınordu kulübünün ise sürekli olarak benzer süreçleri yaşamaya başlaması kulübün geleceği açısından olumsuz sinyaller vermesine neden olmaktadır. Futbolun değiştiğini ve günümüzde oynanan haliyle ekonomik bir oyuna dönüştüğünü göremeyen bütün kulüpleri hızla öğüten profesyonellik çarkı ne yazık ki İzmir kulüplerini de kendisine doğru çekmektedir. Taraftar desteği olmayan ya da yönetsel anlamda iyi yönetilemeyen bütün kulüpler daha dikkatli olmak zorundadırlar.
Kulüpler üzerinden yaptığımız bu açıklamalar sonrasında neler yapılabilir üzerinde durmak zorundayız. Değişen dünyada futbolun da değiştiğini ve futbol üzerinden kurulan aidiyet biçimlerinin de dönüştüğünü fark etmek durumundayız. Ekonominin belirleyiciliğinin arttığı futbol dünyasında, rekabet kavramı daha fazla seyirci ve daha fazla tüketim ile iç içe geçmektedir. Bu noktada İzmir’in belki de en önemli şansı dünya rekoru kıran bir kent içi rekabete sahip bulunuyor olmasıdır. Göztepe ve Karşıyaka kulüplerinin birbirlerinin küme düşmeleri için dua etmek yerine(burada kastım tabii ki bütün taraftarlar değil) birlikte yükselecekleri bir potansiyele ihtiyaçları bulunuyor. Süper Ligde yaşanacak bir rekabet daha fazla taraftar, daha fazla medya desteği ve para anlamına geliyor, bu rekabeti kendi stadyumlarında oynamaları koşuluyla bütün bu rakamlar yükselecektir. İzmir kulüplerinin hiçbirisinin kalıcı gelir yaratacak bir yapılanma içerisinde olmamaları hatta bütün benzeri kent takımlarının belediyeler ve hükümetler destekleri ile stadyumlarını yenileme ya da yeniden yapma aşamasında hızla yol almalarına karşın İzmir ve takımları geride kalmışlardır. İzmir kentinin günün koşullarına uygun yeni ve modern stadyumlara ihtiyacı bulunmaktadır ve bu suretle takımlar kendi maçlarını daha uygun bir atmosferde oynayabileceklerdir.
Kent içinde yaşanılan tüm sorunların en önemli cevaplarından bir tanesi istikrar ve istikrar sonrası elde edilen başarıdır. İzmir takımları son on yıl içerisinde dokuz kez küme düşme başarısını göstermiş ve son on yılda sadece bir kez süper ligde mücadele edebilmişlerdir. Karşıyaka’nın süper lig özlemi on altıncı yılını doldurdu, Göztepe hızla düştüğü alt liglerden Bank Asya aşamasına kadar geldi ancak asıl aşamaya atlayamadı. Altay, federasyon başkanı çıkartmasına karşın lobi desteği her geçen yıl azalan ve başına olmadık işlerin geldiği bir kulüp haline dönüştü. Süper Ligde mücadele etmek ve burada başarılı olmak beraberinde medya üzerinden adınızın dolaşıma girmesi anlamına da gelecektir. Endüstriyel futbol, medya dolayımı ile gerçekleştirilen bir ‘iş’tir. Futbolun iş’e dönüşmesinde medya olmazsa olmazların başında gelmektedir. Süper ligde olmanız aynı zamanda medyanın da sizi görmesi ya da en azından göstermesi anlamına gelecektir. Burada elde edeceğiniz başarılı sonuçlar ise ileriki yıllara dönük taraftar potansiyelinizin artmasını da beraberinde getirecektir. Bu açıdan İzmir’in iki ezeli rakibi arasındaki mücadelenin Süper Ligde gerçekleşiyor olması büyük önem taşımaktadır. Bugün İzmir takımları arasında yaşanan bu mücadeleyi yedi yıl sonra ilk kez yaşayan genç bir kitle ile karşı karşıyayız, halbuki bu genç kitle kendi tuttuğu takımın özellikle İstanbul takımlarına karşı elde ettiği başarılı sonuçlarla kendi akranlarına tuttuğu takımın ne kadar önemli bir kimlik göstereni olduğunu hala gösteremiyor. Böyle olduğu için de kulüp yöneticileri aynı zamanda İstanbul takımlarını tutmaya hatta ilk etapta onların kimliği üzerinden taraftarlıklarını ön plana alabilmektedirler. Ancak burada atlanılmaması gereken son derece önemli bir nokta var: bu durumu yaratanlar kadar bu durumun yaratılmasına uygun ortamı hazırlayanları da iyi tanımak zorundayız. İzmir kentinde oturup, kent takımlarından birisini tutmak yerine İstanbul takımlarından birini tutan ya da geldiği kentin takımını tutan insanları dışlamak, onların şampiyonluk sevinçlerini şiddet yoluyla bastırmaya çalışmak son derece insanlık dışı bir tutumdur. Buranın ağası biziz, bizden başka kimse burada eğlenemez, şu renkleri taşıyamaz demek, faşizan zihniyetin gündelik hayatta ne kadar yayılabildiğinin göstergesidir ve bu anlayış İzmir takımlarına yarar değil tam tersine zarar getirir.
İzmir takımları kadar İzmir’i yönetenler de değişimi ıskaladıklarının farkına vararak, özellikle takımlarımızın istikrarlı, kalıcı yönetim modelleri ile desteklenmesine katkıda bulunmalıdırlar. Çünkü Süper ligde temsil edilmek ekonomik anlamda kentin çehresinin değişmesine, vizyonunun ve marka değerinin artmasına katkıda bulunmaktadır. Bu açıdan yenilenen çehresi ile İZVAK, kulüplerle sanayi ve siyasal partiler arasında bir köprü görevi üstlenerek sürecin hızla aşılmasına katkıda bulunabilir.
İzmir takımlarının en önemli handikaplarından birisi de ne yazık ki İzmir medyasının kendisi. İzmir takımlarını her sezon başında şampiyon ilan eden ve yaşananları sanki bir rüya aleminde gibi aksettiren bir spor medyasının da sonucun daima hüsranla bitmesinde katkısı bulunmaktadır. İzmir kentinin kan kaybetmesi, yerel medyanın özellikle insan kaynakları açısından zayıflamasına ve farklılıkları ortaya çıkartacak habercilik anlayışı yerine tek tip anlayışa odaklanan, sorgulamayan bir yerel medyanın ön plana çıkmasına neden olmuştur. İzmir takımlarının süper lige çıkmaları ve rekabetlerini bu alanda sürdürmeleri kendilerinin olduğu kadar medyanın da işine gelecektir.
Bir parantezde taraftarlara açmak durumundayız, çünkü onlar olmadan ne bu takımlar ne de futbolun bir anlamı kalmaz. Hangi takımı tutarlarsa tutsunlar, İzmir takımlarının taraftarları, yeni dönemde futbolun ruhuna yapılan saldırılara karşı bir arada omuz omuza bulunmak durumundadırlar. Takım farkı gözetmeksizin futbolun endüstriyelleştirilmesi hamlesinde figüran olmadıklarını, tarihi belleğe sahip takımların vazgeçilmez parçaları olduklarını birlikte göstermek zorundalar. Rekabetin düşmanlık değil, farklılıklar içermesi gerektiğini ve bu farklılıklar temelinde oyunun güzelleşebileceğini anlamalıyız. İzmir takımlarının taraftarlarının sezon başından bu yana toplamda 500 bin liralık ceza alırken, üç kez de takımlarını kadın ve çocuk taraftarlardan oluşan gruba bıraktılar. İzmir takımlarının kent içi rekabetin yaşandığı karşılaşmalarda çıkan olaylar nedeniyle sicillerinin bozuk olduğunu ve bu nedenle geçtiğimiz yıllarda da takımlarına onulmaz yaralar açtıklarını hepimiz gayet iyi hatırlıyoruz. Taraftarlığın meşale yakmak, koltuk kırmak, rakip takım taraftarları üzerine patlayıcı maddeler atmak olmadığını öğrenmek zorundayız. Yaşananlardan başta kendi takımları olmak üzere, olay çıktığı için maç seyretmek isteyen tüm kitle zarar görmektedir.
Taraftarların değişim sürecine yöneticiler de eşlik ettiği takdirde İzmir takımları, bulundukları lig neresi olursa olsun fark yaratacak ve bu farklılıklarını tüm ülkeye hissettireceklerdir. İzmir’in böyle bir potansiyele sahip olduğunu ancak ekonomiden başlayarak sosyal ve kültürel alanda yaşadığı içe dönme sürecinin, kentin kendi potansiyellerini de yoksullaştırdığını bilerek futbola ve takımlarımıza sahip çıkmalıyız. Eğer bunu harekete geçirebilirsek İzmir, kent olarak geçmişte yakaladığı başarıları hatta daha ileri düzeyleri gerçekleştirebilir. Kentin bu atıl havayı dağıtacak kanaat önderlerine ve onların üreteceği projelere ihtiyacı var. Bu kent ve bu kentin takımları kendilerini ileriye sürükleyecek insanların omuzlarında yükselecektir. İzmir takımlarının tıpkı İzmir kenti gibi kendine özgü bir model oluşturmaya ihtiyacı bulunmaktadır. İzmir’in geçmişten getirdiği ayrıcalıklarını ve insan kaynaklarını yitirmesinin ardından yaşadığı şokun arkasında, geçmişin parlak ve başarılı kentinin ekonomiden, kültüre kadar pek çok alanda istediği yerlerde yer alamamasının etkileri bulunmaktadır. İçinde bulunduğumuz dönemde kent kendisine yeni bir yön vermeye ve bu doğrultuda geleceğini şekillendirmeye çalışırken, İzmir’in takımları da kendi futbol modellerini hayata geçirmenin yollarını araştırmak durumundadırlar. Taraftarları ile bütünleşerek farklılık yaratacak alt yapılar üzerinde yükselecek bir kulüp yapılanması geleceğe yönelik bir alternatif olabilir. İzmir ve onun temsilcisi olan takımlar gerek kent ölçeğinde gerekse de futbol düzeyinde tıpkı kendi geçmişlerinde yaptıklarını yeniden gerçekleştirebilirler. İzmir’in son yıllarda aldığı göç ve bu göçün yarattığı potansiyeli de devreye sokarak körfezi yeniden canlandırmak suretiyle önce İzmir’i bir deniz kenti haline getirebilir ve ardından deniz kentinin yaratacağı ekonomik ve sosyal getirileri, her açıdan daha canlı, yaşayan ve üreten bir kent modeline dönüştürebilirler. İzmir’in ve takımlarının alternatifi İstanbul ve İstanbul’un takımları değildir; alternatif İzmir’in görmezden gelinen kendi potansiyeli ve insan kaynaklarıdır.
Ahmet TALİMCİLER
ahmettalimciler.com sitesinden alınmıştır.