İşler yolunda gitmiyordu.
Üst üste gelen mağlubiyetler, oynanan kötü futbol sabırları taşırmıştı.
Yönetim, imkansa imkan destekse destek vermiş ama olmamıştı.
Tecrübeli teknik adam odasına çekildi.
Düşünmeye başladı.
Gereğini yapacaktı.
Yaptı da…
Birkaç gün sonra kendinden biraz daha genç,tecrübesi daha az olan birisi geldi.
Takım hakkında rapor alacak, kulübü camiayı tanıyacaktı.
Hoca buyur etti görev devrini yapacağı meslektaşını odasına.
O öyledir bu böyledir derken konu döndü dolaştı o malum soruya geldi.
Peki hocam, ya ben de başaramazsam?
Bana bir tavsiyen var mı?
Deneyimli teknik adam genç hocanın gözlerindeki pırıltıyı görünce dayanamadı.
Bak dedi, sana üç mektup yazıyorum.
Her kötü gidişte, inancını yitirmeye başladığında bunlardan birini aç.
Tamam dedi genç meslektaşı.
İlk idman, ilk toplantı derken ilk maç günü geldi çattı.
Yeni teknik direktörle bazı şeylerin değişeceğine inanan (daha doğrusu inanmak isteyen) taraftar doldurdu stadı.
Klasiktir zaten.
Teknik direktör değişikliğine giden hemen her takımın yaptığı oldu.
Galip geldiler.
Camiada bir huzur, solan yüzlere bir tebessüm geldi.
İyi bu hoca, seri galibiyetler çekeriz muhabbetleri dolaşmaya başladı.
Fakat sonraki hafta takım asıl kimliğine büründü.
Sahadan boynu bükük ayrıldılar bu sefer.
Deplasmandır, olabilir yorumları yapıldı.
İç saha maçı,şok bir gol ve tek farklı bir mağlubiyet daha…
Homurdanmalar tekrar başlamıştı.
Deplasmanda bir mağlubiyet daha alınca genç teknik adamı bir telaş aldı.
Dayanamayıp açtı ilk mektubu.
Yazan ibare tuhafına gitmiş, aynı zamanda şaşırtmıştı genç hocayı
Aynen şöyle yazıyordu;
‘Futbolcuları kötüle!’
Bu söylediğim de tuhafına gitmesin, budur bu işin raconu.
Bu hafta da galip gelemezsem sarılırım yılana dedi genç teknik adam.
Üç puan alınamayınca artık farz olmuştu mektuba uymak.
İyi oynuyoruz ama bazı oyuncular ‘ben’ duygusu ile hareket ediyor.
Böyle olmaz.
Ben teknik ve taktiği veririm, takımı çalıştırırım.
Müsait durumda arkadaşına pas verecek olan, bireysel hataları yapmayacak olan, golü ve ortayı yapacak olan ben miyim?
(Tanıdık geliyor sanki kulağa değil mi)
Futbolcularda şok etkisi yarattı bu sözler.
Aynı zamanda da ikililikler gruplaşmalar ayyuka çıkmaya başladı.
Sahiden sen bana bomboş pozisyonda neden pas vermedin, golde adamını sen kaçırdın falan…
Eee tabi huzurun, takımdaşlığın yitirildiği ortamda başarı beklemek hayaldi.
Paraşütsüz düşüş devam etti.
Ne yapsa ne etse bir çare bulamıyordu teknik adam.
Dayanamayarak ikinci mektubu da açtı.
Gördüklerine bir kez daha şaşırdı;
‘Yönetime ve camiaya salla’
Çare yok dedi.
Düzenledi bir basın toplantısı;
Takımda çok sakatlık var, doğru düzgün idman yapacak tesislerimiz yok, yaptığımız yerde de imkanlar kötü, kadro kuramıyorum
Hem bu kadroyu da ben kurmadım zaten, bu lig için çok yetersiz oyuncular alınmış diyerek verdi odunu…
Yönetimin hocayı ‘ne oluyor’ diye çağırması çok sürmedi.
Bak dediler lig bitiyor, burada at değiştirilmez. Düşmek üzereyiz kendine çeki düzen ver.
Kampa mı götürürsün takımı naparsın karışmayız.
Gereğini yap.
Kritik maçta takım tekrar mağlup olunca artık dayanamayarak son mektubu da açtı hoca.
‘Demek olmadı ha evlat, zaten diğer iki mektubu açmandan belliydi olmayacağı…
Şimdi de bakıyorsun değil mi, bu son mektup çıkışım olur mu diye.’
Olmaz evlat, olmaz.
Bu sana son tavsiyemdir.
Otur ve kendinden sonra gelecek teknik adama vermek üzere üç mektup da sen yaz şimdi…
Mesleklerle ilgili şakalar, espriler meşhurdur.
Bu hikayeyi bir aile dostumuz olan ve halen profesyonel kulüplerde teknik direktörlük yapan ismi bende gizli birisi anlatmıştı.
Kendisini de işin içine katarak, maalesef Türkiye’de sistem bu şekilde yürüyor.
Önce gittiğin camiayı översin, taraftarını methedersin sonra da işler kötü gitmeye başlayınca başlarsın zarfları tek tek açmaya…
Yukarıda yazılanlar size de tanıdık gelmiyor mu?
Anadolu’da halen bir futbol devrimi yapılamamasının sebebi biraz da bu değil mi?
Her sene 10-15 aynı ismin, şişe çevirmece oynar gibi sırayla aynı kulüpleri çalıştırması normal mi?
Şimdi gene tartışmaya başladık o gelsin bu gelsin diye.
Ben başkan olsam adayların listesini hazırlar önüme koyar, sonra da başlarım tek tek mülakata.
Göztepe hakkında soruları sıralarım.
Tıpkı iş görüşmesi gibi.
Bu camiayı tanımayanı, tarihini açıp okumayanı, taraftarını bilmeyeni, kulübün vizyonunu misyonunu incelemeyeni, amatöre giderken ne cefalar çekilmiş, buralara nasıl gelinmiş haberi olmayanı, çok büyük bir kulübe geldim diyip iki hafta sonra Antep Belediyeye, Erciyese, Tavşanlı’ya defans oynatacak olanı, sızlanmak yerine işini yapmayanı bırakın bu takıma teknik direktör yapmayı kulüp binasının önünden dahi geçirmem…
Ha bu karakteri olan var mı?
Ben bir iki kişi biliyorum.
Ama siz, piyon olsun da bunlar olmasın derseniz, bilemem.
Bu da benim size mektubumdur.
Açıp okuyup,okumamak size kalmış!
Süleyman YENGİL