Oğuz Reşat Sipahi
Göztepe ya da Türk futbol takımları şirket yapısıyla dünyaya göre oldukça geç tanıştı... Göztepe özelinden bakarsak, 1997 yılında tanıştı...
Genç Göztepelilere bir hatırlatma yapacak olursak o sezona Kamil Uçar başkanlığında başlayan Göztepe seri mağlubiyetlere engel olamamış, akabinde Bilgin grubu Yeni Asır yoluyla Göztepe'ye talip olmuş, düğün dernek eşliğinde bugün pek de ismini duymadığınız ama Göztepe'nin oluşumunun ana kaynağı olan, 1925'de kurulmuş, futbol takımına 1997'ye kadar bir ulusal lig (1950) şampiyonluğu, iki Türkiye Kupası, bir Cumhurbaşkanlığı Kupası, Avrupa Kupaları'nda bir yarı, bir çeyrek final oynatmış Göztepe Spor Kulübü Derneği, futbol şubesinin şirketleşmesine onay vererek şirket macerasını başlatmıştı...
Şirketleşince dünya pespembe oldu mu? Hayır... İlk başta paranın akışıyla iki kez ikinci lige çıkılsa da, kötü yönetimlerle İzmir'e yapılan büyük ihanetlerden biri olan İntertoto Kupası'na katılım hakkının kullanılmamasının ardından, önce ikinci, ardından, üçüncü, dördüncü ve beşinci lige (Amatör) düşüldü...
Futbol takımlarının evrim sürecine bakacak olursanız üç temel değişken görülüyor. Birincisi borç ya da rengi, nereden geldiği pek de önemli olmayan para... İkincisi takımına bağlı bir taraftar kitlesi... Üçüncüsü ise kaydadeğer ulusal ve mümkünse uluslararası başarı... Aslında bunların üçü de birbiriyle ilişkili... Üçünden biri bir futbol kulübünün öyle ya da böyle yaşamaya devam etmesi için yeterli oluyor... Üçüne de sahip olan futbol takımları ülkenin en önemlileri arasına girerken, üçü de olmayanlar er geç tarih sahnesinden kayboluyorlar... Önemli bir nokta üçünün sağlıklı bir şekilde birarada olması ise sürekli bir iyi yönetim gerektiriyor.
“Futbol takımları kulüp mü, şirket mi olmalı?” sorusuna dönelim… 2012 Nisan itibariyle dünyanın en değerli on takımına bakacak olursanız yarısının şirket, yarısının kulüp özelliğine sahip olduğunu görüyoruz. Bu bağlamda bu daha iyidir demek kolay değil... Buna karşı Göztepe örneğinden de devam edecek olursak, önemli olan nasıl yönetildiği diyebiliriz. Görüldüğü gibi dernek iyi yönetildiğinde Türkiye'nin en üst düzey takımı ortaya çıkmış, gün gelmiş A Milli takıma sekiz oyuncu verilmiş. Kötü yönetilince seri mağlubiyetlerle 3. ligin eşiğine gelinmiş, o noktada şirketleşme manevrası yapılmış. Kulübün avantajı üyelerin sürekli katkıda bulundabildiği bir yapı olması, kendi içinde yıpranmaya ya da yönetime karşı değişim yaratabilerek (Dernek-şirket değişimi ya da olağanüstü genel kurul ile kan değişimi...), gereğinde kamudan destek ile önlem alabilmesi... Başka bir artısı da iç denetim mekanizması... Dezavantajı sürekli genel kurul ortamı olursa (1997 öncesi ara ara yaşandığı gibi...) , istikrarı engellemesi... Şirketin en büyük avantajı ise Göztepe modelinde yönetime ya da sermaye sahibine yönetme güveni vermesi ya da yönetimsel istikrarı garanti etmesi... Önemli eksileri ise istikrarın yıpranması durumunda (Bilgin döneminde Aydın Bilgin-Hamdi Türkmen-Feyyaz Gülmen değişimleri, İmam Altınbaş’ı da önümüzdeki süreçte bekleyen tehlike) yönetim değişikliğinin dezavantaja da dönüşebilmesi ve hesap verebilirliğin büyük oranda ortadan kalkması. Göztepe modelinde şirketleşmeye bakacak olursak, şirket modeli Bilgin döneminde başarı (Süperlig'e çıkış ve lig yedinciliği) ardından amatöre kadar giden çöküş ile sonuçlandı... Altınbaş döneminde ise beş sezondan ikisinde sportif başarı sağlanabildi...
En iyisi hangisi? Bence en ideali iyi yönetim sabit olmak üzere hibrit model... İkisinin de avantajlı özelliklerini içeren...Mesela Bilgin döneminde derneğin avantajlarından da faydalanmıştı Göztepe AŞ, işgücü, altyapı, arsa ihdası, maddi destek dahil... Buna karşı giren ve çıkan paranın mümkün olduğunca dengeli olduğu, kitlenin maddi desteğini de içine almaya çalışan, kendi kendine yetebilmeye çalışan bir model... Göztepe çatısında imkansız değil... 15000-100.000 üyeli her sene ortalama 200 tl aidatlı bir dernek yapısı 3-20 milyon tl geliriyle şirket yapısına destek olmaz mı? Bu mümkün mü? En azından tartışmaya değer olduğunu düşünüyoum.