Hava sıcaklığı yaklaşık 25 derece.
Güzelyalı sahilindeyiz.
Herkes eşini,çoluğunu,çocuğunu almış Çeşme otobanına çıkma derdinde.
Urla-Karaburun-Çeşme civarlarında ailecek mangal,piknik yapılıp Pazar günü değerlendirilecek belli ki.
Aynı istikamete gider gibi Güzelyalı köprüsünü geçip sola dönüyoruz.
…biz gideriz tersine hesabı.
İnsanlar formalarını giymişler,kimisi kahvaltı yapıyor, kimisi ayaküstü sohbet ediyor.
Araç kalabalığı git gide artıyor.
Tatil günü,havanın sıcaklığı kimsenin umurunda değil.
Tek dert,tek sohbet; Göztepe
***
Stadyuma yöneliyoruz.
Tüm hafta beklenen maça bir saatten az bir zaman kalmış.
Etrafımız dolmaya başlıyor.
Çiçeği burnunda evli arkadaşlar eşleriyle, kimisi iki kızını alarak, kimisi de kız arkadaşlarıyla tribünde.
Sarı-kırmızı bir düğün yeri gibi adeta.
Her yaştan insan, güzel havayı, İzmir’in baharı kucaklamasını umursamadan Göztepe’yi kucaklamaya gelmiş.
Derken açık tribünden eller sallanmaya başlıyor ve ardından yankılanan bir Göz-Göz-Göztepe sesi…
İki sıra önümde 7-8 yaşlarında minik bir Göztepe’li atılıyor herkesten önce;
Göz-Göz-Göztepe…
Babası gülüp başını okşuyor.
Bir sonrakinde beraber inletiyorlar ortalığı, diğer Göztepelilerle birlikte...
Derken basamakları ağır ağır çıkan, bir poşetin içine suyunu,yarım ekmeğini koymuş 70-80 yaşlarında bir amcamıza takılıyor gözümüz.
Kemerinde sallanan evinin anahtarlarını ise Göztepe logolu bir anahtarlık süslüyor.
Oturup, titreyen yaşlı elleriyle suyunu çıkartıyor torbasından bir yudum alıyor.
Belli ki yormuş çıktığı 3-5 basamak onu.
Dert oluyor sonra bize; bu basamakları çıkarken bile soluk soluğa kalan amcam nasıl izleyecek maçı ayakta diye.
Konuşuyoruz arkadaşlarla aramızda;
Bakalım biz gelebilecek miyiz bu yaşta tek başımıza maçlara diye.
Helal olsun sana be amcam derken, gözlerimiz doluyor.
***
Stadyum neredeyse dolu artık.
Yediden yetmişe herkes ayakta maçın başlamasını bekliyor.
Herkesin içinde bir umut.
İlk yarı golsüz bitiyor.
Şaşırmıyor kimse; Klasik Göztepe işte.
İkinci yarının başlamasıyla birlikte; ilk yarıda tek göze çarpan adam çıkıyor gene sahneye;
‘93’ rakamının; bu çocuğun yaşı hepinizden küçük diye bangır bangır bağırmasına rağmen hiç kimsenin yapmadığını yapıp sokuyor tekmeye kafasını.
Geri kalan 10 futbolcunun bezginliği Tavşanlı’nın ekmeğine yağ sürerken bu genç Göztepeli , tavşan gibi koşan Halil ;Alayına İsyan ediyor adeta.
Ve bir mesaj vermek istiyor aslında, kendine ‘ağabey’ denen vatandaşlara.
‘Koşan tavşan, yatan aslandan yeğdir’.
Hadi biraz oynayın.
Tribünler biraz daha coşuyor.
İçimizde kötü futbolla yitip giden umut, rakibin 10 kişi kalmasıyla yine ‘acaba’ seslerine bırakıyor yerini.
O giriyor, bu çıkıyor ama fark etmiyor.
Çünkü formanın ağırlığı belli.
Kim girerse, kim çıkarsa değişmiyor.
Hepsine ağır geliyor.
Ve kulaklarda; nakavt olan bir boksörün duyduğu zil sesi gibi yankılanıyor hakemin bitiş düdüğü.
***
Kafalar önde bir an önce karanlık geçiş tüneline kaçma çabasında futbolcular.
Sarı-kırmızı dünyadan, renksiz bir koridora girmek tek dertleri…
Dönüş yolunda gözüm takılıyor insanlara;
Alsancakta, Konakta…
Sevgisiyle el ele dolaşanlar, biralarını yudumlayıp keyif yapanlar.
Göztepe’den, maçtan, durumumuzdan bi haber olanlar.
Nasıl da mutlular…
Cehalet mutluluktur derler hani ama Göztepe’siz bir mutluluk eksik değil midir sanki?
Sonra düşünüyorum İzmir’in güzelliğini ve futbolcuların geldikleri yerleri.
Elbette Türkiye’nin her köşesi cennet ama;
İskenderun,Rize,Mersin,Elazığ,Ordu,Urfa,Erciyes daha mı iyiydi acaba onlara?
Büyük mü geliyor bu şehir onlara,
Fazla mı geliyor taşıdıkları arma,
Ağır mı geliyor giydikleri forma,
Çok mu geliyor günü gününe hesaplara yatan para,
Aslında dedim ya ; çok güzeldir benim yurdumun her köşesi.
Belki daha da mutlu olurlar;
Çorum,Tokat,Bozüyük,Çankırı’da.
Hani diyor ya şarkıda;
'Bu aşk fazla sana!'
Dibinde oldukları için kıymetini bilmiyorlar ama;
Belki oralarda özlerler;
Nargile dumanını,kordondaki barları…
Siz düşünüyorsunuz ya; profesyonelim, burası olmazsa başka yerde de oynarım elbet diye.
Gittiğinizde de boş kalmaz bu forma, onu da hakkıyla giyecek yeni Gürsel’ler,Fevzi’ler,Ali’ler bulunur elbet.
Hiç birisi olmadı;
Halil kadar giyseler o bile bize yeter…
Süleyman YENGİL