![]()
Küçük çocuk her sabah erkenden kalkar, aceleyle yaptığı kahvaltısından sonra sokağa atardı kendini. Ve evlerinin yakınındaki durağa gelecek olan troleybüsü beklerdi büyük bir sabırsızlıkla . Sabredemezdi , çünkü o troleybüsün onu çok sevdiği yere biran önce götürmesini isterdi. Akşam olup ta eve
dönünce, hemen sabah olsun diye erkenden yatardı. Gittiği yerde gün boyu küçük yelkenlisi ile vaktini geçirir; denizin, sporun, arkadaşlığın tadına varırdı.
Öğlen olduğunda en sevdiği şey birinci kata çıkıp denizi gören terasta peynirli, domatesli ekmek sandviçini yiyerek yorgunluğunu atmak olurdu.
Bazen harçlığı yeterli ise hardallı ve ketçaplı parmak patates yerdi arkadaşlarıyla. Çoğu günler duş almadan yüzünde ve kollarındaki tuz izleriyle ve denizin kokusuyla dönerdi eve.
İlk olarak abisi götürmüştü onu oraya, Türkiye’de ilk Avrupa Şampiyonu olan yelkencinin yetiştiği yere. Ve Türkiye’ye gelen ilk optimistler ile kurs alarak başlamıştı yelkene.
Siyah beyazlı babasının aksine, abisi de o renklerin sevdalısıydı.
İstanbullu ünlü futbolcuların isimlerini vermişti onlara babası ama onların rengi farklıydı işte. O renklerin ve o unutulmaz futbolcuların hayranıydılar. Her çocuk gibi onlar da ezbere sayarlardı takımlarının kadrolarını.
Adnan Suvari geçerken mahalle arkadaşlarıyla kaldırım kenarına dizilir alkışlardı O’nu , O da gülerek ve el sallayarak mutlu ederdi onları. Ne büyük onurdu bu O’nun için.
Birinci katta parmak patates yemenin bir ayrıcalığı da buydu belki, o muhteşem sporcular bazen oraya gelirler ve yelkencileri seyrederler, arkadaşları ile sohbet ederler, birbirlerine anılarını anlatırlardı.
Hele, zaman zaman iskeleye de inen sporcuların yüzüne
güldüklerini görmesi ayrı bir keyifti. Takımın kalecisi Ali, bir keresinde onunla şakalaşmış ve ardından da ‘’atla bakalım yüzme biliyor musun? ‘’ diyerek onu denize atlatmıştı. Bu zevki ne
verebilirdi.
Sporun, denizin, arkadaşlığın ve paylaşmanın tadına orada varmış ve çocukluğunun zevkini de orada çıkarmıştı.
O zamanlar Depo durağında önünde tahta iskelesi ve pırıl pırıl denizi olan kulübünde unutulmaz iki güzel yıl geçirmişti.
Mahalledeki arkadaşlarından farkı olan bir de üstünlüğü vardı, Futbolcu abilerinin kazandığı kupaları ikinci kata izinsiz çıkarak ilk o görmüştü, sonra da mahalledeki arkadaşlarına büyük bir havayla
anlatmıştı.
Kulübün önünden otoyol geçerek, ve güzelim deniz kirlenerek başlayan sürecin sonunda kapanmıştı yelken kulübü. Parasızlık, yetersizlikler, sporun anlamını kavrayamamışlar yüzünden tıpkı binası gibi kulübün de, takımlarının da başına gelmeyen kalmamıştı geçen yıllarda.
Bugün Mithat Paşa Caddesi 1170 numarada bulunan o binanın tekrar eski günlere dönebilecek olması ilk mutluluğunu yaşattı.
Bugün körfezden geçen vapurların çıkardığı köpükler daha bir beyaz gözüktü gözüne. Bugün 30 yıl öncesinin küçük yelkencileri aynı heves için bir aradalar.
Bugün Futbol takımı layık olduğu yerde, binası da eski günlerde olduğu gibi yenilenip gururu olacak.
Ve Efsanelerin doğduğu yere büyük bir heyecanla gelecek yeniden açıldığı zaman, yanından geçip deniz tarafına geçecek, deniz çok uzakta artık iskelesine çıkamayacak ama deniz kokusu hala duvarındadır umuduyla koklayacak duvarlarını, sonra birinci kata terasa çıkacak , peynirli ve domatesli ekmeğini ısmarlayacak ve denizi seyrederken keyifle yiyecek.
Uzakta yarışan yelkencileri seyredecekler.
Hayriler, Aliler, Gürseller ve daha nice uzakta olanlar da orada olacaklar belki, hissedecek onları. Efsaneler doğdukları ve yaşadıkları yerde toplanacaklar o gün.
Ve gurur duyacaklar Göztepeli oldukları için.
Birol Özsandık
