Ankersen’den Ne Beklemeliyiz?
Ankersen’i anlatmaya, beni, kendisini araştırmaya iten iki ana sebebin ikincisinden başlayarak giriş yapmak istiyorum. Cardiff’te yaşadığım yıllarda sık sık Londra’ya gitmem gerekiyordu. Yanılmıyorsam 2020 yılının yazında, Londra’nın batı girişinde pırıl pırıl, ortasında arı olan bir arma beni karşılar olmuştu. İngiltere’nin ulusal liglerini bile kendi meşrebince takip eden bir insan olarak, ilk defa gördüğüm bu arma, araştırmacı ruhumu tetikledi. Kendi kendime, kıyıda köşede kalmış bir takım heralde diye düşünürken bir yandan da eğer öyle ise nasıl olur da böyle güzel bir stadı olur diye kendime sorular soruyordum. Sonuçta statların rant uğruna yapılmadığı bir ülke. Futbol takımı bile olmayan yerlere (Tire, Kütahya, Edirne vb.) tutup da kimse stat yapmaz. Otobüs sakin sakin ilerlerken, bir gözüm arıda biz gözüm telefonda, Google Maps’e girip bir kaç yüz metre ötede cıvıl cıvıl parlayan armanın Brentford’a ait olduğunu gördüm. Biraz daha derine inince kulübün bir kaç yıldır topyekün bir modernleşmeye gittiğini ve bunun bir parçası olarak stadın, tesislerin ve hatta armalarının bile bu yenilenme furyasından payını aldığını öğrendim. Biraz daha kazdığımda Futbol Direktörlerinin Rasmus Ankersen olduğunu gördüm. Bu ismi ilk defa görmüyordum.
Gelelim ilk sebebe. Hemen hemen her futbol sevdalısı gibi ben de ara ara bahis oynamaktan keyif alıyorum. Özellikle son 6-7 senedir en çok takip ettiğim ve bahis yaptıığım liglerden biri de Danimarka ligi. Sözün nereye geldiği eminim artık bellidir. Midtjylland. Artık herkesin aşina olduğu gibi Midtjylland’in başkanının da Ankersen olduğu saniyesinde aklıma geldi. Açıkçası ilk hissettiğim şey böyle bir şeyin nasıl olabileceğiydi. Aynı anda hem Danimarka’nın futbolda parlayan değeri Midtjylland’in başkanı hem de Brentford’un futbol direktörü nasıl olabilirdi! İsim benzerliğidir, iki işten birini vekili yönetiyordur düşünceleri arasında gidip gelirken, kendisinin sadece bu iki görevi yapmadığı aynı zamanda “en çok satan” kategorisine girecek kitaplar yazdığını, konuşmalar yaptığını, yatırım ve danışmanlık şirketleri kurduğunu da gördüm. Araştırdıkça, okudukça hayranlığım arttı. Ama benim bu yazıda asıl bahsetmek istediğim saha içinde ne olduğu. Bizim için belli ki tek önemli şey bu J
Öncelikle kendi adıma beklediğim ilk şey keskin bir mentalite değişikliği. Rasmus’un pek çok konuşmasında ve yazısında kaynayan kurbağa anektodunu kullandığına şahit oluyoruz. Yanlış giden şeylere tepki verilmediği, “düzelir” diye beklendiği ve yanlışların birbirini izleyerek kurbağayı kaynatarak öldürdüğünü vurgulamak istiyor bu anlatımıyla. Bizim de Göztepe olarak başımıza gelen tam olarak bu oldu. Ancak şunu da unutmamak lazım ki Rasmus az önce bahsettiğimiz iki takımda da göreve geldiğinde hali hazırda yükselişte olan yapılar, paralı yatırımcılar tarafından devralınmış ve bunun üzerine daha sağlam yapılar kurulmuştur. Bu parantezi kapamadan önce, Göztepe ile bu iki örnek arasındaki daha da önemli olan bir farka daha değinmem gerekiyor ki beklentiler tutarsız bir şekilde göklere çıkmasın. Üç takımın altyapı sistemleri birbirleriyle tamamen farklı. Kısaca, Brentford 2016 yılında radikal bir şekilde altyapısını söz gelimi kapatmış ve Londra’nın diğer Premier Lig kulüplerinin serbest bıraktığı ve ülke dışından yetenekli gençleri hasat etmeye dayalı, geleneksel altyapıdan uzak bir gençlik sistemi kurmuştur. Midtjylland ise hepimizin hayallerini süsleyen, çok sayıda alanında uzmanlaşmış profesyonelin (bunlara taç antrenörü, duran top antrenörü gibi bize uzak dallar da dâhil) çalıştığı, veri bilimi ve performans analizi gibi çığır aşan yöntemlerle takım performansı ve bireysel performansların geliştirdiği sistemler üretmiştir. Biz de ise çocuklarımız yokluk içinde varoluş mücadelesi vermekte. Ülke ve takım potansiyeli göz önüne alındığında bu iki takımdaki sistemi harmanlamak en akıllıcası olacaktır ki bunun için hepimizin malumu altyapı tesisi olmazsa olmazdır.
Göztepemize gelelim. Bu sezon, yabancı sınırı, yatırımcıların ülke futboluna aşina olmayışları ve nispeten yeni sezon hazırlıklarına geç başlanması sebebiyle, yeni yatırımcılarımızın alışıla geldik, başarısını kanıtlamış yaklaşımları olan veri güdümlü analize dayalı, “moneyball” transfer yöntemleriyle çok bir şey elde edileceğini sanmamakla beraber, bu yola doğru ufak adımlar bekleyebiliriz. Bu sezon için asıl beklentim, pragmatist ve hızlı hareket ederek sezonu kurtarmalık aksiyonların alınması. En olası ve bizim için en olumlu senaryo bu gibi duruyor. Normal şartlarda kulüp politikası olarak genç yetenekler hedeflenirken (bkz. Southampton geçtiğimiz sezon 20 yaş altındaki oyunculara en çok süre veren kulüp) zaman zaman kulübü vitrinde tutmak için çıkarcı önlemler almaktan kaçınmamaktalar (bkz. Vagner Love’un geçen sezon Midtjylland’e transferi). Love transferine karşın aynı sezon yapılan transferlerin yaş ortalaması sadece 23. Sözün özü, benim beklentim önümüzdeki sezon tecrübeli ve iddialı bir kadroyla yeniden Süper Lige dönmek yönünde. Gelecek sezonlarda ise hedef, daha genç ve gelecek vadeden futbolcuları parlatıp kar etmek olacaktır. Bunun en bariz örneği ise geçtiğimiz sezon, futbolcu satışlarından Midtjylland’in kasasına 22,74 milyon Euro kar olarak girmiş olmasını verilebilirim. Bunun anlamı; gelecekte çok seveceğimiz isimleri satacağız ancak vitrinden inmemek için Avrupa kupalarına devamlı katılacağız.
Biraz daha sahanın içine girelim. Samimi olarak düşüncem (sadece Göztepeliyim diye böyle düşünmüyorum) Türkiye’de oyun felsefesi en net belli olan takım Göztepe. Ben kendimi bildim bileli, topa sahip olan, direkt ve dikine oynamaya çalışan, kanatları etkili kullanan, çizgilere kadar inip, “half space”i daha bu tabir ortaya çıkmadan aktif kullanan bir takımdır Göztepe. Bu sezondan önce en son küme düştüğümüz sezon bile kendi sahamızda o sene şampiyon olacak olan Rizespor’u kendi sahasına mahkum etmiş ve fark olacak bir maçı tek golle kazanmıştık. Aynı sezon Türkiye Kupasında bir üst ligde mücadele eden Hector Cuper’li Ordusporu Atatürk stadında sürklase ederek elemiştik. Düşmek, çıkmak bir kenara Göztepe bir oyun oynardı, öyle ya da böyle karşısında kim olursa olsun çıkar oyununu oynardı. Özellikle İlhan Palut döneminde, pragmatist bir yaklaşımla bu kimliğimizi keskin bir şekilde kaybettik. İlhan Hocayı en son güne kadar savunduğumu tekrar belirtmeliyim. Hala da aynı görüşteyim, başarılı bir teknik direktördü, bu işlere kafa yoran aksaklıklara çözüm getiren bir futbol insanı ki Konyaspor’daki başarısı da bunun bir kanıtı. Kendisi adına gerçekten mutluyum. Problem bizim futbol felsefemizi öyle ya da böyle oynatacak teknik personeli bulup getirememekte. İlhan Palut’un elindeki kadronun yetersizliğini kabul ediyorum ama zaten paragrafın başında da dediğim gibi biz düşerken de çıkarken de bu oyunu oynadık. Genetiğimize uygun hareket etmemiz gerekirdi.
Bu noktada samimi olarak belirtmeliyim ki, Midtjylland’i izlediğim her maçta (yüzden fazla maçını izlemişimdir) düşündüğüm şey tam olarak oynadıkları oyunun bizim genetiklerimizdeki oyuna çok benzediği olmuştu. Çoğu zaman imrenerek izlemişimdir. Göze güzel gelen oyunlarının en önemli göstergesi son sezonların hemen hemen hepsinde liglerinin en çok gol atan iki takımından biri olması. Açıkçası amacınız futbolcu pazarlamaksa açık ve akıcı bir oyun sadece hücum oyuncularının değil, işleyen bir sistem içerisinde savunma oyuncularının ve kalecilerin de yeteneklerini daha iyi göstermelerini sağlayacaktır. Danimarkalı’nın geleceğini öğrendiğimde beni en çok heyecanlandıran şey de en azından uzun vadede kendi DNAlarımızdaki futbola dönecek olmamızın umudu oldu. Hiçbir Türk spor yöneticisinde ya da izleyicisinde sahada oynanan futbol temel sorun olmamıştır. Sonuç alındığı müddetçe tekniğin taktiğin önemi yoktur bizde. Bu noktada, bizim açımızdan bunun değişeceğini bekliyor ve temenni ediyorum. Biz ne oynamak istiyoruz? Bize bu oyunu kim oynatır? Soruları teknik direktör seçiminde ilk cevabı aranacak, oturulan masada ilk konuşulan şey olacaktır diye umuyorum ve tahmin ediyorum.
Yazıyı toparlayıp bitirmeden önce, bir iki söz de Mehmet Sepil ile ilgili söylemem gerekiyor. Çok güzel başlayan, devamında zaman zaman durağanlaşan zaman zaman hareketlenen, hareketlenen zamanların çoğunda (stat açılışı hariç hepsinde) hepimizi yıpratan bir dönemi geride bıraktık. Gelinen noktada, tüm tribünü karşısına almış, kendisini savunmak bir yana iyi tek kelime edecek insanlara daha bir şey demeden sepilist benzeri yakıştırmalar yapılan, sevgiye ve saygıya dair en ufak bir his bile hissedemediği noktada, en kolay ve belki de kendisi için maddi açıdan daha karlı seçeneklere yönelmeyerek, Göztepemize çok büyük bir hizmet daha yapmıştır. Bugün Cart Yapı, Curt İnşaat ile yola devam ederken twitter’da ağız dalaşları, tribünü baskılamak için çeşitli tehdit ve şiddetlerle mücadele ediyor olmamız çok muhtemeldi.
Yazıyı toparlıyorum. Yatırımcıların en önem verdiği şey altyapı tesisleri olacaktır. Buna ne kadar hızlı aksiyon alabilirler, kestiremiyorum ama tesisler yapılana kadar elle tutulur bir başarı beklemiyorum. Brentford yeni stadı bitmeden Premier Lig’e çıkmadı. Bunu göz önünde bulundurarak düşündüğümde Süper Lig’e çıkarız ama bütçenin büyük bölümü tesise aktarılır sonucuna varıyorum. Bu dönemde Southampton’dan ve Brentford’dan kiralık genç futbolcuları izlememiz çok muhtemel. Türkiye, hala bakir sayılabilecek ve güncel kurları da göz önüne alırsak, deyim yerindeyse yağmalanmaya çok müsait bir ülke. Bundan da faydalanmaya çalışacaklardır. Gözlerine kestirdikleri genç yetenekleri ucuza Göztepe’ye getirip karla Southampton’a ya da iyi para veren diğer taliplere göndermeleri yaşanacak yüksek ihtimalli senaryolardan biri. Tüm bunların sonunda, ilerleyen senelerde, devamlı Avrupa kupalarına giden, göze güzel gelen, akıcı, ofansif, genetiğimizde yatan futbolu oynayan, Süper Lig’de şampiyonluğa oynayan bir takımımız olacak.
Her şey tek büyük Göztepe için
Saygılarımla
Ekin Kunduz