"İzmir'in plakası kaç?"
Evde oturuyorduk. Bunda bir tuhaflık yok. Tuhaf olan babam da gündüz vakti evdeydi o hafta. lzinliymiş. Babalar yılda bir
hafta ''izine çıkmak'' diye bir şey yapıp işe gitmezmiş. Dendi ki; ''maça gidiyoruz''. Bir çanta hazırlandı; bir plastik şişede
su, yanm ekmek arası yiyecek birşeyler, bir de küçük bir örtü... Yola koyulduk.
Stada gelince örtü çıkanldı, beton oturma yerine serildi, yeme içme faslı başladı. lşte bu esnada takımlar belirmeye başladı yeşil alanda; rengarenk şortlar, formalar, çoraplar giymiş bir sürü adam. Herkesin ilk kez maça gittiğinde soracağı sorunun
babaya soruluşu var sadece o maçtan hatırlanan: Yanda oturan adam bağmyor ''Ofsayt, ofsayt!''. ''E, ofsayt ne baba?'' Baba an
Iattı mı, anlattıysa ofsaytın ne olduğu anlaşıldı mı, o da müphem. Ama unutulmayan şu, takımlardan biri sarı-kırmızı
renklerde, diğeri ise san-lacivert. lkincisi Fenerbahçe, o tamam da, birincisi Galatasaray değil işte. Mekan lzmir, dolayısıyla Fenerbahçe'nin karşısındaki de Göztepe.

Biri bağırdı ''Hadi be oğlum Fuji!'' O ne demek? Mehmet'miş futbolculardan birinin adı ama Fuji Mehmet derlermiş, Iakabıymış. Maç kaç kaç bitti, kayıtlarda yok. Tek hatırlanan maçın sonunda bir stad dolusu adamın ''milyonluk eşekler'' diye bağırdığı. Çünkü Göztepe kazanmış maçı, böyle bağırmca Fenerli futbolcularla dalga geçiliyormuş. Onlar bir iki milyondan aşağı transfer ücreti almayan pahalı adamlarmış; onlara müstahakmış.

lkinci hikayede mekan gene ev ve gene evde ''maça gidiyoruz'' lafları. Ama bu kez aradan birkaç yıl geçmiş olduğundan,
artık hafıza, depolamaya hazır olan biteni. İstikamet, lzmir Atatürk Stadı. Tesadüf ya, gene bir Fenerbahçe maçı, ama bu
kez rakip Altay. Ne koskocaman bir yermiş bu Atatürk Stadı. Kale arkasmda konuşlanmış durumdayız bu kez. Maç başlıyor, başladı derken, Nevruz soldan giriyor ve daha ilk dakikalarda önümüzdeki kaleye golünü atıveriyor. Sonra Fenerbahçe'nin golü, atan galiba Ali Kemal'di. Ama Altay'da Nevruz tam gününde, nasıl döktürüyor. Büyük Mustafa denilen Mustafa Denizli, Zagor Zafer, ismi ve tipi ezberlenen ilk topçular işte o gün. Bakalım neler kalmış akılda. Fenerliler içeriye doğru topu dolduruyorlar ki o sırada stadta pürsessizlik. Büyük Mustafa'nın sesi duyuluyor; ''çııkkkkk! ''. Daha önce anlatmışlardı ya, ofsayt diye bir şey vardı. Kaptan Mustafa takıma emir veriyormuş, onlar çıkınca bir anda, diğerleri ofsayt olacakmış. İyi, bunu da öğrendik; ne olduğunu tam anlamadık ya olsun. Bir başka kare. Altay'ın dördüncü golü, tepeden üzerimize bir kağıt şeridi düşüyor. Kağıtlı hesap makineleri için kırtasiyelerde satılan bir kağıt rulosu; belli ki gücü yetmemiş atanın sahaya kadar ulaştırmaya. Çok iyi bildiğimizden, daha önce çok görmüşlüğümüz olduğundan değil elbette, o esnada öğreniyoruz. Gol atılınca, bir sevinme hali hasıl,olduğunda ya da takım sahaya çıkarken moral vermek için atılırmış. E biz ne yapıyoruz peki. Özenle ve sabırla, zaten çok açılmamış olan
ruloyu geriye sanyoruz. Maçın sonunda, kale arkası tribününün en üstünden, stadın dışına aşağı sarkıyoruz. Bir anda sallıyoruz ruloyu aşağıya, kağıt süzülüyor havada, bir çizgi çiziyor adeta boşluğa, bir ucu yere vuruyor, kalan kısmı yavaş yavaş süzülüyor yere doğru. lki adam var aşağıda, kaldırıp kafayı bakıyorlar. lşte kağıdın havada uçup uçup da yere düştüğü o an, epey zarnan bizi oyalayacak futbol rnacerasının da başladığı an aslında. Sahadakiler istediği kadar koştursun, tribündekiler istediği gibi sevinsin, bağırsın, kahretsin kendine ya da küfretsin. O an, bir futbol rnaçı; havada süzülüp yere düşen bir kağıt şeridinin güzelliği bizirn için. Merak ediyorsanız rnaç Altay'ın 4 , Fener'in 2 golüyle bitti. Bitiş düdüğüyle birlikte ''rnilyonluk eşekler, rnilyonluk eşekler'' diye bağırrnanın yine tam yeriydi.

Artık ilkokul ikide falanız, ilkokul öğretrnenirniz (ki kendisinin bir erkek olrnadığını belirtrnekte fayda var ) Pazartesi günü sınıfa kısık sesle geldi. Bir gün önce rnaça gitrnişler, eşi ve bizirn yaşırnızdaki oğluyla. ''Göztepe'' dedi, ''küme düştü. Ama önernli değil seneye tekrar çıkarlar.'' Her ne kadar sabahtan akşarna top oynasak da okul bahçesinde, bir de okuldan sonra sokakta, ''küme düşrne'' Iafı çok da bir şey ifade etmemişti o gün bize. Kirn nereden nereye düşrnüştü ki !

TRT spor prograrnlarında bir oyuncudan bahsediliyordu o sıralar, adı Erhan Önal. Stardart Liege takırnında oynuyorımuş,
Türkrnüş ve çok güzel bir gol atrnış. Siyah-beyaz ekranda hala aklıillızda topu bir süre sürüşü, sonra uzaktan bir şut çıkarıp
da topu ağlara asışı. Yabancı bir takırnda öyle oynarnak önernliymiş. Ve bir gün ilk kez rnilli takırna çağrılıyor Erhan Önal,
rakip Galler. Bir ev dolusu çocuk, Göztepe kürne düştü diye üzülen ilkokul öğretrneninin evinde, başka sınıfta okuyan oğluyla birlikte izliyoruz maçı. Erhan Önal atıyor golünü, evden bağıra çağıra sokağa fırlıyoruz; nedense çok seviniyoruz.

Televizyonda yabancı takırnların rnaçları veriliyor naklen. ''Bayer Münşen''in maçlarını seyrediyoruz, Alrnanya'da ''Gel-
senkirşen'' diye bir stad var, ezberledik artık adını. Bir de ne demekse ''Gelsenkirşen Park Stadı'' diyor spikerler hep. Maçın
başında ve arada aklına estikçe belirtiyor spiker; ''Ekranın sağ tarafında koyu renkli formayla yer alan takırn şu, çubuklu ile
solda oynayanlar bu''. Televizyon renksiz ya, başka türlü anlayamıyoruz. Mahallede bir Alrnancının açtığı Erlenbach Kıraathanesi var. (Okurken sondaki c ve h harflerini telaffuz etrnekte çok zorla(Okurken sondaki c ve h harflerini telaffuz etrnekte çok zorla-nıyoruz hep.) Onlarda bir makine varmış, istediğin şeyi gösterebiliyormuşsun televizyonda. Futbol maçı izletiyorlarmış televizyondan, üstelik renkli, yemyeşil görünüyormuş saha. MilIiyet Çocuk da anlatmıştı ya, yakında çarşıdan istediğimiz televizyon programını alıp eve geleceğimizi ve bir alet sayesinde izleyeceğimizi... Erlenbach'taki alet bu olmalı işte.

Bu arada sokak arası maçları tüm hızıyla sürüyor. Üzerimizde pazardan alınma tişörtler var, önünde ''Argentina 78'' yazan. Evde televizyonda istediğimiz programı satın alıp seyredeceğimizi anlatan Milliyet Çocuk'un verdiği bir poster ise, çoktan duvaraasılmış. Kağıtlarla kaplanmış bir futbol sahasında ellerini iki yana açarak tribünlere doğru koşan uzun saçlı, yüzünde çok mutlu bir ifade olan bir futbolcu var posterde, altında Kempes yazıyor.

Lafı dağıtmayıp biraz geriye dönelim şimdi. Hani demiştik ya öğretmen ''seneye tekrar çıkarlar'' diye, hakikaten Göztepe
çıkıyor tekrar 1. Lig'e. Ama sene sonunda tekrar dönüyor gerisin geriye. Denilene bakılırsa ''asansör olmuşlar''. Bir sonraki
sezon 80-81 sezonu. Toplanmış maça gidiyoruz tekrar. Atatürk Stadı'nda ve gene kale arkasındayız. Stadın içinde tek bir
boş yer yok ki bu da 70-80 bin kişi demek. Maç, ligin bitmesine bir hafta kala Göztepe-Karşıyaka maçı. Büyük gürültü,
hengame, uçuşan kağıtlar ve sonuç: 0-0. Maç sonunda yeşilkırmızılı Karşıyaka son haftaya bir puan önde girmenin mut-
Iuluğu ile tur atıyor. Bizim oturduğumuz cenahta suskunluk, onların tribün bağrıyor: ''Kaf Kaf Kaf ...' .Ertesi gün Yeni Asır gazetesinin ilk sayfasında manşette maç var: ''Bir top 80 bin aşık''. Bir de irice bir spot; bir 2.Lig maçı için dünya rekoruymuş 80 bin kişi...

Bir sonraki hafta Karşıyaka Bandırma deplasmanına gidiyor. Tren kiralamışlar. Göztepe ise lzmir'de, rakip Balıkesir. Son
dakikalara giriliyor, durum 1-1. Ama maç bitmek üzereyken Sadullah bir topa vuruyor, Balıkesir kalecisi tam tuttu derken
içeri doğru tokatlıyor (Karşıyakalılar'a göre bilinçli olarak yapıyor bunu, çünkü satmış Balıkesir o maçı) ve gol. Tribünler
yıkılıyor. Esas gümbürtü az sonra kopacak ama, Bandırma'dan haber gelip de Karşıyaka'nın berabere kaldığı öğrenildiğinde.
''Göztepe şampiyon'' anonsu yapılıyor stadda.

O gece, biz küçük olduğumuzdan olayları yerinde tetkik edemiyoruz. Evimiz de ne Güzelyalı'da, ne de Karşıyaka Balkondan bile bir şey görmemiz mümkün değil. Anlatılanlara göre, Göztepeliler bir kamyonetin arkasına bir tabut yerleştirip üzerine de yeşil-kırmızı bayrak örtüyorlar. Kalabalık bir konvoy eşliğinde Karşıyaka yalısında göründükleri anda evlerden en hafifi yumurta olmak üzere üstlerine bilumum ''malzeme'' uçuyor.

Aradan birkaç yıl geçiyor. Artık büyüklerin refakati olmadan her hafta maçlara gidebiliyoruz. O efsanevi 80 bin kişilik
maçın ardından gelen sezonda yine ''asansör'' olunmuş ve artık ''asansör'' yıllar boyunca hep aynı katta kalacak. Kapı çalımyor. Arkadaşlar gelmiş. Bayraklar, şapkalar, yola çıkıyoruz. Bir torba içinde bir gece önceden kestiğimiz küçük küçük kağıtlar var, takım sahaya çıkarken atılacak olan ''ev yapımı'' konfetiler. Muhtemelen 83-84 sezonu. Rakip bir başka sarı- kırmızılı ekip; Kayserispor. Onlar lider. Arada 4-5 puanlık bir fark var. Ama daha oynanacak hafta çok ve bu maç kazanılırsa, şampiyonluk için büyük bir iddia oluşacak. Alsancak Stadı'nın kapısında polisler bayrakların sopalarını söküyor, kınp bir köşeye atıyor. Deniyor ki; ''konfetileri de almıyorlar''. Bayrak sopası birisine vurabileceğiniz bir nesne, hadi diyelim toplanmasında bir mantık var. Peki, konfetiler? Kimse bilmiyor sebebini. Torbadan konfetileri avuçlayıp kafamızdaki şapkaların içine dolduruyoruz. Polisleri atlatmakta kararlıyız. Kapıdan tam geçerken üzerimizi arıyorlar, tam atlatıyoruz galiba derken, bir tanesi arkadaşın şapkasının kıyısından sarkan kağıda takılıyor ve eliyle şapkayı sertçe çekip çıkarıyor, yerlere dökülüyor konfetiler. Ardından diğer iki kişininkileri de çekip alıyor. Ayaklarımızın dibi küçük küçük kesilmiş kağıtlarla dolu. Biz yerde onlara bakıyoruz, o anda polis
memuru sırayla hepimize birer tokat aşkediyor; ''hadi gidin şimdi'' diyor. En azından içeri girmemize ses çıkarmadı diye Kapalı ve açık tribünler tamamen dolu Alsancak'ta. Balkon tabir edilen kapalının üstündeki açık tribüne ise sadece Kayseri'den gelenleri almışlar, yarısını doldurmuşlar balkonun. Biz açıktakiler (0 sıralar pek meşhur olan, Mustafa Topaloğlu'nun ilk ''hiti'' ''Oy Oy Eminem''den çevirme bir tezahürata) başlıyoruz: ''1zmir'de hava sıcak / Soyunma baldırbacak / Göz Göz sana
koyacak '' Burada susuluyor ve kapalıdakiler, bir kısmı yüzünü üst kata çevirerek ayağa fırlıyorlar; ''Oh Oh Kayseri'', biz devam
ediyoruz ''Göz göz sana koyacak göz göz sana koyacak''. Sonra kapalı başlıyor; ''Açık, oh oh Kayseri''. Açık tribün iki
elini havaya kaldırıp sallayan insanlarla dolu, bu mesaj alındı demek. Bu defa aynı şarkıyı onlar başlıyor söylemeye, bizim
sıramız gelince fırlıyoruz havaya: ''Oh Oh Kayseri''. Biz başlıyoruz; ''Kayseri Kayseri baksana, Şampiyonluk şampiyonluk'',
kapalı ayağa fırlıyor, başparmaklarını işaret ve orta parmakları arasına sokmak suretiyle malum işareti yaparak Kayseri tribünlerine dönüyorlar ve bağırıyorlar; '' Al Sana ,, ." Bu arada o zamanlar aynı gün arka arkaya iki maç oynandığı
oluyor. llk maç Altınordu-Babaeski arasında. Babaeski sahada ısınırken, Göztepe tribünü başlıyor bağırmaya; ''Babaeski buraya''. Babaeskili futbolcular önce tereddütte kalıyorlar, sonra bakıyorlar Altınordulu az sayıda seyirci kendi takımlarını çağırıyor. Daha kalabalık bir taraftar tarafmdan çağrılmak hoşlarına gidiyor, Göztepeliler'in Altınordulular'a nazire olsun diye kendilerini desteklediklerini düşünüyorlar muhtemelen. Toparlanıp açık tribünün önüne geliyorlar ve ellerini kaldırıp tam selam veriyorlar ki tüm tribün mali1m ayıp hareketi yaparak ''naahhh, al sana ,, diye bağırıyor. Şimdi düşününce insan bir tuhaf oluyor. Babaeskili bir futbolcu olarak böyle şey bir geçse başınızdan, tam da maçın başında... Ama tribünde insan bazen vicdansız oluyor, çok eğleniyor bu manzaralardan.

Aslında kimsenin umurunda değil ilk maç ve sonunda esas maç başlıyor. Bir gürültü, bir hengame... Bu arada her taraf
polisler oturuyor, küfür başladığında ayağa kalkıp herkesi susturuyorlar. Açık tribünün merkezi konumundaki alana amirleri geliyor, herkesi susturuyorlar.Bir yandan maç oynanıyorken sahada, bir tribün dolusu adam susmuş, bağıra bağıra seyircileri uyaran komiserin sesini duymaya çalışıyor. Yakında duranlar komiser küfür edilirse, taşkınlık yapılırsa anında dışarı atacaklarını söylediğini duyuyor. Ardından bir şarkı başlıyor; "Uçan kuşlar martılar, yeşil başlı ördekler ve tumalar vardı''. Polisler "yeşil başlı ördek'' Iafına pek hiddetleniyorlar, birkaç kişi tartaklanıyor, bir iki kişi komiserin talimatı ile dışarı atılıyor. Tüm tribün koluna girilmiş iki kişinin zorla stad dışına doğru götürülüşünü alkışlarla protesto ediyor. Ve o zamanların en tuhaf tezahüratı: "Burası Türkiye, İsrail değil''. Televizyonda her gece Filistinliler'in kollarını vura vura kıran İsrail askerlerini izleyenlerin bulduğu bir slogan bu. Ortalık yeniden sakinleşiyor. Bu arada takım atak üzerine atak geliştiriyor. Bir iki gol pozisyonu, heyecanla ayağa kalkmalar, "ah be'' diye yerine oturınalar. Tanıdık tanımadık herkesin birbirine "geliyor geliyor tamam geliyor'' demesi.

Bu sırada özellikle Tepecik civarından gelen ''kopiller'' ceplerindeki Ieblebileri teker teker alt taraflarda oturan çevik kuvvet polislerinin kasklarına atmaya başlıyorlar. Kaskına ''tink'' diye leblebi atılan polisler kafayı kaldırıp geriye doğru bakıyorlar. Atanlar tamamen sahaya konsantre olmuş havasında çaktırmamaya çalışıyorlar durumu. Ama bir değil iki değil, sonunda gayri ihtiyari bir alan belirleyen birkaç polis coplarla dalıyor araya ve şüphelendiklerinin ceplerine bakıyor, suç aleti leblebileri arıyor.
lşte o sırada altı pas içinde topu önünde bulan Sadullah, gelişine voleyi çakıyor, top kaleye girerken herkes ayakta. Bağıranlar, birbirine sarılanlar, alkışlayanlar. O sırada telsizli komiser eliyle hemen bütün memurlara direktifler veriyor. Böylece,
futbol tarihinde eşi bir daha zor görülür bir olay gerçekleşiyor: Tribünde seyircilerin arasında oturan memurlar hemen ayağa
kalkıyorlar ve etraflarındaki herkesin ornzuna birkaç kez vurarak; ''oturduğunuz yerden sevinin'' diyorlar. Omzuna dqkunularak uyarılan yerine oturuyor, polis iki üç kişi öteye gidince tekar ayağa fırlanıyor. Kayseri tribünlerinden ''Kayseri Kay-
seri'' sesleri yükseliyor ve açık tribündeki 5-6 bin kişi ayağa kalkıyor. Koskoca adamlardan ilkokula giden çocuklara kadar
herkes ''Tabelaya bakalım göbek atalım'' diye bir şarkı tutturup büyük bir mutluluk içinde oynuyorlar, kıvınyorlar, göbek
atıyorlar.

Televizyonda haftanın maçlannın özetlerinde spikerlerin kullandığı klasik cümleyle söylersek maçın geri kalan kısmında başka gol olmuyor, hakemin bitiş düdüğünü çalmasına yakın Kayseri tribünleri staddan ayrılmaya başlıyor ve herkes bir uğurlama şarkısı söylüyor onlara: ''Yar saçlann lüle lüle Kayseri sana güle güle''.

Maç bitince yaklaşık yüz kişi birlikte yürümeye başlıyor. Alsancak Gannın önünden geçip Kıbns Şehitleri Caddesi'ne giriliyor, trafik alt üst. Sevinç Pastanesi'nin önünde herkes yere çöküyor, o sıralarda pek meşhur olan ''mavi mavi masmavi"
şarkısı ''san san-kırmızı kalbimizin yıldızı'' olarak söyleniyor hep birlikte. Yürüyüş devam ediyor ancak her sokak başında
grup yavaş yavaş azalıyor. Hürriyet gazetesinin binasının önüne gelindiğinde artık 25-30 kişi kalmış. Gazete binasının
önünde deliler gibi ''göz göz Göztepe'' diye bağınlınca binadakiler camlardan bakıyor, aşağıya bir fotoğrafçı çağınlıyor: ''çek
çek çek''. Camdan bakan bir muhabir ''bekleyin geliyorum'' işareti yapıyor, aşağıya iniyor. ''Şimdi bayraklan kaldınn, ellerinizi zafer işareti yapın.'' Fotoğraflar tamam. Grup oradan dağılırken herkes günün tek golünü kaydeden Sadul1ah'ı unutmuyor: ''lmpa-
rator Sado, imparator''. Ancak yann sabah ilk iş olarak alınan gazetelerde tek kare bile fotoğraf bulamamak büyük bir hayal
kınklığı yaşatıyor. Gazetecilere asla güvenmeyeceksin işte.

Burada hemen başka bir maça atlayıp Sadul1ah'tan daha detaylı bahsetmek gerek. Hafta içi oynanan bir TSYD kupası maçı. Rakip Altınordu. ''Şeytanlar'' adıyla maruf şimdi amatör kümeye kadar inmiş olan Altınordu, o zamanlar şampiyonluğa
oynamayan ama bir nevi bugünün 1. Ligi'ndeki Gençlerbirliği gibi kıyak top oynayan çekinilmesi gereken bir takım. Hatta
1983 yılında o kadar çok gol atıyorlar ki Avrupa'da o yıl en çok gol atan takımlar sıralamasında üst sıralarda yer alıyorlar.

Maç hafta içi olduğundan Alsancak Stadı'nın tribünlerinde az insan var. lşte bu lstanbul'da üç büyüklerin maçlarını takip
ederek kendisine taraftar kariyeri yapmış olanların pek bilemeyeceği bir ortam. Az sayıda insan, maçın büyük bir bölümünde bağırılmıyor, futbolcuların birbirlerine seslenişleri rahatlıkla duyuluyor, hatta tribündekiler sahadakilerle bire bir dilayoğa giriyorlar neredeyse.

Altınordu'nun orta sahada oyun kurucusu ve kaptanı Timur, Tariş binası tarafında, kapalı önünde köşe gönderinde topu yakalamış, geri dönüp içeriye orta yapmak istiyor. Ancak Sadullah arkadan sarj yapıyor kendisine. Timur dönemiyor,
Sadullah topu alamıyor, kısa süreli bir durma anı, Sadullah arkadan iyice yaslanıyor Timur'a, vücutları birbirine değiyor iki-
sinin de. O sırada kapalıdan biri ayağa fırlıyor ve ''Sado, değdirme adama, günaha giriyosun'' diye bağırıyor. Tribünden bir
kahkaha yükseliyor, Sado duydu tabii bu bağırışı, bir an afallıyor, hafifçe elinde olmadan sesin geldiği tarafa bakıyor, dikkati
dağılıyor. Bunu fırsat bilen Timur, şık bir hareketle geri dönüyor, topu Sado'nun bacak arasından geçirip yanından hızla geçerek kendisini kurtarıyor ve içeriye dolduruyor topu. Sado'da hala bir şaşkınlık var. ''Günah'' sözcüğü rastgele kullanılmış değil burada, çünkü Sado dindarlığı ile tanınıyor camiada. O sıralarda lzmir'de yayımlanan bir spor dergisi kendisiyle röportaj yapmış ve aynı
sayıda bir de posterini hediye etmişti okuyuculara. Sadullah evinde masanın başında bir sandalyeye oturmuş, bacak bacak
üstüne atmış, üzerinde gömleği, açık renk pantolonu, ayağında siyah çorapları ve başında hacı takkesi ile Kuran okuyor.
Röportajda da bir zamanlar çok içki içtiğini, pavyonlara gittiğini, çok kısa bir süre oynadığı Beşiktaş'ta bu yüzden başarılı
olamadığını anlatıyor. Sadullah dindarlığının sembolü olan sakalları ile sahada koşarken, bir sezon başında takımın başına gelen Nihat Hoca, ''ben sakallı topçu istemem'' diye tutturunca olan Sadullah'ın ve bir diğer sakallı olan Kemal'in sakallarına olur. Takım sahaya çıktığında her ikisini de pasparlak yüzlerle görmek hiç de hoş bir görüntü olmaz. (Saçma olabilir ama bazı şeyler o
oyııncuların alameti farikasıdır adeta. Mesela tozlukları daimi olarak ayak bileklerine kadar indirilmiş olarak oynayan Prekazi'yi ya da Alman Milli Takımı'nın bir zamanlarki yıldızlarından Briegel'i diz kapağma kadar çekilmiş tozluklarla görınek de bir huzursuzluk kaynağı yaratabilirdi.)

Sadullah direnmez sakalları için ve ''ne yapalım hocamız istiyorsa kestiririz der'' .Gazetelerin yerel baskılarının spor sayfalarında da geniş haber olur Sadullah'm sakallarını kestirınesi. Berber koltuğunda sakallar kesilirken fotoğraflar, tıraşı yapan berberin görüşleri, kendisi için ''ne büyük bir onur'' olduğunu belirtmesi önemli bir haberdir o gün.. Ancak takım kötü oynadıkça seyirci huzursuzlanır, sonunda birkaç hafta sonra pankart açılmıştır: ''Sakal kestirmekle bu iş olmuyor hoca''.

Sonunda Nihat Hoca istifa ediyor ve birkaç hafta sonra Sadullah yavaş yavaş uzamaya başlayan sakalları ile sahada yerini .
alıyor yine. Ve ne zaman bir Karşıyaka maçı olsa, Karşıyaka tribünleri Sado'ya her top gelişinde bağırmaya başlıyor: ''Çorbacı Sado'ya güm diye vurdu". Rivayete göre kısa süren o lstanbul günlerinden birinde sabaha karşı ayılmak için işkembeciye giden
Sadullah, çorbacıda olay çıkarıyor (kimilerine göre mekan sahibinin karısına askıntı oluyor. Ancak sarhoşlara işkembe servisi veren bir çorbacıdan sabaha karşı mekanda karısını bulundurması da pek mantığa uygun gelmiyor galiba) ve çorbacı
Sado'yıı dövüyor. Bu olayın duyulması da Beşiktaş yönetimi için bardağı taşıran damla oluyor. Sado bambaşka bir hayata
başlamak istemişti lzmir'de, ama Karşıyakalılar kendisine "günahkar'' geçmişini hatırlatmakta her zaman ısrar ediyorlardı.
Bunu en büyük keyifle yaptıkları maç ise Karşıyaka'nın şampiyon olduğu sezonun ilk yarısmdaki maçta oluyor. Maç
boyıınca Karşıyaka defansı top gösterıniyor Sado'ya. Tüm "İmparator Sado'' sesleri cılızlaşıyor, büyük bir keyifle çorbacı meselesi gündeme geliyor. Maçm sonucuysa; 2-0. Karşıyaka bir yandan '80'lerin başma hatırlatma yapıyor; ''Hatırla Göztepe
hatırla o günü 35 metreden Murat'm golünü'', bir yandan da aradaki puan farkını beşe çıkarmanın keyfini yaşıyor. Altobelli
Rıza, Nihat, Ülken, Muharrem, Erhan var kadrolannda o sezon. Yıllarca kalelerini koruyan, koskocaman göbeği ile nasıl
oradan oraya uçtuğu hala bir bilinmeyen olan Çingene Ali de yok artık, yerinde]uriçeviç var ve çok sağlam bir kaleci.
4-5 maçtan fazla oynamayan Zoran vardı bir de, tribünde sürekli hakkında espri yapılırdı. Belgrad pazannda karpuzculuk
yaptığını ciddi bir şekilde inanarak iddia edenler bile vardı. Efsane tükenmez, bir tanesi de bir diğer Yugoslav olan Şahinoviç ile ilgili. Şahin'i aslında Kocaelispor transfer etmek istemiş, yani kaliteli bir oyuncu. Şahin de transfer çağnsı alınca atlamış gelmiş lstanbul'a. Oradan bir arabaya demiş ki; ''Beni İzmit Karamürsel'e götürür müsün?'' Adam da almış bunu İzmir Karamürsel Mağazası'nın önüne getirip bırakmış. Bizimkisi etrafa şaşkın şaşkın bakarken oradan geçmekte olan bir Göztepeli yönetici, ''Ya sen ne bekliyorsun arkadaşım?'' demiş. Şahin de durumu anlatmış. Yönetici de ''E, bizim de takımımız var burda, gel seni bir deneyelim''. lster inanın ister inanmayın ama, bu tuhaf transfer hikayesi gazetelere aynen böyle anlatılmış ve herkes de buna inanmıştır. Şahin epey kaldı İzmir'de, Güzelyalı'da oturanlar yazın kendisini yazlık sinemada görürlermiş her akşam. Yemin billah anlatırlardı, her gece film boyunca bir paket Parliament sigarası içtiğini. Ancak ardından eklemek de farzdı; Parliament'in filtresinde, sigaranın dumanını süzen özel bir kömür vardı ve sporculann hepsi bu sigarayı içerdi, atletlere bile bir zaran olmazmış.
İşte o maçın üzüntüsü içinde çıkıldı staddan, Karşıyaka artık çok avantajlı şampiyonluk yarışında. Alsancak İskelesi'nden, ne işimiz varsa, iki arkadaş Karşıyaka vapuruna bindik. Vapurun içi silme taraftar dolu, denizin üzerin.de hafif yana yatmış, suları kahverengiye çalan körfezde yol alan vapurda ortalık inliyor; elbette malum sesle: Kaf Kaf Kaf. ..Alt güvertede, bayraklan içine saklamış bizim dışımızda herkes bir mutlu ki sormayın gitsin. Vapur Karşıyaka İskelesi'ne yaklaşırken kaptan da katılıyor şölene, durmadan düdüğünü çalıyor vapurun. O esnada bir yaşlı adam peydahlanyor yammızda. ''Maçtan mı?'' diyor. Boş bulunup, ''evet'' diyoruz. ''Bir gün'' diyor ''maça gidememiştim ben. Bu dediğim yıllar öncesi siz bilmezsiniz, Gode Cengizler var o zamanlar. Vapur göründü karşıdan ama düdük yok. Tüh dedik, Göztepe yenmiş. lskeleye bir yanaştı, içinden bir kalabalık fırladı; Kaf Sin Kaf diye inletiyorlar ortalığı. Tamdıklardan birini çevirdim, dedim niye düdük çalmmadı. 'Sorma ya' dedi 'Kaptan Göztepeli çıktı'''. Kendi anlattığı hikayeye çok mutlu bir şekilde kahkahalar atıyor yaşlı adam, aklma bile gelmiyor, biz niye boş gözlerle dinliyoruz, maçtan çıktığımızı söylememize rağmen neden mutlu değiliz... Ancak ikinci devre daha beter bir durum yaşandı, ikinci maçı Karşıyaka bu defa 4-0 kazamyordu. Kötü bir yıldı anlayacağmız.

Bu hikayeci yaşlı adam figürünün özel bir versiyonun kesinlikle yad etmek gerekiyor burada. Bütün sezon boyunca oynanan tüm maçlara giden, tribünlerin daha ziyade kıyı, köşe sakin taraflarım tercih eden, hemen her maçta görüldükleri için
hangi takımı tuttuklarım anlamak mümkün olmayan ve muhtemelen de ''takım değil de adam tutanlar'' taifesinden olan yaşmı başmı almış bir insan tipidir onlar. Ellerinde daimi olarak arkasma paket lastiği ile Kivi marka yassı pil tutturulmuş küçük transistörlü radyo olan bu adamlar inamlmaz bir hafızaya sahiptirler. Son 40 yıl içinde oynanan tüm maçları, sonuçları, takım kadrolarım, takım çalıştırıcılarım ancak bir otistikte görıılebilecek bir hafıza ile ezbere bilirler. Bir özelIikleri de daimi muhaIif olmaları, oynanan oyunu çoğunlukla beğenmemeleridir. Tüm tribün yedek soyunmuş bir oyuncunun sahaya alınması için bağırırken onlar herkesi susturmaya çalışırlar, çünkü o oyuncu koftidir onlara göre. Mesela, Galatasaray'm bir zamanlar en teknik oyuncularından Arif futbolu bırakmak üzere Göztepe'ye transfer olduğunda, alemciliği yüzünden burada bile ancak ikinci yarıda oyuna girmeye başlamıştı. Maç berabere giderken tüm taraftarlar Aririn oyuna girmesini istiyor ve radyolu-yaşlı-adam'lardan birisi ayağa kalkarak herkesi azarlamaya çalışıyor: ''0 pavyonda oynar ancak, pavyonda, susun be!'' Ardmdan anlatmaya başlıyorlar; ''bunlar topçu mu eskiden Mamako Salih vardı, Demirspor'dan gelmişti'', ''Mahalli ligdeyken Ulküspor'da bir Arif vardı esas'' tam bunları anlatırken yanaklarına yapışık duran radyodan Adanaspor-Zonguldakspor maçmda gol olduğu haberini duyarlar, herkesi haberdar etmeye çalışırlar; ''Zonguldak attı bi tane. Bu Volkan çok iyi oğlan bak her hafta çakıyor''. Diyemezsiniz ki; ''Ya iyi de şu anda Zonguldak'm gol atması bizim için neden önemli olsun?'' O anlatmaya devam eder; ''Siz bilmezsiniz, Alsancak'ın zemini kömür tozu kaplıydı o zaman, Avrupa Kupası'nda Atletico Madrid ile oynuyor Göztepe. 3-0 kazanması lazım durum 2-0. İnkıtalar oynanıyor ama artık. Bombacı Halil sol çaprazdan Tariş tarafmdaki kaleye doğru bir şut çıkardı, var ya, olmaz öyle bir şey, fizik kurallarına aykırı, top gitti çatala asıldı. Öyle bir sıçramışız ki ''gooooI11'' diye sesimizi ta körfezin öbür tarafmdan Karşıyaka'dan duymuşlar''. Sonra her maçta Tariş'in duvarına çıkıp kale arkasmdan maç izleyen işçileri işaret edip, ''Aha, duvarın üstündekiler var ya, hepsi ayağa sıçradı sapır sapır stadm içine döküldüler''. Yine onların yalancısıyız, her maçta sahamn kenarında tekerlekli sandalyeyle maç izleyen izleyicilerden biri o gün işte o duvardan düşenlerden biriymiş. Siz acaba diye düşünürken, onun aklı bir anda bir zamanlar Avrupa Kupaları'nda yarı finale kadar yükselen efsane Göztepe kadrosuna gitmiştir, tüm tribüne çağrı yapar; ''Haydi çocuklar hep beraber; Fevzi, Ali, Gürseller / Nerde kaldı o günler?'' Gençler pek takılmazlar ama nedense. O da yerine oturur tekrar radyosunu dayar kulağma, tam o anda uzaklardan şut çeken bir futbolcuya sinirlenip ayağa fırlar ve bağırır; ''Ulan hayatında attm mı sen ordan gol be? Topa da vurmayı bilmiyo ki, ayağı çıkıyodu ayının az daha ! Tabii hocada iş yok, bunlar
hoca değil ki, nerde Adnan Süvari?'
'
Ama radyoyla bu kadar derin bir ilişki kuran bir tek onlar değildi. Radyo bizim hayatımızda da pazar günleri büyük bir
yer işgal ediyordu. TRT tüm maçları aym anda bir o şehre, bir bu şehre bağlanarak verdiği zamanlar. lstanbul'daki Fenerbahçe maçı anlatılırken yaym kesilir merkez stüdyodaki sunucu ''Şimdi Adana'ya Galatasaray-Adana Demirspor maçına bağlanıyoruz der. Anlarsınız ki gol oldu ya da penaltı atılıyor. Tribünlerden sanki evinizin içinde bağınlıyormuş gibi gelen seslerin arasından spiker sesini duyurmaya çalışır; ''Sayın dinleyenler Adana'da gol sağanağı var adeta. Sİzlerle birlikte olmadığımız dakikalarda baskısını iyice artıran Galatasaray az önce bir gol daha buldu''. Bütün radyo spikerlerini, o zamanki bir takımın ilk onbirini
sayar gibi seslerini, üsluplarını taklit ederek isim isim sayabilen insanlar var hala. Onlar da en az futbolcular kadar önemlidirler çünkü. En az atılan güzel bir gol kadar anlatmaya değer maçı anlatırken söyledikleri. Mesela, Galatasaraylı olduğu düşünülen Orhan Ayan, herhangi bir Fener maçını anlatırken penaltı kazandırması ile meşhur Selçuk Yula ceza sahası içinde
düşürüldüğünde bir kez bile ''Selçuk düşürülüyor, hakem penaltı noktasını işaret ediyor'' dememiştir. Daima kurduğu
cümle şudur: ''Selçuk, düştü penaltı.'' Necati Karakaya ise sakinliğiyle meşhurdur. Bugün olsa ''cool", denebilirdi kendisine. .
Beşiktaş'ın Avrupa Kupalarında rakip sahada öne geçişini anlatırken; ''Soldan içeriye yapılan ortaya Feyyaz yükseliyor ve fişek gibi bir kafa şutuyla topu ağlara gönderiyor ve Beşiktaş'ı maçın 12. dakikasında deplasmanda 1-0 öne geçiriyor'' cümlesini ''Şimdi Samet, ofsayttan doğan endirekt atışı ceza yayı içinden kullanıyor'' cümlesini kurar gibi bir tonlamayla söylemesi pek eğlenceli olmuştur hep. Ege bölgesindeki maçları anlatan Murat Ünlü'nün Fenerbahçe'nin Bordo'yu Bordo'da 3-2 yendiği maçta, şiddetli bir ağlama krizine tutulduğu için maç anlatma işini zar zor tamamlamış olması da günlerce konuşulmuş bir hadisedir mesela.

Bugün İstanbul'da dolaşırken kentin birçok caddesinde, .özellikle Gümüşsuyu, Beşiktaş, Ortaköy civarında duvarlardaki ''Göz Göı'' yazılarına, hemen yanına ya da üzerine sonradan eklenmiş ''KSK 35.5'' ibarelerine büyük bir çoğunluk anlam veremez ve hatta dikkat bile etmezken tebessümle bakıyotum. Bunlar da mı ne? Anlatalım: Karşıyakalılar daimi olarak kendilerini İzmirli saymama eğilimindedirler. ''Nerelisin?'' sorusuna 'İzmirliyim'' diye değil de "Karşıyakalıyım'' diye cevap vermeleri adettendir. Otomobillerinin arkalarında ise şöyle bir çıkartma göze çarpar: "35.5 Karşıyaka''. Bu aynı zamanda her Karşıyaka maçında rahatlıkla görebileceğiniz bir pankarttır. Elbette buna verilen cevaplar var. Göztepeliler kendilerine "Tam 35'' sloganını bulurlarken, İzmirspor taraflarları, biraz da Eşrefpaşa delikanlılığı girdiği için işin içine, tribüne ''Harbi 35'' pankartı asarlar. Altay bu tartışmaya, ağırbaşlı tavnyla bugüne dek pek katılmamış gibi görünse de son zamanlarda, özellikle Eskiizmir grubunun bulunduğu tribünde
''Gerçek 35'' pankartı boy göstermeye başlamıştır. Tamam kabul, şehrin plaka numarası üzerinden yürüyen bu atışma dışarıdan bakınca pek de manalı görünmeyebilir. Ancak futbol tribünlerinde dışarıdan bakınca manalı görünmeyecek bunun gibi yığınla takıntı var.

Şimdi daldan dala atlayarak bu kadar gereksiz hikayeyi ne diye anlattık? Çünkü, futbol sohbeti keyiflidir. Ve galiba yazmak değil de esasen konuşmak keyiflidir; konuşurken daldan dala atlamak daha kolay olduğundan belki. Mevzu futbolsa, geçmişten bahsetmek, hatırat döktürmek çok da zor ve çok da tuhaf değildir. Çünkü galiba futbolda esas keyifli olan geçmişten konuşmaktır. Bir sezon öncesi bile bu sezondan sohbet malzemesi olarak daha çekicidir çoğu zainan. Belki de güzel
olan da oynanan maç değil, bitmiş maçtır, eskidikçe güzelleşir futbol maçları. Bazı yaşını başını almışların hep eski topçuları
beğenip de bugünkülerden yakınmasını böyle açıklamalı belki de. Futbol sohbetlerinde eskiyi hatırlamak bir kıdemdir aynı
zamanda. Eski futbolcuları, eski maçları hatırlamayana "futbol yorumu yaptırmazlar''. Ve eğer geçmişe dair çok ince bir detay
hatırlatırsanız karşınızdakine ve o da hatırlıyorsa aynısını sohbetin şahikasına varmışsınız demektir:

l982 yılında SSCB-Brezilya maçında 1-0 SSCB önde iken Brezilya'nın beraberlik golünü kim atmıştır? Zico mu Eder
1 mi? Peki o maçta atılan ve yıllarca jenerik olarak kullanılan bir gol vardı, o kimindi? Hani bir futbolcu kendisine verilen
pasa dokunmuyor, sakince bacaklarını açıyordu, bacak arasın dan geçen topa arkalardan gelen bir başkası vuruyordu ve asıyordu ağlara topu. Bacaklarını açan Socrates miydi? Yoksa bacaklarını açan Zico, topa vuran mı Socrates't.i? Ya, bir vakitler
Hollanda milli takımında oynayan PSV'li Kerkhof kardeşlerin ön isimleri nelerdi? Willie Van Der Kerkhoff muydu biri? Ya
öteki? Bayem München ile Porto arasında oynan finalde topuğuyla çok şık bir gol atan Cezayirli Porto oyuncusunun adı
neydi? Tabii ki Madjer...

Eğer sizinle aynı zamanlarda aynı maçlara, tribüne takılmış birisini bulursanız, illa ki dünyaca tanınmış yıldızları da konuşmanız gerekmez. 1980'lerin ortasında oynanmış bir Göztepe-Manisa Vestelspor maçında dört gol birden atan Göztepeli
futbolcu üzerine de konuşabilirsiniz. Siz bunu söylersiniz, diğeri; ''Hasan'dı 0'' der. Birlikte ertesi günkü Yeni Asır gazetesinin manşetini hatırlar gülersiniz: ''Yağma Hasan Böreği!'' ve büyük keyifle, aynı o tribünlerdeki yaşlı adamlar gibi '80'li yılların 2. Lig yıldızlarından, Altınordu'daki Timur'dan, Şakir'den, lzmirspordaki Levent'ten, Sancar'dan, Cevdet'ten, Orduspor'daki Mahmut'tan, Muğlaspor'daki Gazi'den, Yeni Salihlispor'daki Halim'den (sonra Beşiktaş'ta oynayacaktı), Hikmet'ten Karşıyaka'daki Murat'tan, Muharrem'den, Altobelli Rıza'dan, Pıtırcık Nihat'tan, Çingene Ali'den, Göztepe'deki Rambo Alparslan'dan, Hüsnü'den, Fuji Mehmet'ten, Altay'daki Kıbrıslı Mete'den (ve tabii Mete'nin Samsunspor'un yaşadığı o
trafik kazasında hayata veda ettiğinden) bahsedersiniz, duysalar kendileri bile inanamaz belki, onca yıl sonra birilerinin on-
Iarı hatırladığına. Bu isimler dökülmeye başladığında hikayeler de dökülür. İzmirsporlu Levent (Eriş), çocukken Dünya Çocuklararası Penaltı Yarışması'nda ikinci olmuştur, birinciliği kaptırınasının sebebi ise son penaltıyı direğe nişanlamasıdır. Bu anlatılır durur durmadan, ancak kendisinin herhangi bir şutu ya da penaltısı direkten dönerse Yeni Asır'ın illa ki ''Levent'in direklerden çektiği'' minvalli bir yazı yazılmasının adetten olınası...

Bir Orduspor maçında maçın başlarında ayağına bir darbe alan Mahmut'un hafif topallayarak maçı tamamlaması ve tribünde
yanınızda oturan bir adamm tüm maç boyunca usanmadan ve üşenmeden ve hiç durmaksızm ''Tamam Mahmut iptal, Mahmut iptal Mahmut'' demesi ve bunun gece rüyanıza bile girmesi... Kötü gitmiş ve hiçbir iddianın kalmadığı bir maçta, rakip takım oyunculanndan birine tribündeki 300-400 kişinin ciddi şekilde gıcık olup kafayı takması ve Rambo Alparslan'ı o
futbolcunun sırt numarasmı da söyleyerek ''Apo, kemik sesi'' diye doldurması, sonunda Apo'nun tribünlerden gelen ''haydi
Apo haydi'' bağnşlan arasmda göstere göstere çift dalması ve kırmızı kartı gördükten sonra, ayağmdan çıkanp eline aldığı
kramponlannı havaya kaldırarak görevini yapmış olmanın gururu ile tribünleri başıyla selamlaması ve tribünlerin bu arada
''rambo... rambo... rambo, rambo, rambo'' diye bağırarak kendisini alkışlaması... Kayserispor'la şampiyonluk için çekiştiği-
miz yıl, sondan bir önceki hafta lzmir'de, Yeni Salihlispor'un kendileri için hiçbir önemi olmamasma karşm maça deli gibi
asılmalan ve 1-0 önde götürdüğümüz maçm son dakikalannda Hikmet'in bir gol atarak Göztepe tribünlerinin önüne doğru koşması, Salihli'den gelen taraftarlann şampiyon olmuş gibi sevinmeleri üzerine büyük bir arbede yaşanması, ortalığm karışması, polisin coplarla tribünlere dalması, olaylann maç çıkışında da sürmesi, taşlı bir çatışmanın ardmdan Salihli'den gelen otobüslerin geriye camsız olarak dönmeleri ve o gece sinirden uyuyamamamız Yeni Salihlispor'a bugün hala elimde olmayan bir antipati taşımama yol açmıştır. (Ki Hikmet bir ya da iki sezon sonra aynı şeyi Tarsus ldman Yurdu'na son maçta yapmış ve saharnn içi bir anda kanşmıştı. Tarsus halkı ayaklanınca şehri kadın kıyafetleri içinde terk etmek zorunda kalmıştı)

Burada Altmordu maçlannm bizim için ayrı bir öneminden de söz etmek gerek. Ortaokuldaki müdür muavinimiz, aynı zamanda Türkçe öğretmeni, çok sıkı bir ülkücü olduğunu her fırsatta vurgular, derste ''Canını veren başını vermeyen şehit'' tadmda hikayeler anlatır, haçlı seferlerinin hala devam ettiğini söyler durur, bütün bunlan anlatırken sıkıldığımızı sezerse ya da bayrak töreninde iyice bağırmadığımızı görürse yanımıza gelir ''sen bir vatan hainisin defol'' derdi. Sabah okula girerken ayağımızda spor ayakkabı olduğunu görürse ayaklarımızı tekmelerdi de kendisi aynı zamanda sıkı bir Altınordu taraftarıydı. Bir zamanlar Altınordu'da futbola başlamış, genç milli takıma seçilmiş, Bulgaristan'la oynanan bir maçta çok kötü sakatlanarak futbol hayatına erken veda etmişti. Altınordu'nun maçlarını kapalı tribünün sağ tarafında, en önde ayakta izlerdi. Ucuz olduğu için gittiğimiz balkon tribününden aşağıya bakar kendisini izlerdik. Ve maçı Göztepe kazandığında, tüm bir öğretim yılının intikamını alma vakti gelmiş olurdu. Maçın son dakikalarında kapılar açılınca hemen kapalı tribüne iner, maçın son düdüğünü bekler, düdükle beraber, sarı-kırmızı atkı ve şapkalarla önune geçerdik 'İyi günler hocam nasılsınız?'' O da bizi ''defolun gidin lan, hadi kaybolun'' diye kovalar, bizse sırıta sırıta bakmaya devam edince bize doğru birkaç adım atardı, biz de kaybolurduk hemen. Bir maçtan sonra, bizden birisi, maç çıkışında sanki müdür muavinini görmemiş gibi önünden ''kırmızı götlü şeytanlar, şeytanlar'' diye tempo tutarak geçmiş, ancak bu "kendisini görmeme'' durumunu hiç inandırıcı bulmayan muavinin, daha sonra okulda da sürecek şekilde gazabına uğramıştı. Şimdi tabii; bu "kırmızılı şeytan'' konusunun ne olduğunu sormakta haklısınız. Açıklayalım: Altınordu takımınıın lakabı; şeytanlar. Takım sahaya çıktığında taraftarları "Şeytanlar'' diye üçlü çektikçe, karşı tribün tempo tutardı: "Kırmızı götlü şeytanlar, şeytanlar''. Bunun. da sebebi, renkleri kırmızı-lacivert olan Altınordu'nun bir vakti zamanında maçlara kırmızı şort ile çıkmış olması. Öylesine tutmuş ki bu zamanında, Altıııordu artık hiç kırmızı şortla oynamıyor olmasına karşın herkes böyle bağırırdı.

lzmirspor'un lakabıysa; Şimşekler'di. Onlar da şimşekler diye üçlü çekerlerdi. Onlara verilecek yanıtsa; "şim şim şimşekler eşşoğlu eşşekler'' olurdu. Bugün bakıldığında naiflik sıııırlarını bile zorlayacak tarzda tezahüratlar tabii. Hele Karşıyakalıların "Göz Göz Göztepe'' diye bağrılınca "göz göz göztepe gözün çıksın tepede'' diye karşılık vermeleri. Ancak haklarını teslim etmek gerekirse, Bandırma ile oynanan maçlarda, "Bandırma Bandırma'' diye bağıran seyircilere, Karşıyakalılar'ın ''Bandırcam, bandırcam" diye karşılık vermelerini her zaman
gerçek bir yaratıcılık şaheseri olarak görmek lazım. Aslında bütün bunların, futbol denilen oyunun, tribünde yaşanan abuk sabuk hikayelerin, o yeşil çimlerin üzerinde birkez olsun topa öyle yükselip bir kafa çakabilme hayalinin 13-14 yaşlanndayken ne diye bu kadar büyüleyici geldiğini anlatmak için tek bir hikayem var:

Mahalledeki boş bir arsa. Ayaklarımızda Sportaç marka kramponlar ya da Raf, Panter, reklamlarında Cemil'in oynadığı
Esem Sport ya da kendisi Converse All Star'dan taklit ama ismi Adidas'tan mülhem Saidas marka ayakkabılar. Tozlu bir saha, dört tane taş ve çılgın bir maç. Herkes, top ayağına geldiğinde, hem olabildiğince topla oynamaya çalışıyor, hem de bir
yandan bir spiker gibi kendi yaptığı hareketleri anlatıyor. Ama en beğendiği yabancı futbolcunun adını alarak: ''Maradona,
topu önüne aldı, karşısındakine bir çalım, diğeri geldi, ona da bir çalım...'' Mahallenin en gözde genç kızlarından birisi de kıyıda durmuş nedense öylesine maça bakıyor. Bizden bir iki yaş, büyük olan Zafer ise balkondan bu durumu kesiyor, ki kendisi
Altay genç takımında oynamakta. Birden aşağıya geliyor, üzerinde bembeyaz kar gibi şortu ve siyah-beyaz çubuklu forması, yine göz alan bembeyaz tozlukları ve yeni boyanmış siyah ıkramponları var. O da oyuna giriyor. Fazla koşmuyor, pas alıyor veriyor, beceriksiz hareketlere hiç kızmıyor. Tamamen sakin. Sonunda soldan gelen bir ortaya, bizim yapmamızın, mümkün olmadığı bir güzellikle zıplayarak vuruyor, kafasından seken top uzak alt köşeden gol oluyor. Hiç istifini bozmuyor. Ağır ağır santraya doğru yürürken, duruyor ve eğilip üzerinde siyah lekeler oluşmaya başlamış beyaz tozluklarının birinden bir tarak çıkanyor. Topa kafa vurduğu için bozulan saçlannı tararken yan gözle sahanın kıyısındaki genç kızımıza öldürücü bir bakış fırlatıyor. Ve biz orta sahada onun tozluktan çıkardığı tarakla saçlannı tarayışını, kızın da ona gülümsemesini seyrediyoruz şaşkınlıkla ve biraz da imrenerek.

Ve bugün, 1stanbul'da, herhangi bir yerde başlayan futbol sohbetinde, en korkutucu soru: ''Hangi takımı tutuyorsun?''
Korkutucu çünkü, ''Göztepe'' cevabı üzerine gelişebilecek diyaloglar epey can sıkıcı oluyor. Kimi zaten bu soruyu bile sormadan; ''Sen Fenerli misin?'' diyor mesela, ''hayır'' cevabı alınca ''Demek Cim Bom'' diyor. Yaşı geçkince olanlardan çıkan bir grup ise cevabı alınca; ''Vay'' diyorlar ''Zamanın efsanesi. Ama senin yaş kaç? Sen bilmezsin o zaman lngiliz Nevzat, Bombacı Halil, Kaptan Gürsel zamanlanm. O zamanlar Adnan Süvari vardı takımın teknik direktörü, Fatih Terim'den yıllar önce adam gibi top oynatırdı takıma". En ciddiye alınmaması gereken grup ise; ''Göztepe mi? O ne ya?'' diyenlerdir, hiç uzatmamalısınız sohbeti. En kötüsü en sona kaldı. Onlarla diyalog şöyle gelişir:

-Hangi takımı tutuyorsun ?

-Göztepe.

Futbolla ilgilidirler, bilirler, maçlan takip ederler ama onlar için esas olan ''büyük maçlar''dır. Aslında onlann da futbol
sevgisinin de ciddiye alınacak yanı yoktur, çünkü dünya kupasındaki maçları, çeyrek finalden itibaren gereksiz takımlar
elendikten sonra izlediğini hiç çekinmeden yazan gazete yazarlanmn şürekasıdır onlar. Küstahça şöyle derler:

-Aaa! Ama niye ki?

Niye mi?*

(*) Burada, Yıldınm Tükenmez'in 18.03.2000 tarihinde, Izmir'de oynanan Göztepe-Galatasaray maçmdan sonra tüm gazeteler tribünlerdeki san-kırmızı kalabalık görüntüyü "yer gök san-kırmızı" gibi spotlarla Galatasaray'a mal ederken: yazdığıı maç yorumunda yer verdiği şu cümleleri nakletmek ve kendisine gecikmiş bir teşekkür yollamak da farz galiba:
"lzmir Atatürk Stadmda taraftar sadece san-kırmızı renkleri değil aynı zamanda tribünleri de eşit düzeyde paylaşıyorlardı. Bir tarafta Avrupa'da rakip tanımayan Galatasaray, diğer tarafta ise kümede kalma mücadelesi veren Göztepe. Türkiye'de herkes başannın arkasından koşarken Göztepeli yandaşlar takımlannın performansına bakınaksızın tribünleri Cimbom taraftarları kadar
doldurabiliyorlardı. lşte taraf ya da taraftar olma bilinci de bu olsa gerek. Tartışılır kazanımlann değil bir, bir şehri, bir semti simgeleyen renk, kültür veya duyguların her ne pahasına olursa olsun sonuna kadar desteklenip arkasında sırnsıkı dimdik durabilmektir güç olan.Sonuç olarak şu da bir gerçek ki Göztepe'nin ürettiği futbol ne kadar geri olsa da Göztepe gibi takımların taşıdığı seyirci potansiyeli ve düzeyi nedeniyle artışıyla sağlıklı zemine oturacaktır ya da gerçekteşecektir."
Serkan Seymen
Tanıl Bora'nın derlediği "Takımdan Ayrı Düz Koşu" adlı Kitaptan Alıntıdır

 

 

YORUMLAR

KÖŞE YAZILARI

  • İnstagrama kayıtlı 52 milyonluk örneklem üzerinden bakarak Türkiye’de hangi takımın kaç taraftarı var? İnstagrama kayıtlı 52 milyonluk örneklem üzerinden bakarak Türkiye’de hangi takımın kaç taraftarı var?
    Written by Oguz Resat Sipahi 10 May 2020
    Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk Hangi takımın daha çok taraftarı var? Bu soru çok iç gıdıklayan bir soru biliyorum. Pazar Pazar maçlar da yok. Nereden aklıma geldi diye sorarsanız Dövletimiz sağolsun. İnstagramda Kumluca-Olimpos alanının yüce Dövletmiz tarafından 1. derece sit alanı konumund...
  • Ülkemizde 1098, dünyada 108319 kişiyi covid19 kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik... Ülkemizde 1098, dünyada 108319 kişiyi covid19 kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik...
    Written by Oguz Resat Sipahi 12 Nisan 2020
    Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk *Ülkemizde 1098, dünyada 108.319 kişiyi covid19'un kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik... *Ne mutlu bizlere değil ki ülkemiz, covid19 açısından müreffeh ülkeler düzeyini yakalama ve aşma yolunda koşar adımlar ile ilerliyor... Yine de arada iyi şeyler de var...
  • Gözyaşları... Gözyaşları...
    Written by Oguz Resat Sipahi 21 Nisan 2019
    Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk Uzun zamandır yazasım gelmiyordu ligin ilk devresinde yazacak birşey yoktu pek, ya da dünyevi dertlerden yazasım gelmedi... Ligin ikinci devresinde de yazasım gelmedi bu sefer çoğunlukla dünyevi ailevi dertlerden... Dünkü gözyaşlarına kadar... Taraftarımızın,...
  • Göztepe TEK Büyüktür. Göztepe TEK Büyüktür.
    Written by Özkan Cengiz 28 Nisan 2018
    Özkan Cengiz ozkan@ozkancengiz.net Göztepe TEK Büyüktür. Yıllar önceydi amatördeydik, takıma tribünlerin yoğun tepkisi vardı, hoca ve oyuncular fazlaca tepki alıyorlardı. O günlerin yöneticileri ile bir araya geldik. Şaşkındılar, bize nasıl profesyonel çalıştıklarını anlatıyorlardı. Video analizler...
Diğer yazılar:

Diğer başlıklar

Twitter