Asansörden Güzelyalı'ya Uzanan Bir Efsane

Göz...Göz... Göztepe*

Musevilerin sık olarak yaşadığı Asansör-Karataş'tan, Güzelyalı'ya kadar olan tüm sahilin futbol örgütlenmesi Göztepe'de yoğunlaşmıştır.

Göztepe Kulübü ilk olarak Kokaryalı (Güzelyalı) tarlalarında yaşam buldu. Parlak günleri çok gerilerde kalan Göztepe Türk futbolundaki yerini bundan tam 55 yıl önce 1925'tw aldı. Ancak Göztepe'nin doğuşu adını aldığı semtte değil, 1989*90 sezonunda kıyasıya mücadele ettiği (ve önümüzdeki yıl da edeceği) Aydın'da gerçekleşti.

Altay'da 1923'te başlayan huzursuzluk durulmamıştı. Pek çok kişi bir grup futbolcunun siyah-beyazlı ekipten ayrılarak Altınordu'yu kuruşunu bir türlü unutamıyordu. Takım içinde bir grup tek çarenin yeni bir takım çatısı altında birleşmek olduğu konusunda görüş birliğine vardı.

Nebil ve Vedat kardeşler, Ferit Simsaroğlu, Necati, Nüzhet ve Muzaffer bir Aydın seyahati sırasında yeni bir kulüp kurma fikrini benimsediler ve gayri resmi olarak Göztepe'nin temellerini attılar. Aydın dönüşü Altay'da hemen kongre toplandı, Nebil ve Vedat kardeşlerin öncülüğündeki grup kararlarını açıklayarak kongre salonunu terk ettiler. Bu hareket ile Göztepe resmen kurulmuş oldu. Kulüp binası Göztepe'de olduğu için yeni kulübe Göztepe adı verildi ve renk olarak sarı-kırmızı seçildi.

Başlangıçta oldukça dar olan kadro, daha sonra diğer küskünlerin de katılımıyla genişleyip, güçlenmeye başladı. Altay'dan yeni kurulan Göztepe'ye son katılan oyuncu, yeni takımını soyadı kanunu çıktığında kendisine soyadı olarak alacak kadar çok seven ve sarı-kırmızılı takımda sembolleşen Fuat (Fuat Göztepe) oldu.

İzmir'in bu yeni kulübü, koptuğu Altay'la ilk maçını 1926 yılında yaptı. İlk maçın galibi 5-2'lik sonuçla Altay olurken, o günden günümüze kadar sürüp gelen ezeli rekabetin emeli atıldı.

Göztepe 1937deki güçbirliği hareketi sırasında dönemin valisinin emri ile İzmirspor ile birleşerek Doğanspor adını aldı. Güçbirliği bir sene sonra dağılmasına rağmen Göztepe ligde ertesi sezon Doğanspor adıyla mücadele etti ve şampiyon oldu. Ancak ilk kongrede yeniden Göztepe adını aldı.

Göztepe kuruluşunun ertesi yılında İzmir Ligi'ndeki yerini aldı. Fakat çok yeni bir kulüp olması ve çevresinden yeterli ilgiyi görmemesi nedeniyle ekip ilk yıllarında ligde pek başarılı sonuçlar elde edemedi. Doğanspor adıyla katıldığı 1937-38 sezonunda Göztepe, mahalli ligdeki ilk şampiyonluğunu kazandı. Bu başarı sarı-kırmızılı ekibe yeni başarılar kazanma şansını da birlikte getirdi. Zira o güne kadar Göztepe semtindeki futbol meraklıları bile başta Altınordu ve sonradan İzmirspor olmak üzere diğer takımları destekliyor, yeteneklerini bu takımlarda sergilemeye çalışıyorlardı.

İlk şampiyonluğun iki sene ardından Göztepe en güçlü yılarına ulaştı. 1940-43 sezonları arasında tam üç kez şampiyonluk kupasını müzesine taşıdı. Milli ligde üç büyüklere karşı başarılı maçlar oynadı. Sarı kırmızılılar aynı başarıyı 1948-49 ve 1951-52 yıllarında da tekrarlayarak "İzmir liginde en çok şampiyon olan takım" ünvanını elde ettiler.

Milli ligler oluşturulduktan sonra Göztepe'nin başarı grafiği giderek yükselmeye başladı. 1963-64 yılında elde ettiği sonuçlar sarı-kırmızılı ekibi 1964-65 sezonunda o günkü adı Fuar Şehirleri Kupası olan UEFA kupasında Türkiye temsilcisi yaptı.

Göztepe bu istikrarsızlığına rağmen Türk futbolunda önemli bir yer dindi. Başta Fuat Göztepe lmak üzere Muzaffer Koral, Nebil Çobanoğlu, Reşat Selamioğlu, Macit Akbay, Emin Çandarlı, Ruhi Karaduman, Abbas Göçmen, Özdemir Bayer, Emcet Sayar, Mustafa Orcinos, Seracettin Kırklar, Gürsel Aksel, Nevzat Güzelırmak, Fevzi Zemzem, Ali Artuner, Halil Kiraz, Nihat Yayöz, Özer Yurteri, Ali Çağlar, Mehmet Türkkan ve daha nice yüzlerce yetenekli genci Türk futboluna kazandırdı. Adnan Süvari'nin teknik yönetimi ile futbolumuzda bir ekol haline geldi.

İyi ve kötü gününde Göztepe yönetiminde pek çok popüler isim görev aldı. Muammer Akar, Ahmet Selamioğlu, Nüzhet Bandak, Şevket Filibeli, Şakir Sözügür, Dr. Nail Öztüm, Zeki Çırpıcı, Naci İStanbullu, Nuri Öz, Sebahattin Süvari, Nebil Çobanoğlu, Zeki Özkul, Ahmet Sevil, Mekin Kutucular, Muhittin Ekiz, Ekrem Hakkı Orhan, Feridun Boyer, Melik Özakat, Necati Cumalı, David Franko, Ferit Simsaroğlu, Özdemir Arnas, Orhan Daut, Müfit Yılmaz ve Safet Kuyaş'ı bu popüler isimlerden sadec birkaçı olarak sayabiliriz.

Ne yazık ki, Göztepe sevgisi büyüdükçe, başarılar giderek küçüldü. Bir minibüs taraftardan, statlara sığmayan kitlelere ulaşan sarı-kırmızılı takım 1. lig özlemiyle yanıp, tutuşuyor. Ancak hedefine bir türlü varamıyor.

Göztepe'yi o her kulübe nasip olmayan muhteşem taraftarı ayakta tutuyor. Ama taraftarın da sabrı kalmadı artık. Sarı-kırmızılı camia, Göztepe'nin 1. ligde mücadele etmesini istiyor. Ayrıca kendi tesislerine kavuşması gerektiğine inanıyor.

*Roman Horak, Wolfgang Reiter ve Tanıl Bora'nın derlediği "Futbol ve Kültürü"adlı kitaptaki, Yaşar Aksoy'un "Gavur İzmir'de Gol Sesleri" adlı yazısının 345-348. sayfaları arasından alınmıştır..



GÖZTEPE

İzmir Atatürk Stadında taraftar sadece sarı-kırmızı renkleri değil aynı zamanda tribünleri de eşit düzeyde paylaşıyorlardı.Bir tarafta Avrupa'da rakip tanımayan Galatasaray,diğer tarafta ise kümede kalma mücadelesi veren Göztepe.Türkiye'de herkes başarının arkasından koşarken Göztepeli yandaşlar takımlarının performansına bakmaksızın tribünleri Cimbom taraftarları kadar doldurabiliyorlardı.İşte taraf ya da taraftar olma bilinci de bu olsa gerek.

Tartışılır kazanımların değil bir,bir şehri,bir semti simgeleyen renk.,kültür veya duyguların HER NE PAHASINA OLURSA OLSUN SONUNA KADAR DESTEKLENİP ARKASINDA SIMSIKI DİMDİK DURABİLMEKTİR GÜÇ OLAN.

Sonuç olarak şu da bir gerçek ki Göztepenin ürettiği futbol ne kadar geri olsa da Göztepe gibi takımların (taşıdığı seyirci potansiyeli ve düzeyi nedeniyle) artışıyla sağlıklı zemine oturacaktır ya da gerçekleşecektir.

Yıldırım Tükenmez

Radikal
30 Mart, 2000


1999-00 SEZONU UTFP SANAL LİG SONUCU

Sayın ziyaretçimiz,

Bilindiği üzere UTFP Sanal Lig 1999/2000 sezonunun basında oyun amaçlı hizmete girmiş bir bölümümüzdü. Ama ziyaretçilerimizin büyük bir bolumu bu oyunu gereğinden fazla ciddiye alıp bizlere çeşitli

suçlamalar da bulunmuşlar ve bulunmaya da devam etmişlerdir. Artık bu suçlamalar hakaret derecesine vardığın dan ve gelen her maile açıklama yapmaktan diğer isler ile ilgilenemeyecek hale geldiğimizden UTFP Sanal Lig'i durdurmaya karar verdik.

Bu haftaya kadar en çok galibiyeti ve puanı alan GOZTEPE Spor Kulübü UTFP Sanal Lig'in şampiyonu olmuştur. Goztepe taraftarlarını kutlarız.

Göstermiş olduğunuz ilgiye teşekkür ederiz.

UTFP Web Team

http://www.utfp.com/frame/sanallig/home.html


 Bir Zamanlar Göztepe

Bu yazı Cumhuriyet, Avrupa Kupaları üstüne bir spor eki verdiği için değil, mahalledeki veletlerden biri "Hangi takımı tutuyorsun amca?" diye sorduğunda "Göztepe" yanıtını alınca dudak büküp "Semt olarak duydum ama..." dediği için yazıldı.Bugünün göze gelmiş,2.lig gediklisi Göztepe'sinin, bundan 30 yıl önce, Avrupa'nın en iyi dört takımından biri olduğunu anımsatmak gerek. Anımsatmak gerek çünkü, veletler koskoca Göztepe'ye dudak büker oldular. 1967-1968 futbol mevsimi başladığında milli takımın yarısı Göztepe'den oluşuyordu. Sokaktaki veletler takımı ezbere sayıyorlardı. O mevsim ligi dördüncü bitirecek olan Göztepe'nin bugünün UEFA, o günün Fuar Şehirleri Kupasında bir şeyler yapıp, çok canlar yakacağı seziliyordu. Sezgiler doğru çıktı. Belçika'nın dişli takımı Antwerp'i, hem de deplasmanda (hey yavrum hey!) eleyiverdi. Sırada Atletico Madrid vardı. Üstelik Madrid'deki ilk maçta Göztepe'yi 2-0 haklamıştı. İkinci maç İzmir'de 1967'nin 22 Kasım'ında oynandı.


Bir gece maçıydı.Aynı saatlerde İstanbul'da Gülriz Sururi-Engin Cezzar Topluluğu'nda "Aykırı" adlı bir oyunum oynanıyordu. Maç başladı. Kuliste dikildim. Gözüm sahnede, kulağım radyoda. 14. dakikada Halil (ne santrofordu o!) ilk golü attı. Tuncel Kurtiz sahnede bir yandan çok firaklı laflar ederken, bir yandan gözucuyla bana baktı. Elimle "bir" işareti yaptım. Sonra da avucumun içini ileri geri hareket ettirerek "koyduk" diye ekledim. Kurtiz renk vermeden oyuna devam etti. Göztepe de gollere... İkinci gol 28.dakikada Gürsel'den geldi. İşe bakın Tuncel Kurtiz gene sahnede, gene yüzü bana dönük.elimle "iki", avucumla "koyduk" dedim. Bu kez tekledi, lafı unuttu,ama çabuk toparladı. Maç bitti bitiyor.Avrupa'nın futbol deviyle başabaşız...demeye kalmadı. Son dakikada, bir tür libero oynayan Halil, Atletico Madrid kalesine topla birlikte girdi. Elimle değil, dilimle kükredim. Tuncel Kurtiz sahnede "Hey Yavrum Hey" diye naralandı. Karşısındaki oyuncu (Engin Cezzar) şaşakaldı. Kurtiz tınmadı bile. Oyunda olmayan bir laf daha ekledi:"biz adamı böyle yaparız!...Oyar badem koyarız" Sonra oyunu yeniden olağan akışına döndürdü. Önce maç, az sonra da oyun bitti.


Alkış selam faslı tamamlanıp perde kapandıktan sonra seyirciler de ayağı kalkıp çıkarken, salonun diplerinden bir seyirci sesini yükseltti:"Hanımlar beyler, Göztepe'miz İzmir'de İspanyolları üçe katladı,evlerine yolladı." Oyunu ve oyuncuları alkışlamayı yeni bitiren salondakiler bu kez de Göztepe'yi alkışladılar.


Futbolu Gs,Fb,Bjk üçlüsünden ibaret sananlardan dudak bükenler,başarıyı "raslantı ,şans" diye açıklamaya kalkanlar oldu. Bir sonraki futbol mevsiminde, gene aynı kupada Göztepe bu kez de önüne geleni(Olimpique Marseille, Agres Piteşti,Ofk Beograd ) devirip dördüncü tura ulaştı. Yani Avrupa'nın en iyi sekiz takımı arasına girdi. Rakibi Alman Hamburg kupadan çekilince (tahmin edebileceğiniz gibi Göztepe'den korktuğu için çekildi elbet) Göztepe yarı finale kaldı. Yarı finalde Macar Ujpest'le oynadığı her iki maçı da hakem taraf tuttuğundan, saha çamur, top ıslak olduğundan...Galatasaray yıllar ve yıllar sonra yarı finale kalınca "Türk futbol tarihinde ilk kez" diye inciler döktürenler ve bizim mahalledeki veletler öğrensin diye bu bu bilgileri aktaralım dedik...

Aydın Engin

http://www.goztepeliler.com dan alıntıdır.


 GÖZTEPE

Yaşımız yetmedi, gözümüzle görmüşlüğümüz yok. Ancak rivayet odur ki; "Bombacı" ya da "Kaleci Bayıltan" Halil adıyla anılan Halil Kiraz, maçın 88. dakikasında, fizik kurallarına aykırı olduğu söylenen unutulmaz bir şut çıkarıp da topu çatala astığında, Alsancak Stadı'nın tribünlerinden yükselen "goooolll" sesi, İzmir Körfezi'nin öbür tarafından Karşıyaka sahilinden bir uğultu şeklinde duyulmuş. O esnada Alsancak Stadı'nın TARİŞ Fabrikası'na bakan kalesinin arkasındaki fabrika duvarına tünemiş işçilerden biri de golün güzelliği karşısında ayağa fırlayınca yerde bulmuş kendisini. Yıllar sonra bizim gözümüzün de gördüğü maçlarda, kıyıda tekerlekli sandalyesi ile maçların müdavimi olan bir adamın, işte o adam olduğu da rivayet edilirdi ki; itiraf etmek gerekirse olayın doğruluğunu kendi ağzından teyit ettirmişliğimiz de yoktur.

Bombacı Halil de kim? Bu fizikötesi gol ne zaman, hangi takımın ağlarına bırakılmış şeklindeki -özellikle de bizim gibi tevellütü yetmeyenlerden- gelecek haklı sorulara kulak vererek, ikinci bir giriş yapalım. Ligin bittiği günlerde, spor sayfalarını eğer dikkatlice okuduysanız, Galatasaray'ın şampiyonluk haberlerinin yanı sıra ikinci bir şampiyonluk haberini de görmüş olmalısınız. Kimi, İstanbul takımları resmi bülteni olmaktan (ya da bunun ticari olarak önemli olduğunu düşünmekten) kendini alamayan gazetelerde küçük, birkaç gazetede ise büyükçe yer bulan bu haber, bu yıl Antalya'da yapılan terfi tenzil maçları sonucunda ikinci ligden birinci lige yükselen Göztepe ile ilgiliydi ve genelde "Efsane geri döndü" minvalliydi ve kendinden menkul bir "efsane" olma durumu değildi bu.

Türkiye 1. Ligi'nde kuruluşundan itibaren 21 yıl boy gösteren Göztepe ardından 2. Lig'e düşmüş, bir yıl sonra 80-81 sezonunda tekrar yükselmişti. Ancak bir sezon sonunda 17 yıllık 2. Lig günleri başlayacaktı. 60'lı yılların sonları ve 70'lerin başları Göztepe'nin ligde fırtına gibi estiği yıllardı. İki kez Türkiye Kupası, bir kez de Cumhurbaşkanlığı Kupası kazanıldı. Bu kupaların ilk kez İstanbul dışına çıkması anlamına geliyordu. Ligde elde edilen en iyi derece ise üçüncülük oldu. Aynı yıllarda UEFA Kupası'nda da ismini duyuruyordu. Bombacı Halil'in 88. dakikada takımını üç sıfır öne geçirdiği maç meşhur Atletico Madrid zaferiydi. UEFA Kupası'nda bir kez çeyrek, bir kez de yarı final oynanmış ve Türkiye'nin Avrupa kupalarında yarı finale kadar çıkan ilk takımı olma unvanı da kazanılmıştı. Ali, K. Mehmet, Çağlayan, Hüseyin, B. Mehmet, Fevzi, Gürsel, İhsan, Ertan, Nihat ve Halil ilk on birinden kurulu kadro da böylece tarihe geçmişti. Bu kadro Trabzonspor'dan yıllar önce 'üç büyükler' deyimini 'dört büyüklere' çeviren kadroydu. Türkiye 1. Ligi'nin başlamasından bugüne dek oynanan tüm maçlar göz önüne alınarak oluşturulan klasmanda ise Göztepe, 17 yıldır 2. Lig'de olmasına karşın; Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Altay, Ankaragücü, Bursa, Trabzon ve Eskişehir'in ardından bugün 9. sırada yer alıyor.

Göztepe'nin, İzmir'in diğer takımlarından, ezeli rakibi Karşıyaka ile birlikte tarihe geçtiği ilginç bir olay daha var. Göztepe 1980-81 sezonunda, 17 yıllık bekleme süresinin başlamasından önce son kez 2. Lig'i şampiyon bitirmişti. Ligin bitmesine bir hafta kala oynanan Göztepe-Karşıyaka karşılaşmasını İzmir Atatürk Stadı'nda 80 bine yakın kişi izlemiş ve bu maç dünya çapında 2. Lig karşılaşmaları içinde en fazla izleyici çeken maç olarak rekorlar kitabına girmişti.

Konu seyirciye gelmişken belirtmemiz gereken birkaç detay var. Bu yılki 2. Lig maçlarını TRT'den izleyenlerin ve lig sonunda 2. Lig hakkında yazan spor yazarlarının ortak bir hayreti vardı: "17 yıldır ikinci ligde oynayan, üstüne üstlük bir şehrin tek takımı da olmayan Göztepe birçok büyük kulübü kıskandıracak kadar kalabalık bir taraftar kitlesine oynuyor maçlarını". Maçlarını 25 bin kişilik bir seyirciye oynayan Göztepe'nin www.goztepe.org.tr adresindeki internet sitesine gelen taraftar mesajları arasında Kos Adası, İsrail gibi yurtdışından gelen mesajlar da vardı ayrıca. Hatta, Atletico Madrid maçında stadda olmakla övünen, İzmir göçmeni bir Göztepeli, Tel Aviv'den 40 kişilik bir grup olarak Antalya'ya şampiyonluk maçını izlemeye geldiklerini, Göztepe tribününde çok mutlu bir gün geçirerek eski zamanları hatırladıklarını anlatıyordu.

Tam da yeri geldi galiba, birçok insanı stadlara gitmekten vazgeçiren tribünlerdeki "kurtbaşı selamı modası"nın Göztepe tribününde görülmediğini de hemen belirtelim.

Şimdi gelelim önümüzdeki sezon için tahminlere. Birçok futbolsever takımın ligde tutunmasının zor olduğunu, "asansör" olmaktan kurtulamayacağını söylüyor bugünlerde. İddiaya göre takım "flaş transfer"ler yapmak zorunda. Öyleyse bir taraftar hikâyesi daha anlatalım: bu yıl şampiyon olan Göztepe daha önceki son iki sezonda tarihinin en kötü devresini yaşamış 3. Lig'e düşmekten kılpayı kurtulmuştu. Takımın ligin dibine demirlediği o günlerde İstanbul'da oynanan bir Kasımpaşa maçında İzmir'den kalkıp maça gelen 50 kadar taraftar kocaman bir pankart asıyorlardı stada. Üzerinde "İnadına Göztepe" yazıyordu. Televole zihniyetinin, o zihniyetin beş tane futbolcu ismini zor sayabilecek kadrolu manken/popçu/türkücü kadrosunun, her şeyi başarı ve paraya tahvil etmiş olanların, Dünya Kupası'nı bile gereksiz takımlar elendikten sonra çeyrek finalden itibaren izlediklerini övünerek yazanların elbette pek anlayamayacağı bir durum. "Pahalı transfer" deyince aklımıza yıllar önceki 1. Lig günlerinin son zamanlarında oynanan, hayal meyal aklımızda kalmış bir maç geliyor. Göztepe büyüklerden biriyle karşılaşıyor, "büyük" dökülüyor sahada. Seyircinin dalga geçmek için tuttuğu tempo hâlâ kulaklarımızda: "Milyonluk etekler... milyonluk etekler". Önümüzdeki sezon sonunda neler olur, "trilyonluk etekler" diye bağırılır mı, bilmiyoruz ama ilk sıralarda da yer alsa, zar zor ligde de kalsa ya da düşse de, önümüzdeki yıl daha da artacağını tahmin ettiğimiz 25 bin 'biletli' taraftarın "gönüllerinin şampiyonu" var karşınızda. Yense de yenilse de... Ama en azından üç büyüklerin "ev rahatlığı" içinde oynayamayacağı bir deplasmanları olduğunu biliyoruz. Bizden uyarması...


SERKAN SEYMEN
Radikal Gazetesin 27 Haziran 1999
Gönderen Tuna Türker

 


NİHAYET GÖZ... GÖZ... GÖZTEPE

Düne kadar susuyorduk. Şimdi artık konuşma zamanı. Göztepe’yi anlatma, hem de tadını çıkara çıkara anlatma zamanı.

21 Mayıs— Uzun sürdü, bu hasret çoook uzun sürdü. Gerçi önceki yıl birinci lige çıktık. Ama ateş almaya gelmiş gibiydik. Fenerbahçe’ye kendi sahasında üç çekip, şampiyonluk umutlarının da içine edip yeniden geldiğimiz yere döndük. O yılı saymıyoruz. Böyle bakınca ise galiba otuz yıldır gün sayıyoruz. Geçmişin başarıları ile öğünmekten bıktık. Artık “Sizin şu yere göğe sığdıramadığınız, Avrupa’da çeyrek final oynadığı için öve öve bitiremediğiniz Galatasaray’ın yaptığını biz bundan 34 yıl önce yapmıştık...” demek kesmiyor bizi.

Eh, ikinci lige kazık kakmış, ne uzayan ne kısalan bir takımın
bencileyin ateşli, bağnaz, fanatik, tutkulu taraftarını kim
dinler.Mecburen susuyorduk.
Düne kadar susuyorduk.
Şimdi artık konuşma zamanı. Göztepe’yi anlatma, hem
de tadını çıkara çıkara anlatma zamanı.
* * *
İzmirli çocukların hemen hepsinin iki takımı vardır:
- Altaylı’yım, İstanbul’dan da Beşiktaş’ı tutuyorum.
- Hem Karşıyakalı, hem Fenerbahçeli’yim.
- İzmir’de Altınordu, İstanbul’da Galatasaray...
Ancaaaak...
İzmir’in Konak alanından başlayıp Asansör, Karantina, Göztepe, Güzelyalı, Üçkuyular, İnciraltı, Narlıdere, Klizman diye uzanan daracık şeridinin çocukları için bunlar anlaşılmaz sözlerdir: Göztepeli olunur ve Göztepe’den başka her takıma da küçümseyerek bakılır!..
Nitekim mahalleye yeni taşınmış memur çocukları uyum sağlamak için Göztepeli olur ve bu beğeni ile karşılanır; ama aynı çocuk “Aynı zamanda Galatasaraylı’yım” demek gibi bir halt işlerse -top onun bile olsa- mahalle takımında oynama hakkını yitirir. Düzelmez, tutumunda ısrar ederse ufaktan ufaktan pataklanmayı göze alır.
Bu biiiir...
* * *
Gelelim bir ikinci Göztepe gerçeğine.
1960’lı yılların sonunda futbolla ilgilenen her değerli vatan evladı iki takımı eksiksiz sayardı. Sayamayana dudak bükülür, “Git şunu öğren de gel” denirdi.
Birincisi: Macar Milli Takımı’nı, İnönü (o zamanki Mithatpaşa) Stadı’nda 3-1 yenen milli takım. Kaleci Turgay’dan başlayıp, İsfendiyar’a kadar onbir oyuncuyu sayamayan futboldan anlar sayılmaz, öyle olunca da adamdan sayılmazdı.
Peki ikinci takım?
Göztepe’ydi. Kalede Ali Artuner’den başlayıp Halil’den çıkmayan... diye bir cümle kuracağım ama saçma. “Çıkmayan” çıkmazdı ki...
Macaristan’a karşı taaa 1956’daki kazanılmış bir futbol zaferini, yaşı tutmadığından anımsamayanlara hoşgörü mümkündü ama onbir kişilik milli takımın dokuz oyuncusunu içinden çıkarıp veren Göztepe’yi sayamayana en ufak hoşgörü gösterilmezdi...
* * *
Hep geçmişten mi söz ettim?
Doğal. Göztepeli birinci lig daha başlamadı ki. Biraz sabırlı olun.
Peki daldan dala atlayan, tutarsız bir yazı mı oldu?
Bu da doğal. Şunun şurasında bilmem kaç on yıllık hasret daha dün bitti. Fanatik bir Göztepeli’den bu koşullarda doğru düzgün, sistematik, ağırbaşlı bir yazı çıkabilir mi ? Onun için de biraz sabırlı olun.
Hele şu şampiyonluğu bir sindirelim, kabaran duygularımız,
taşkın coşkumuz bir yatışsın...
Bu yazı da burada bitsin. Siz okuyadurun, ben sarı kırmızılı fanilamı giyip, aynı renkten beremi kafama takıp, bayrağı elime alıp sokağa çıkıyorum. Evinizin önünde “Gööööz, Göööz, Göztepe’ diye yeri göğü inleten sesler duyarsanız korkmayın, şaşırmayın. Pencereden bakın beni göreceksiniz...
Göööööz... Göööözzz...


AYDIN ENGİN

 

 


A, BAK GÖZTEPELİ HALİL GEÇİYOR*

Serkan Seymen:Sizin Bombacı ıakabınız Atletico Madrid'le oynadığınız Avrupa Kupası maçında son saniyelerde attığınız, Göztepe'ye turu geçiren üçüncü golden kalma. Anlatmaktan sıkılmadıysanız, o golle başlayabilir miyiz?
Halil Kiraz: Sıkılmak ne demek! Beni bugün herkes Atletico Madrid fatihi Bombacı Halil olarak tanıyor; doğal olarak o maçı anlatacağım. Ben şimdi o zamanlarki bir Fenerbahçe ya da Galatasaray maçını anlatsam, kim bilecek o maçları? O zamanlar yabancı takımlarla olan maçlarda, Türkiye yendiğinde herkes bir savaş kazanmışsın gibi algılıyordu. Atletico Madrid maçı da Göztepe için bir dönüm noktası oldu. Göztepe Türkiye'de akıllara kazındı; herkesin sempatisini topladık. Maçtan sonra Ağrı'dan bile telefon mu almadım, yolda yürürken yaşlı kadınlardan dualar mı almadım, görsen... (gülüyor) Bizim Nevzat (Güzelırmak) Kayseri'yi çalıştırırken Mehmet diye bir oyuncuları vardı. ''Nevzat Abi'' demiş, ''sizin o zamanlar Bombacı Halil diye bir oyuncunuz vardı, Atletico Madrid'i yenmiştiniz, Kars ayağa kalkmıştl''... (gülüyor) Kars ayağa kalkmış, baksana! Nevzat diyordu, ''bir gol attın ulan, bütün Türkiye seni tanımaya başladı''. (gülüyor) Bizim futbol hayatımızda ne gollerimiz oldu aslında. Ben Göztepe'nin Avrupa kupalarındaki maçlarında aslında daha çok müdafaa oynadım. Çağlayan sakatlandı, sol beke, Küçük Mehmet sakatlandı, sağ beke geçerdim. Başka alternatifimiz yoktu, 13 tane adamımız vardı. Kadro 15 kişilikti, ama esas 13 kişinin üzerinde dönerdi takım. Başarımızın kaynağı, aynı kadronun on sene yan yana oynamasıydı. Birbirimizi çok sevmemizdi.


Serkan Seymen: Nasıl başladınız futbola, Göztepe'ye nasıl geldiniz?
Halil Kiraz: Futbola başlayışım 57-58'de Göztepe genç takımıyla oldu. Göztepe takımı bizim bu mahalledeki tepeye gelirdi kros yapmaya. Peşlerine takıldım bir gün. Koşunun sonunda takım tarla gibi bir yerde maç yapmaya başladı.
Bir kişi eksik çıktı, bana seslendiler ''sarı, kalecilik yapar mısın'' diye. Yapanm, dedim. Orada eski kaleci abilerimizden Erdoğan Akın vardı, benim Göztepe'ye gelmemde büyük rol oynayan isimlerden biri. O gün kaleci olarak oynadım. 15 yaşındayım daha. Sonra Erdoğan abi ''Sarı, sen iyi kaleci olabilirsin, yarın gel, Abbas Hoca'yı gör, seni genç takım idmanlarına alsın...'' dedi. Ertesi gün sahaya gittim, bütün gece de uyuyamadım. Göztepe takımına gidiyorum çünkü. Gittiğimde Abbas Hoca beni çok iyi karşıladı, ''Erdoğan'ın yolladığı Halil sen misin, geç bakayım kaleye'' dedi. Esmer yağız, çltı pıtı bir arkadaş şut atıyor, ben de kurtarıyordum. Bir ara Abbas Hoca bana dedi ki, ''gel yanıma, kim dedi sana kalecisin diye? Senden kaIeci olmaz". "Neden hocam" dedim. ''Sen yere yatmasını sevmiyorsun, havadan gelenleri tutuyorsun, yerden gelenleri bırakıyorsun" dedi. (gülüyor) ''Sen kaleden çık'' dedi, döndü o esmer çıtı pıtı arkadaşıma, ''sen geç" dedi. Işte o arkadaş kaleci Ali Artuner'di. O kaleye, ben de forvete geçtim. Üç sene genç takımda oynadım, sonra A takımla idmanlara çıkmaya başladık. 60lardaydı bunlar. Izmir Genç Karması'nda ismimizi duyurmaya başladık biraz. O zamanlar eski Altay futbolcusu Vahap Özaltay çalıştırıyordu bizi. Göztepe'ye de Kutik geldi o sıralar, beni ilk o oynattı 1961'de. Macar bir hocaydı.

Serkan Seymen: O atılım nasıl gerçekleşti takımda?
Halil Kiraz: O senelerde Göztepe'de fazla bir atılım olmadı. 62-63 sezonunda bizim efsane Göztepe'yi yaratan Adnan Süvari hocamız, abimiz geldi. Göztepe'nin içinden gelmiş, Göztepe'yi çok seven bir insandı. Ingiltere'de yaşamış antrenörlük kurslarına gitmişti. Göztepe'de bir yenileşme hareketi başlattı. Ben, Nevzat Güzelırmak, Nihat, kaleci Ali gibi genç takımdan gelen arkadaşlar A takımda forma giymeye başladık. Adnan Abi o yıl yapılmış transferlerin yerine bizi tercih etti. Fevzi geldi, Çağlayan geldi, Küçük Mehmet'i İzmirspor'dan, Ertan' İzmir Demirspor'dan aldık. Bunlar on seneye yakın beraber top oynadı, bu efsane Göztepe yaratıldı. Öyle iki kelime ile anlatamam şimdi o on yılı. Iki federasyon,, bir Cumhurbaşkanlığı kupası aldık. Ilk defa Avrupa'da çeyrek finale, yarı finale çıktık.

Serkan Seymen: Nasıl oldu bütün bunlar, işin sırrı neydi?
Halil Kiraz: Birbirimizi çok seviyorduk. Hepimiz topa susamış, oynamaya arzulu ve Göztepeli insanlardık. Bunda idarecilerin de payı vardı. Biz futbolu Zeki Çırpıcı, Ahmet Sevil, Haşmet Us gibi abilerimizden gördük ve onlarla Göztepe'de bitirdik. Tabii, bir de herkesin hala takdir ettiği Adnan Süvari gibi bir hocamız vardı.


Serkan Seymen: Adnan Süvari bugün hala çok anlatılan bir teknik adam. Nasıl bir insandı, hocaydı?
Halil Kiraz: Bugün herkes birilerine futbol öğretir, ama o bize hepsinden önce bir kişiIik olmayı öğretti. Kampa gittiğiniz zaman, biliyorsunuz, kurallar vardır: 11'de yatacaksın, şu saatte kalkacaksın, şu yasaktır falan gibi. Adnan Abi bu şartların hiçbirini getirmemişti. ''Siz amatör futbolcu musunuz? Çocuk musunuz? Ben polislik mi yapacağım size? Siz kendinizin polisi, kendinizin doktoru olmayı öğreneceksiniz. Hiç kimsenin odası kontrol edilmeyecek" dedi. Çok tahsilliydi, Ingiltere'de yaşamış bir insandı, kültürü zengin bir insandı. Gömleğimizi, ceketimizi giymeden, sakal tıraşımızı olmadan gidemezdik kulübe biz. Bir Avrupa maçından sonra basın toplantısı olmuştu. Adnan Abi, Ingiliz gazeteciye Ingilizce, Alman'a Almanca, Fransız'a Fransızca, Italyan'a Italyanca cevap verince, adamlar şaşkınlıktan ölüyorlardı.

Serkan Seymen: Galiba size de yabancı dil dersleri veriyormuş aynı zamanda...
Halil Kiraz: Özellikle Avrupa'ya giderken hangi ülkeye gidiyorsak, otelde anahtarı nasıl isteyeceğiz, çarşıda fiyat nasıl soracağız, yemekte garsondan bir şeyi nasıl isteyeceğiz, öğretirdi. Bunun dışında haftanın iki günü kulüpte ders verirdi. Hepimizin defterleri vardı. Genel kültür, Ingilizce dersi alırdık ondan. Ingilizce ders kitapları getirtmişti. Bu ileri görüşlü hocamız sayesinde yükseldik. Bir de çok sevdiğimiz, saydığımız, bize ışık saçan bir Gürsel Aksel abimiz vardı, Koca Kaptan. Bugün Göztepe'de en fazla forma giymiş insanlardan biridir, tam 17 sene. Sonra Nevzat Güzelırmak, Ingiliz Nevzat, 15 sene bu takıma hizmet verdi. Ben geldim, Ali geldi, bu takıma on küsur sene hizmet ettik hepimiz. Bu sarı kırmızı formaya aşık olduk. Saha içinde ve dışında hep birlikteydik. Hala her ay bir kere bütün o eski futbolcular toplanır, o günleri hanımlarımızla da birlikte yad ederiz. Göztepe aşkımız devam ediyor bizim.


Serkan Seymen: Adnan Süvari, futbol tarzı olarak da blr yenilik getinniş miydl?
Halil Kiraz: Adnan Abi'den evvel dünya futbolunda ''wm'' oynanırdı. Sonra Macarlar 4- 4-2'yi çıkardı. Adnan Abi'nin geldiği zamanlarda 4-3-3 sistemi çıkmıştı, Avrupa'da çok benimsenmişti. Adnan Abi bize 4-3-3 oynatırdı. Bu sistemler elinizdeki adamların meziyetleriyle ilgili tabii. Elinizde o kalitede malzeme yoksa, o sistemi oynatamazsınız. Adnan Abi de o sisteme uygun oyuncular bulmuştu. 4-3-3 sisteminde çok ısrar etti o da.


Serkan Seymen: O zamanlar Türklye'de 4-3--3 oynayan yok muydu?
Halil Kiraz: Vardı, ama bizim kadar başarılı olan yoktu galiba; dersimizi iyi çalışmıştık. Üç sene, inanın, aynı idmanı yaptık. Bugün dört defa aynı idmanı yaptırsa bir hoca, ''bu hoca bir şey bilmiyor, her gün aynı şeyi yaptırıyor'' derler. Bizim idmanımızın temeli, devamlı tekrar metoduydu. Maçlarda o hafta yaptığımız hatalann bir daha olmaması için aynı hareketleri tekrar yapardık. Onun istediği şekilde yapana dek yapılırdı antrenman. Kolunda saat yoktu antrenmanda. Adnan Abi Türk futboluna da ışık saçmıştır. O zamanlar üç büyükler aynen bugün olduğu gibi ortalığı kasıp kavuruyordu, herkesin gönlünde üç büyüklerde oynamak yatıyordu.


Serkan Seymen:Teklif almadınız mı o zaman üç büyüklerden? :
Halil Kiraz: Hepimize bütün kulüplerden teklifter geldi. Bana örneğin Beşiktaş'tan, Galatasaray'dan teklif gelmişti. Ama biz Göztepe'yi çok seviyorduk, aynlmak zor geliyordu. Koca Kaptan, Temmuzun ilk ayı ilk mukaveleyi imzalardı, onun ardından hepimiz sırayla girer imzalardık.


Serkan Seymen: O zamanların Göztepe'si için ''Trabzonspor gibi bir dördüncü büyük olmaya heves etmedi, kendi başına bir takım olmaya heves etti'' deniyor...
Halil Kiraz: Milliyet gazetesinde Halit Kıvanç'ın bizimle ilgili bir yazısı vardı, hiç unutamam: Üç tane halka, olimpiyat halkası gibi, altında üç büyükler yazıyordu, Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray. Altında tek bir halka vardı, Göztepe, tek büyük diye. Hepimizin gönlünde üç büyüklerde oynamak yatıyordu futbola başlarken. Metin Oktay'ın, Turgay Şeren'in sayesinde çok büyük Galatasaray sempatizanı olmuştuk. Zaman geçince bu futbolcularla yan yana oynamaya başladık. Onlarla oynamak bize büyük bir heyecan veriyordu. Ilk başlarda hep mağlubiyet alıyorduk. Açık farklarla yeniliyorduk. Hep bir korkaklığımız, tedirginliğimiz vardı. Adnan Abi'nin sayesinde bunu yenmesini bildik. Bir Fenerbahçe maçında sahaya çıkarken bize ''çocuklar'' dedi, ''zararı yok. Beş tane yiyin, altı tane yiyin, ama bir tane atın. Bir gol atın, zaman gelecek, biz bunları İstanbul'da da yeneceğiz''. O dediği zamanın gelmesi çok uzun sürmedi işte. O kadro üç büyükleri yenen, kök söktüren takım haline geldi. Galatasaray'la Türkiye Kupası finalinde oynarken ilk maç burada 1-0 bizim galibiyetimizle bitmişti. Orada 1-1 bitti, uzatmada Nihat'ın golüyle kupayı Mithatpaşa'da Galatasaray'ın elinden almıştık. Bu o zaman her kulübün yapabileceği bir iş değildi. Türkiye Kupası'nı tekrar kazandıktan sonra Cumhurbaşkanlığı Kupası için Ankara'da Fener'le oynadık. Can Abi'nin, Lefterlerin oynadığı zamanlar, çok büyük bir Fenerbahçe vardı. 3-1 kazanıp orada da almıştık kupayı. Artık Türkiye Göztepe'yi alkışlamaya başlamıştı.


Serkan Seymen: Şimdi o Atletico Madrid'e attığınız gole tekrar gelelim mi? Anlatılanlara göre, çok uzaktan ve fizik kurallarına aykırı bir vuruş yapmışsınız.
Halil Kiraz: Bu vuruş beni hakikaten meşhur etti. Adımı Bombacı'ya çıkardı. Ağları yırttığım, kaleci bayılttığım oldu. Antrenman bittikten sonra sahada kalır, sahanın her yerinden üç yüz tane falan şut atardım tek başıma. Futbolda çalıştığının semeresini sonra görürsün. Bana bir güven gelmişti. İspanya'ya gittik ilk maç için. Üç günde giderdik otobüsle Avrupa maçlarına, ama Madrid'e uçakla gitmiştik. Madrid'de yeni stad yapılmıştı, bir ay olmuştu açılalı.İçinde hastane, sauna, pastane, her şey var. Bizim Türkiye'de oynadığımız stadlarla alakası yok. Soyunma odasına girdiğimizde hepimiz şaşırdık kaldık. Nevzat dedi ki, ''biz burada bunları yener de elersek, Allah bile razı gelmez''. 2-0 mağlup olduk orada. Ertesi sabah yola çıkarken gazetelerde maçla ilgili yorumlar vardı. Adnan Abi okuyordu, bizim çok iyi oynadığımızdan, cesaretli olduğumuzdan, dikkat etmek gerektiğinden bahsediyorlardı. 15 gün sonra İzmir'deki maçtan önce Küçük Mehmet sakatlandı, ben sağ bek oynamak zorunda kaldım. Ilk 15 dakikada bir penaltı oldu, Fevzi'yi düşürdüler. Kaptanları hakeme hakaret etti, oyundan atıldı. O zaman ben rahatladım sağ bekte. Penaltıları Gürsel Abi atardı. Alsancak'ta 22-23 bin kişi var, çıt çıkmıyor. Gürsel Abi gibi şimdi rahmetli olan Hüseyin dedi ki, ''Gürsel Abi, şunu şöyle ayağının içiyle köşeye koyuver''. O da ''kolaysa sen gel koyuver'' deyince, ortalık biraz gerilir gibi oldu. Nevzat da, ''Gürsel Abi, sen biraz sinirlendin, bırak Halil atsın bu penaltıyı'' dedi. Ben de o arada 18 köşesinde, penaltı atılır, kaleciden geri döner belki diye pozisyon alıyorum. Gürsel Abi, ''Halil, git at'' dedi. Geldim topa, ses yok Alsancak'ta; herkesi omuzlarımda hissediyorum, inanır mısınız... Kendi ken- dime ''burdan bu kaleyi de tutturamazsan, yazıklar olsun senin bombacılğına'' dedim. Bütün gücümle sağ ayağımla vurduğumda top Atletico Madrid ağlarını yırtıp dışarı çıktı. Göztepe'nin ilk golü olmuştu. Yirminci dakikada da Gürsel Abi 2-0 yaptı durumu. Çok iyi bir sağ açıkları vardı, yan hakeme tükürünce hakem onu da attı oyundan. Dokuz kişi kalmalarına rağmen epey bastırdılar. Bir yıl önce Avrupa şampiyonu olmuş bir takımdı o.


Serkan Seymen: Kimse turu geçeceğinize ihtimal vermiyordu herhalde...
Halil Kiraz: Biz de çekiniyorduk, ama onlar bizim maça turist gibi, hanımlarıyla falan gelmişlerdi. Maç 2-0 olunca, artık ne onlar bize bir baskı kurabiliyor, ne biz onların üzerine fazla gidebiliyorduk. Maçın uzatmalara gideceğini düşünüyorduk. Maçın sonuna doğru, sağ tarafta, Altay tarafındaki kaleye doğru atak yaparken, top önüme geldi, önümde zıplıyordu. O antrenmandan sonra yaptığım saatlerce çalışmadan dolayı kendime gelen güvenle oradan bir şut atmak geldi içimden. O kadar uzaktan, çaprazdan ''şu köşeye vurayım topu'' diyemezsiniz. Olanca gücümle vurdum topa, attığım şut tam doksana takıldı. O gün hem Atletico Madrıd'ı elemiş olduk, hem de Göztepe Türkiye'de herkesin sempatisini kazanan, sevilen bir takım haline geldi.

Serkan Seymen: 0 zamanların İzmir'i nasıl bir şehirdi?
Halil Kiraz: Mütevazı, fazla aktivitesi olmayan bir şehirdi. Başarımızın sırrı buradaydı belki de. Bütün eğlencemiz sinemaydı. O zamanların meşhur Elhamra Sineması'na giderdik. Çok az tiyatro gelirdi. Giyinmeyi çok severdik. Çıkıp ta gezeceğimiz yer olarak bir Kemeraltı vardı; bir şık pantolon, bir gömlek giyip çıkardık. ''Aa bak, Göztepeli Halil geçiyor'' derlerdi, bu da bize yeterdi. Sokakta size ''bak, futbolcu bilmem kim geçiyor'' dendiğinde, cemiyete mal olmuş bir insan olarak, buna uygun bir insan olmanız gerekirdi. Adnan Abi hep öyle olmamızı isterdi.


Serkan Seymen: Atletico Madrid maçından sonra mesela, gidip de çılgınca eğlenmemiş miydiniz?
Halil Kiraz: Maçı kazandıktan sonra gidip pub'larda eğlenelim diye bir şeyimiz olmadı. Türkiye Kupası'nı kazandığımız yıl, Istanbul'da bütün basın eğlence yerlerinde bizi aramış fotoğraf çekmek için. Biz Tarabya Oteli'nde Gürsel Abi'nin odasında hep birlikte maçı konuşup gülmüş, bir yandan da sandviç yemiştik. (gülüyor) Atletico Madrid maçından sonra gazeteciler beni aramış eğlence yerlerinde yine. Ben o sırada evde annem babamla çay içiyordum. Adnan Abi bizi böyle yetiştirmişti... Madrid maçından bir sonraki gün, Bergama Restoran'da Atletico Madrid takımıyla birlikte yemek yiyecektik. Ama mağlubiyetin üzüntüsünden gelmediler. Biz kendi başımıza yemek yerken, basın geldi, günün adamı da bendim. Bu arada dansöz çıkmıştı. Gazeteci Halil önce gol attı, sonra göbek attı diye haber yapalım dansözle oynasana biraz" dediler. Adnan Abi'ye, ''müsaade eder misiniz?" dedim, "tamam, kalk'' dedi. Ama inanrr mısınrz, iki dakika geçmeden, fotoğrafçıların bugünkü gibi makineleri yoktu, daha resimleri çekememişlerdi belki de, Adnan Abi şöyle baktı gözlerimin içine, bakışlarıyla ''otur artık yerine'' dedi bana. Şimdi olsa, Adnan Abi televolelerde falan saniye görünmemize müsaade etmezdi... Anlatırken bir zaman tüneli gibi her şeyi hatırlıyorum ve büyük mutluluk duyuyorum bunları yaşadığım için. Futbol için çok şeyden vazgeçtik biz. Futbola başladığım zamanlarda genç takım ligleri yeni kurulmuştu. Ben de genç takımın kaptanryım. İzmirspor sahasına gittik ilk maç için. Bir baktım, kadroda yokum. Kaç gündür aklımda bu maç var. Dediler, sen oynayamıyorsun. Neden? Ortaokul talebesi olanlar genç takımda oynayamıyor, böyle bir itiraz gelmiş Izmirspor'dan, kabul edilmiş. Bende o kadar Göztepe'de oynama sevgisi varmış ki, hocalarımın ısrarla vazgeçirmeye çalışmasına rağmen ben o hafta okulu bıraktım. Futbol yüzünden orta ikiden ayrıldım.


Serkan Seymen: Pişman mısınız şlmdl?
Halil Kiraz: Hiç değilim. Hayata bin sefer gelsem, yine Göztepe'de Bombacı Halil olmak isterim. Ama gençlere kötü örnek olmak istemem. Tahsil çok önemlidir ve futbolla tahsili birlikte götürmek en iyisidir. Ben yapamadım, ama onlar yapmaya çalışsınlar.

Serkan Seymen: Sizin arkanızdan gelenler aynı başarıyı yakalayamadılar ama...
Halil Kiraz: Evet, ama Göztepe efsanesi yaşadı, o geleneği hep yaşattılar. Göztepe bayrağını, ne olursa olsun, en yukarda tuttular, önemli olan da bu. Bizimle birlikte o yıllarda oynayan Danimarkalı Nielsen diye bir oyuncumuz vardı. Geçenlerde geldi Izmir'e, birlikte maç seyrettik, yemek yedik. Adam otuz yıl sonra bile eski takımını ziyaret ediyorsa, ''ben hala Göztepeli'yim'' diyorsa, ben bundan mutluluk duyanm. Bugün basın tribününde yerim var, ama ben taraftarlarla birlikte bir-iki saat önceden gidiyorum maça. O seyirciyi maçtan önce görmek, Göztepe sevgisini doya doya yaşamak için. Bugün Göztepe diye bir takım varsa, play-offta başarılıysa, bu tamamen tribüne gelen seyirciler yüzünden. çoğu maçında bu yıl seyirciyi tatmin etmeyen bir maç oynadı Göztepe. Ama o muhteşem seyirci hep oradaydı. Kötü oynadığı zaman bile takımına destek veren, kötü tezahüratta bulunmayan bir taraftarı var Göztepe'nin. Kaybettiği maçtan sonra takımını tribüne çağıran, alkışlayan bir seyirci bu. Bu başka bir şey.


Serkan Seymen: 18 yıl ikinci ligde kalmış bir takımın, maçlarını bu kadar kalabalık blr seyirciye oynamasını siz neye bağ!ıyorsunuz?
Halil Kiraz: Bunun Türkiye'de örneği yok. İkinci Iigde 18 sene kalan, birinci Iige çıkan, sonra bir yıl içinde tekrar düşen bir takım bu. Çim biçersin de çoğalır ya, seyirci de böyle çoğalıyor buna rağmen. Bazen arkadaşları görüyoruz maçta, ''bu gençlerin hepsi sizin zamanrnızda maça gelmiş annelerin babalann çocukları, sayenizde bu gelenek hala yaşıyor'' dediklerinde ben çok seviniyorum. Göztepe -Elazığ maçına gidiyorum, tele- vizyon da veriyor maçı. O gün televizyonda Galatasaray'ın da maçı var. Bir bakıyorum, insanlar geri dönüyor. Ne oldu diyorum, ''yer yok, giremedik, evde seyredeceğiz'' diyorlar. Taraftar böyle bir şeydir. Kötü oynamışım, yenilmişim, ben neye sığınacağım? Taraftar da bana kötü davranırsa, ben bir daha nasıl oynayacağım? Türkiye'de takımlar maç kaybeder, taraftar havaalanında üzerlerine saldırır. Esas o gün alacaksın, bağrına basacaksın adamları ki, bir dahaki maça galip gelmek için çıksın. Göztepe seyircisinde olan bu işte. Ben galip geldiğimde, çok başarılı olduğumda herkes zaten benim yanımda. Ama takımın en kötü gününde bile o tribünde oturan, takımını alkışlayan, mağlup olduğumda yanıma gelip, bana destek olan, ''boşverin, üzülmeyin, yine de biz en büyüğüz" diye beni alkışlayan adama taraftar derim ben... Avrupa maçları oynadığımız zamanlardı. Gece oynanırdı o maçlar. Aisancak'ta iki tane meşhur kuaför vardı, biri Bayram, diğeri İlhan. O gün sanki İzmir'de bir balo varmış gibi bütün hanımlar ikisinin kapısında sıraya girerdi. Herkes kıyafetlerini giyer, Göztepe maçına bir baloya gider gibi gelirdi. Bu oralardan gelen bir gelenek. Kazanmayla, kaybetmeyIe alakası yok bunun. Öyle bir aşk ki, anlatmakta zorluk çekiyorum kelimelerle.


Serkan Seymen: Nasıl yakalar insanı bu aşk?
Halil Kiraz: Öyle tepeden inmez adama. Taraftarın da, futbolcunun da o üzerine giydiği formanın ne manaya geldiğini, mazisini, nereden geçerek oraya geldiğini bilmesi lazım. Göztepe için değil bu sadece. Bugün bir futbolcu Fenerbahçe formasını giyiyorsa, o formanın Lefterlerle, Canlarla yaratıldığını, efsanenin, o sevginin öyle ortaya çıktığını bilmesi, düşünmesi gerekir. Galatasaray bugün Galatasaray'sa, bütün taraftann, futbolcuların o formayı forma yapmış Turgay Şeren'i, Metin Oktay'ı aklına getirmesi gerekir. Televizyonda gördüm, birkaç genç, yazıları yüzünden Turgay Şeren'i bir Galatasaray düşmanı gibi göstermeye çalıştılar. Oysa Galatasaray, Hagi, Jardel, Emre'yle Galatasaray olmadı. Onların annesi babası Turgay Şeren'le, Metin Oktay'la Galatasaraylı oldular. Takım ruhu, o gelenek öyle hemen iki günde çıkmıyor ortaya... Biz sezon başında hazırlık maçlarına çıkardık, Adnan Abi cebine avuç avuç rozet doldurur gelirdi. Biz istediğimiz zaman ''siz ne yapacaksınız, zaten Göztepelisiniz'' derdi. Maça gelen insanlara dağıtırdı onları. Kulüoler neyle yaşarlar? başarılarıyla. O yüzden ben 18 yll ikinci Iigde şampiyon olamamış bir takımı destekleyen Göztepe seyircisine bir kez daha teşekkür ediyorum, "Ne mutlu Göztepeliyim diyene!'' diyorum onlara.


Serkan Seymen: Galatasaray Avrupa'da yan finale çıktığında, bunun ilk kez yaşanan bir başanymış gibi gündeme getirilmesi, slzden çok söz edilmemiş olması sizi üzdü mü?
Halil Kiraz: Mustafa (Denizli) Galatasaray'ın başına geldiğinde konuşmuştuk, bana ''Halil Abi, bu takımı herkes şampiyon yapmış, Türkiye Kupası kazandırmış, Benim amacım sizin gibi Avrupa'da başarılı yapmak, sizin gibi yarı final oynatmak, hatta finale çıkartmak'' demişti.


Serkan Seymen: Sizin bir de Alrnanya'da futbol maceranız vannış gallba...
Halil Kiraz: Futbolu bıraktıktan sonra Almanya'ya gidip orada birkaç yıl top oynayayım dedim. Bir üçüncü Iig takımıyla anlaştım, Hannover'a yakın Kückenburg diye bir takım. O sırada Hamburg'un St Pauli takımı vardı ikinci Iigde. Oradan çağırdılar, ama bizim Göztepe'de aldığımız bir terbiye vardı, bir söz verdiğim için, St. Pauli'ye gitmedim. Sene 1974. Adnan Abi nasıl İngiltere'de kalmış, aynı zamanda antrenörlük kurslarına gitmiş, ben de birkaç yıl kalayım Köln'de kurslara gidip onun gibi biri olayım istemiştim. Fakat bizim Türklüğümüz tuttu biraz. Duygusal olduk, tüm izinlerimizi Türkiye'de geçirdik. Futbolu orada bıraktıktan sonra da geri döndüm. Futbolla artık uğraşmak istemedim. Antrenörlük yapmaktan vaçgeçtim. Hanımım da ''yıllarca bu işi yaptın, artık bırak, biraz da semeresini görelim'' dedi. Ama bizde bu aşk olunca, anladım kı bu bizi mezara kadar götürecek. Göztepe amatör takımının başına geldim. Dört-beş yll alt. yapıda çalıştım. A takımda yardımcılık yaptım. Kulübün zor duruma düştüğü yıllarda Göztepe'nin başına geldim. En son Ayvalıkgücü, Kuşadası derken, bizim de çalıştırıcılık hayatımız oldu işte. Bugün artık çok daha genç bir nesil geldi, onlara bıraktık bu işleri. Biz artık gazetede yazılar yazarak genç arkadaşlara ufak tefek birikimlerimizi aktarmaya çalışıyoruz.


Serkan Seymen: Futboldan iyl para kazanabildiniz mi pekl?
Halil Kiraz: O zaman enflasyon diye bir şey yoktu. Siyasetten pek anlamam ama, ben Almanya'daydım o zaman, bu Kıbns Harekatı'ndan sonra Türkiye'de bir enf\asyon patlaması oldu. Çok yakın Yunan bir arkadaşım vardı. Harekat başladığı günlerde bir Yunan öldürüldü Almanya'da. Aslında dazlaklar öldürmüş, sonradan ortaya çıktı, ama ilk önce Türkler yaptı dediler. Bizim arkadaş da korkmuş, eve kapandı. Gidiyorum, Alman bir karısı vardı, ona evde yok dedirtiyor. Gittim, bütün arkadaşları topladım, dedim, ''bu gece güzel giyinin, eşlerinizi de alın gelin''. Hep beraber gittik, elimizde çiçeklerle kapıyı çaldık. Karısı açtı, kalabalık bir grubun sesini duyunca iyice korkmuş bu, ama yanımıza geldi, bizi öyle gördü, ağlamaya başladı. Sarıldık birbirimize, dedik biz burada arkadaşız, bizi etkilemesin bu olanlar... Neyse işte, bizim zamanımızda paramız azdı, ama değer1iydi. Göztepe'yle 80 bin Iiraya anlaşma yaptığımız zaman, deniz tarafında daireler o fiyataydı. O zamanlar daha fazla alanlar da vardı, ama herkes aşağı yukan bu parayı alabiliyordu futboldan.


Serkan Seymen: İstanbul'dan daha iyl teklffler gelmemiş miydi?
Halil Kiraz: Beşiktaş 150 bin Iira ve buradan üç daire vermişti mesela bana.


Serkan Seymen: Neden gitmediniz?
Halil Kiraz: Göztepeliydik işte. Abilerimiz bizi bırakmadılar, ikna etmişlerdi gitmeyelim diye.


Serkan Seymen: Keşke bıraksalardı diyor musunuz?
Halil Kiraz: Hayır, o idareci abilerimiz de büyük Göztepeli'ymiş. Hepimize teklif vardı, bizi Istanbul'a verseler büyük paralar kazanacaklardı, ama gitmemizi istemediler. O efsane Göztepe de o yüzden çıktı işte. Bu oturduğum evi 80 yıIında aldım. Valikonağı'nda bir ev daha var. Buradan 300 metre ilerisi. Ama orası bana Türkiye'den Bulgaristan'a gitmişim gibi geliyor. Biz bu semtin çocuğuyuz, burada doğduk, burada sevdi bizi insanlar, bir yere getirdiler. Ben futbolu bıraktıktan yıllar sonra bile burada sokakta yürürken Bombacı Halil'im. Herkesle selamlaşırım. Bunu parayla satın alamam ki. İnsanı hayatta mutlu eden nedir? Işte böyle anlar, hatıralardır. Biz bu kuIüpte, bu insanlarla efsane olduk. Kulüp dediğin şey, sevgiyle ayakta durur zaten. Futbolculuk, sanatçılık gibidir. Sanatçı kimse olmasa da yapar sanatını. Futbolcu da taraftarla bir yere gelir. Ama en başta topu seversin, para kazanmasan da, kimse izlemese de oynarsın o topla. Ama hem sevdiğin işi yapmışsın,zanmışsın bir de üstüne. :
tiren insanlarsa karşılıksız gelmişler, cebinden para vererek seni izlemişler, arkanda olmuşlar. Takdir edilecek insanlar esas onlar. Bırakıp nereye gideceksin? Bu insanların, futbolun bana verdiği mutluluğu, Koç'un oğlu olmaya değişmem. Öyle olsa, bir yığın iş güç, bir sürü derdin olacak. Burada Bombacı Halil olarak yürümenin mutluluğunu hiçbir şeye değişmem.

Serkan Seymen: Metin Oktay da İzmlrli; tanışır mıydınız?
Halil Kiraz: 54-55 seneleriydi. Göztepe tepesinde top oynardık. oynadığımız arsanın yanındaki bir evin mutfağından da radyonun sesi geliyor, bir kulağımız orada. Bir Beşiktaş-Galatasaray maçı oynanıyor. Maç 2-0 oldu, iki gol de Metin Oktay'dan. Maç 2-2 oldu, 4-2 oldu, 4-4 oldu, Ercan Abi vardı Beşiktaş'ta, onun golüyle 5-4 kazandı Beşiktaş. Üzülmüştüm o gün, Metin Oktay kazansın istemiştim. Sonraki yıllarda attığı unutulmaz golleri gördükçe, içimizde bir Metin Oktay sevgisi oluştu iyice. Bu sadece bizde değil, bütün Türkiye'de oldu. Bir askerlik kaçamağı mı ne olmuştu da, Metin Abi içeri alınmıştı. Bir Karagümrük maçı öncesi çıktığında ona yapılan sevgi seli, bugüne kadar hiçbir futbolcuya nasip olmamıştır. O maçta idmansız olduğundan yoruluyor, kıyıya gelip dinleniyor biraz, tekrar oynuyor, dinleniyor ve o maçta üç gol atıyor. Metin Oktay'ın gollerini, futbolculuğunu anlatmakla bitiremezsin. Bunun yanında da altın gibi bir kalbi olan insandı. Yanına hayranlıkla gittiğimizde, yanımızda yüzü kızararak oturan bir abimizdi. Beni futbola başlatan Abbas Hoca, Metin Oktay'ın dayısıydı. Bir gün beni Metin Oktay'ın yanına götürdü. ''Bak Metin'' dedi, ''ileride çok büyük oyuncu olacak, senin gibi goller atacak, sana rakip olacak''. Metin Abi eliyle saçlarımı okşadı, ''hadi bakalım kerata, büyü de oynayalım beraber'' dedi. O gün baktım, karşımda artistler kadar yakışıklı, dev gibi bir abimiz var. Işte dedim, insan futbolcu olacaksa böyle olmalı. Sonra Galatasaray'la bir maça çıkarken yanıma gelip ''bak, küçücük kerataydın Abbas Hoca'nın yanında, şimdi bana rakip oldun'' deyişini hiç unutamıyorum. Adnan Abi bir gün demişti bana, golcü olacaksın, Metin Oktay gibi çok sevileceksin. Metin Abi gol atıyordu, bir de golü altın tepside sunuyordu. O rövaşatalar, voleler, o mükemmel kafa vuruşlan... Onları şimdi bile az görebiliyoruz. Şimdiki imkanlarla oynamış, yetişmiş olsa, birkaç gömlek daha üstün olurdu, eminim. Televizyon yoktu o zamanlar, ama insanlar radyodan dinleyerek, gazeteden okuyarak hayranlık duyuyordu o futbolculara. Metin Oktay'ın gollerini televizyondan görebilseydi bugünkü nesil, neden bahsettiğimizi çok iyi anIardı. Bir gün Istanbul'da bir maçtan sonra Galatasaray'dan yönetici bir abimiz ''bir yemek yiyelim mi seninle'' dedi. Hacı Abdullah Iokantasına gittik. İçeride bir masada Gündüz Kılıç oturuyor. Benim elim ayağıma dolandı onu gö- rünce. Gündüz Abi masadan kalktı, ceketinin önünü ilikleyerek şık bir hareketle elimi sıktıı, hatırımı sordu. Çok dikkatimi çekti o hareket. Hepsi GaIatasaray Lisesi çevresinden gelen adamlardı ve bir beyefendilikleri vardı. Biz de özenirdik. Havadan sudan konuşurken ''Halilcim'' dedi, ''sadede geIelim artık, seni renklerimize bağlamak istiyoruz''. ''Gündüz Abi'' dedim, "bir gün Galatasaray'da oynamak hepimizin hayali, ama beni bugünlere getiren bir camia var, abilerimiz var. Müsaade ederseniz, birkaç yıl daha Göztepe'de oynayarak onlara hizmet etmek, borcumu ödemek istiyorum". Yerinden kalktı, başımdan tutup alnımdan öptü beni. "Seni transfer etmek istemekte yanılmamışız demek" dedi. Sonra İzmir'de bir gün sinemadan çıktık hanımla, yanımızda bir Şevrole du!du. İçinde kim olduğunu göremiyorum, kapıyı açtım, bir baktım Metin Oktay. Bindik yanına. "Kerata" dedi,'benim artık geçiyor, yerime Halil'i alalım dedim, ama sen istememişsin. Ama sonra ''doğru yapmışsın, ..tebrik ederim seni" dedi. Yıllar sonra bir gün tribünde maç izliyoruz, Metin Abi de var. Bir frikik oldu. Metin Abi herkesin içinde, ''Halil" dedi, "in aşağıya da, şu topa bir vur, gençler bir görsün topa nasıl vurulurmuş?" "Aman abi'' dedim, "sen dururken topa nasıl vurulacağını göstermek bizim haddimize düşmez"...

Serkan Seymen: Artık yıldız futbolcuların ortaya çıkmamasına hayıflananlar var. Sizce neden olmuyor?
Halil Kiraz: O zamanlar daha çok ferdi yeteneklerin öne çıktığı bir futbol vardı. Bir Lefter'i o yüzden unutmak mümkün değil bugün. Artık takım oyunu, mücadele ve sürat önemli. Çünkü imkanlar güzelleşti. Bizim oynadığımız zamanların Mithatpaşa'sında süratli tek pas oyun oynamak mümkün müydü? O yüzden efsanevı yıldızlar çıkıyordu. Yoksa şimdi daha iyi futbol oynanıyor.

Serkan Seymen: Hayatının büyük bölümünü antrenmanda, maçta geçirdikten sonra, futbolu bırakınca insan neler hisseder?
Halil Kiraz: O ana kadar insan her şeyini tamamen futbola endekslemiş oluyor. Bırakmaya karar verdiğinizde daha, havada boşlukta uçuyormuşsunuz gibi gelmeye başlıyor. Ayaklannız izin verse, beyniniz artık izin vermemeye başlıyor o mücadeleye. Siz de antrenörlükten zevk almaya, onunla teselli bulmaya başlıyorsunuz.


Serkan Seymen: Futbolu bıraktıktan sonraki ilk üç-dört günü hatırlıyor musunuz? Artık antrenman yok, hafta sonu maça çıkmayacaksınız...
Halil Kiraz: Belki de bilinçaltında çok hatırlamak istemediğim için, Almanya'da futbolu bıraktığım günler yok aklımda. Bu arada Almanya'da insana futbolu bıraktırmıyorlar. Futbolu bırakınca master takımlarında oynamaya başlıyorsunuz.Bunun sağlık tarafı da var. Birdenbire bırakınca futbolu, sağlık problemler yaratabiliyor. Bunun önüne geçmek için de yapmışlar bunu.


Serkan Seymen: Siz bir de futbol yazar.lığı yapıyorsunuz Yeni Asır gazetesinde. Bugünlerde televizyonlarda, gazetelerde yapılan yorumlan nasıl buluyorsunuz?

Halil Kiraz: Ben eski futbolcu olduğum için maçı izlerken sizin göremediğiniz şeyleri görürüm. Siz bir pozisyonda bir futbolcunun beklediğiniz iyi hareketi neden yapamadığını düşünürken, ben orada o hareketi neden yapamadığını anlarım. Bugün yorumcular var televizyonlarda. Bazılar hiç futbol oynamamış. Diyorlar ki, Denizli'nin savunmadaki adamlara şunu yaptırması lazım, Jardel'in prese girmesi lazım, Arifin soldan bindirmesi lazım falan filan. Lazım da, o 'lazım'ı bana bir anlatsanız siz, nasıl bir şeymiş o 'Iazım'. Ayağına krampon giymemiş, tünelden çıkarken kramponların yere vurmasından çıkan o sesi duymamış, ter ve alkol kokulu soyunma odasını görmemiş bir adamın o sahada olan bitenleri, futbolcunun psikolojisini çok da iyi anlayabileceğini sanmıyorum. Şimdi diyorlar ki, Jardel basit goller atıyor. Evet, basit goller atıyor, ama o basit hareketi yapmak aslında en zor olanı, onu bilmiyorlar. Futbolda en kolay hareket topu istop etmektir. Ama altı pas içinde, o kadar adamın arasında, size indirilen topu istop etmek ve vurmak ne kadar zor bir harekettir, biliyorlar mı? Bilmiyorlar. Bir Galatasaray maçından sonra Ümit'le konuşuyorlar. Ümit dedi ki, "devre arasında Fatih hocamız bir konuşma yaptı, o bizi ateşledi." "Ne söyledi?" diye sordular. "Onu anlatmam size mümkün değil ki! Orada olacaktınız, dinleyecektiniz, şimdi anlatamam ki!" dedi. Bu iş böyle işte, o soyunma odasında olanı anlayamazsınız. Hagi çok sinirliymiş. Futbol sahasına çıkan adam anlar, o adam nasıl sinirlenir öyle. Tamam, futbol oynamamış adam konuşmasın demiyorum ama, biraz da bilmeleri lazım o sahanın içinde farklı şeyler döndüğünü

*Serkan Seymen'in Halil Kiraz ile yaptığı ve Postexpress dergisinin ilk sayısında 46-49. sayfalar arasında yayınlanan röportajdan alıntıdır.

" O " GÖZTEPEDEN KALAN*

Aydın Engin ve Necati Cumalı'ya

Sonunda olan oldu işte.Yılların Göztepe'si Anonim Şirket (A.Ş)
haline getirildi ve Yeni Asır'a satıldı.Bu satış aslında bitmiş bir
olaya son noktayı koydu. Futbol tarihimizin bir efsanesi
bitiyordu, yalnızca bitiş şeklinin ne olacağı belli değildi. Ya 3.lig
veya mahalli lig ya da A.Ş. Her iki halde de "o" Göztepe yoktu artık.

A.Ş haline gelen Göztepe ilk bakışta, bunun faydalarını görür
gibi oldu. "Diğer takımlar " gibi parasal kaynak buldu, transferler
yaptı, 1.lig'e bile çıktı. O kızıl elmaya ulaştı. Sonra da aynı hızla
2.lig'e,geldiği yere geri döndü. Macera yalnızca bir sezon
sürebilmiş, harcanan onca paraya rağmen elde manalı bir kadro bile kalmamaştı. A.Ş olmadan önceki duruma dönülecektiyse bütün bunlara değer miydi? Göztepe'yi o efsane kılan özellikleriyle muhafaza edip,Ege'nin en taze yeni kabiliyetlerini futbol dünyasıyla tanıştıran keyifli bir 2.Lig (yeni düzenlemeyle Süper Ligin altındaki 1.Lİg - İngiltere'deki gibi) takımı halinde tutması bile şimdiki gibi yönetimi tayinle gelmiş,bütçesi bağlı bulunduğu sermaye grubunun
binbir türlü karışık hesabına tabi, nereye gideceği meçhul bir
takımdan daha iyi olmaz mıydı? Bir Manchester City (ikinci kümede 35 bin seyirci topluyordu)bir İpswich Town hatta bir Napoli olmak varken,Trabzonspor olmak seçildi maalesef.

Peki bu durum önlenebilir, yani 3.Lige gitmeden veya A.Ş
olmadan, bir zamanlar yaratılmış olan o futbol keyfi, takım uslubu
korunabilir miydi? Bilmiyorum, yalnızca "keşke" diyebiliyorum.

Burada uzun uzun o efsane kadroyu, Avrupa ve Türkiye başarılarını tekrar etmek istemiyorum. Bunlar hep yazıldı,yazılacak. Benim anlatmak istediğim (veya bulmaya çalışacağım) Göztepe'yi Göztepe yapan şeyin ne olduğu.O dördüncü büyük falan değildi,o kendini İstanbul büyüklerine eklemek için hiç uğraşmadı,dördüncü büyüklüğe hiç tenezzül etmedi çünkü o başka bir şey olmaya çalıştı, kısmen de oldu ama sürdüremedi. O Göztepe idi.

Göztepe de İzmir'in diğer takımları gibi temelde bir semt takımı
idi. Altay Alsancaklı,Karşıyaka oralı, İzmirspor Eşrefpaşalı,
Altınordu Basmaneli, Ülküsüpor Tepeciklidir. Göztepe Güzelyalılı
idi. Göztepe'nin yükselişi 1960'ların ilk yıllarında başladı, 1970'lerin ortalarına kadar sürdü. O yılların Göztepesi futbolcu-yönetici-koyu taraftar sempatizan bileşiminin tüm semte yayıldığı bir yapı gösterir. Futbolcu antremandan sonra parkın köşesindeki kahvede bilardo oynayıp taraftarlarla sohbet eder semt
sakinler Halil'in (çok sert vuruşları olan benzersiz bir solaçıktı.)
kasabından alışveriş eder, Ali'nin (Artuner- gelmiş geçmiş en büyük kalecilerden) mağazasından ayakkabı alır, Fevzi(santrfor) transfer parası ile yönetici Muhittin Ekiz'in zeytinyağı işine ortak olur ve yaz günleri poligonda eski futbolcular,halihazırdaki futbolcular ve taraftarlar birlikte gazozuna(gerçekten gazozuna) maçlar yaparlardı.

Tabii ki bir semtle bütünleşme olayı tek başına o takımın neden
özel bir takım olduğunu açıklamaz. Gerçi yukarıda sayılan semt-takım eşleşmeleri de biribirine pek benzemez.Sözgelimi Altay Alsancaklıdır amaAlsancaklılar böyle bir bütünleşme için fazla zengin ve kozmopolittirler.Semtin yerleşik bir orta sınıfı yoktur. Kenarında kahvesi olan bir parkı bile yoktur. Eşrefpaşa-Bayramyeri-Üçyol hattı ise bu arada o kadar hızlı bir yap-sat faaliyetine sahne olmuştur ki ortada semt falan kalmamıştır.

Göztepe'de semt bütünleşmesinin dışında olan şeyler de
vardı. Bunlar takımın özellikle Güzelyalı 'da konuşlanmıl olmasından tevarüs ettiği özelliklerdi. Bilinen özelliğidir İzmir'in :
Türkiye'nin (her anlamda) en batılı şehri olması ve kendine özgü
burjuvazisinin varlığı. İnsan ilişkilerinden siyasal tutumlara ve
kurumsal davranışlara kadar İzmir hep farklı ve öncü
olmuştur. İzmir'in Güzelyalı'sı ise konumu itibariyle daha da
ilginçtir. Levanten Punta(Alsancak) fakir Kadifekale'nin aksine
2.Karantina-Güzelyalı arası yeni beliren Türk burjuvazisinin
mekanıdır. Nitekim siyasi nitelikli Altay ve Karşıyaka'nın aksine
Göztepe 1925'te bunlara tepki olarak yeni tüccar-burjuvazi ve
aydınlar tarafından kuruldu. Meşhur atağını da (çok anlamlı bir
biçimde) 1960'tan sonra yaptı. Burada anlatmak istediğim, gözü modern bir dünyaya dönük anlayışın semt tabanı ile başarılı bir
birleşiminin, rüya gibi bir takım yaratabildiğidir. Nitekim caddenin
(Mithatpaşa Caddesi- semtle deniz kıyısındaki yalı ve köşkleri ayıran cadde)diğer tarafında oturan zengin semt sakinleri de oluşumun göbeğinde olmuşlardır. Tüccarlıktan sanayiciliğe atlamış dünya ahvali bilir, iyi okullarda okumuş,zenginliği hazmetmiş kişilerdi. (Bu hazmetme meselesine Sabahattin Süvari'yi örnek vermek isterim. Adnan Süvarinin ağabeyi olan kulüp başkanımız 10 yıldan fazla başkanlık yaptı, gazetelerde demeci ve resmi parmakla sayılacak kadar az çıktı) Hem kulubü oldukça modern yönettiler, hem de semtten ,camiadan hiç
kopmadılar. Teknik direktör olarak, yurtdışında mühendislik
okumuş, iddiaları olan ne yapmak istediğini bilen Adnan Süvari'yi başa getirdiler.

Adnan Süvari geçmişinde parlak bir futbol kariyeri olmayan ilk
teknik direktördür. Belki biraz iddialı olacak ama galiba bir futbol
felsefesi olan, "takım yapan" değil de belli bir futbolu oynatmaya
çalışan ve takımı saha dışında da dizayn etmeye çalışan ilk teknik
direktördü. Tamamlayıcı bir bilgi olarak Adnan süvari'nin çivi üretim fabrikası olan bir sanayici olduğunu da belirtelim.

O zaman Göztepe belli futbol şablonu olan,dünya futbolundaki
gelişmeleri anında uygulamaya çalışan modern bir takımdı. 1966 dünya kupasının hemen ertesinde,o kupadaki belli başlı yenilikler hemen Göztepe'de de vücut bulmuştu: Liberonun önemi,kalecinin topu elle oyuna sokması, oyunu bir tarafa yığıp boşalan öbür kanada çok uzun paslar v.b.Göztepe antremanlarında uygulanan değişiklikler diğer takımlara bir on sene sonra falan gelmiştir. Bunların yanında gerek altyapıdan gerek Ege'nin dört bir yanından devşirilen kadro da bir daha zor bir araya gelecek yıldızlardan oluşuyordu:Ali, K.Mehmet, Çağlayan, Hüseyin, B.Mehmet, Nevzat, Nihat, Ertan, Fevzi, Gürsel, Halil. Bunlardan Ali, Nevzat, Fevzi, Nihat gerçek yıldız futbolculardı ama rahmetli "Gürsel'le ilgili bir şeyler söylemek gerekiyor. Gürsel takımın gerçek lideri idi.(bazı taraftarlara göre antrenör dü de) Ama daha önemlisi çok elverişsiz vücut yapısını (çok kısa bacakları vardı) inanılmaz bir avantaja dönüştürmesi idi. Bu kısacık bacaklarıyla çok iyi top saklardı. Çok akıllı futbolcu olduğu için oyunu içeriden yönlendirirdi. Gürsel ve eski futbolcu olan abisi ortak bir kuyumcu dükkanı işletirlerdi. Gürsel futbolu bıraktıktan sonra (akıllı bir futbolcu olduğu ve iyi bir deneyimden geçtiği için) çok başarılı bir antrenörlük hayatı geçirirken Rize'de bir kazaya kurban gitti. Ertesi gün Yeni Asır'da bu haber birinci sayfadan tam sayfa yer almıştı.Derine işlemiş yerelliğe iyi bir örnek......

Göztepe bu dönemde genellikle Ege'nin kabiliyetli gençlerini
devşirir ve alt yapıdan bir çok eleman yetiştirirken (örneğin "o"
Göztepe'nin en önemli futbolcusu Nevzat Güzelırmak, Namık Kemal Lisesi'nin şampiyon takımından, B.Mehmet Tire'den, Fuji Mehmet Söke'den) az sayıda futbolcuyu da İstanbul'un büyüklerinden transfer etti. İlginçtir,bu transferlerin hepsi (Beşiktaş'tan Sabahattin, Fenerbahçe'den Ali İhsan ve Hüseyin) takımlarında gözden düşmüşken Göztepe'ye geldikten sonra milli takıma kadar çıktılar.

Bu takım 1963-1971 arasında ligi sırasıyla 5, 4, 5, 4, 4, 7, 5.
sıralarda bitirdi, Türkiye Kupası'nı 1969 ve 1970'de aldı, 1967'de
kurayla kaybetti. 1970'de Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı da
kazandı. Avrupa'da yarı final oynayan ilk Türk takımı oldu. Göztepe'nin o parlak Avrupa macerasının televizyonsuz devirlerde cereyan etmesi gerçek bir şanssızlıktır. Her sene Göztepe'nin futbol kalitesinin nasıl yükseldiğini esas o maçlarda görebilmiştik. Hele (Toschack'ın da oynadığı) Cardiff City ve Atletico Madrid maçları. (ikisi de 3-0)
...
Ama 1966-1967 lig sezonunda Göztepe'nin başına gelenler futbol
denen olayın nasıl süprizlere bilinmezliklere ve öngörülmezliklere
gebe olduğunu çok güzel anlatır.O sezonun ilk devresinin son maçı İstanbul'da Fenerbahçe'yleydi.Göztepe o maçı 1-0 kazandı. İkinci devrenin ilk maçı da İzmir'de Fener'leydi.(o zamanlar fikstür öyle düzenlenirdi.) Göztepe yine 1-0 kazandı ve lider oldu.Sonra dört İzmir takımıyla oynadı Göztepe; Altay'la Altınordu'yla, İzmirspor'la, Karşıyakay'la ve hepsini kaybetti.! Şampiyonluk hayal olmuştu.

Sonraki yıllarda iniş başladı, dereceler düştü, küme düşme-
yükselmeler devri geldi, sonra da sürekli bir 2.lig takımı oldu.

Çünkü Göztepe zamana ayak uyduramamıştı. Kulüp yönetimi ve futbol açısından moderndi ama bunu sağlam ve kalıcı finansal kaynaklarla destekleyemedi. Şimdi olsa bir klubü ihya edecek Avrupa başarıları paraya tahvil edilemedi. Futbolun para eden devrinden önce gelen başarılardı bunlar, henüz vakit erkendi. Aynı zamanlarda büyük kulüpler medya/karapara artıkları ile hayatını devam ettirirken, Anadolu kulüpleri belediye/arsa gibi kaynaklarla beslendiler. Göztepe gibi yukarıda belirrtiğimiz özellikte bir kulüp olduğundan çaresiz kalmıştı.

KSK ise bir holdinge yaslanarak ayakta kalabildi. Yaşadığı hayal
kırıklığı Göztepe kadar büyük olmayan Altay (çünkü Göztepe kadar büyük hedefleri hiç olmadı) camia dayanışması ile tutunabildi. (biraz da Özal dönemi zenginlerinin desteğiyle.)

1970'lerin başında toplumdaki büyük altüst oluş kulüplere de
yansımış medya/karapara/rantçılar arasında kalan futbol ligindeki
altüst ler karşısında (Malatyaspor'un ünlü eroinci ve çeteci Nurettin
Güven başkanlığındaki günlerini hatırlayın.) kala kalan Göztepe'de
parası olanın başkanlığa talip olduğu günler geldi. Meşhur Muzaffer Atılgan bile (İzmir'de benzin istasyonu açmak için aradığı zemini oluşturayım diye.) Göztepe'ye başkan oldu.

Eh, bütün bunlardan sonra Göztepe A.Ş olmuş olmamış pek
farketmiyor.1960-1970'lerin özel bir oluşumuydu o. Şartlar
değişti, zamana ayak uyduranmadı (belki de uyduramazdı demek daha doğru) ve perde kapandı. Bize de züğürt tesellisi olarak " hiç
olmazsa Yeni Asır gibi bir ölçüde İzmirliliği temsil eden bir yere gitti, daha kollektif bir yapının koruması altında, ismi hiç olmazsa
Telsim reklamlarına malzeme olmayacak" diye kendimizi avutmak kaldı.

Perdeyi kapatırken bütün bu anlatılanlara paralel gitmeyen bir
olgunun da hakkını teslim etmek gerekir. Bu da seyirci olgusu. Son yıllarda Göztepe seyircisi hem sayısal olarak büyük artış gösterdi, hem de çoşku olarak herkese parmak ısırttı. 1.lige çıkıldığı 1999 Haziran'nında yapılan faytonlu şampiyonluk alayı ise futbol çoşkusunun yaşama sevincine dönüştürüldüğü çok keyifli
bir şenlik olarak taçlandı. Peki bu nicel ve nitel artışı nasıl
açıklayacağız?Bence bu işin sırrı " İNADINA GÖZTEPE " sloganında!

İzmir'in dinamik ve atlımcı potansiyeli o parlak efsaneyi özlüyor
herhalde. Keşke bu özleyiş,"nasıl olursa olsun ama o parlak günlere benzer şeyler olsun" kolaycılığına kaçmadan,ama futbol keyfinin bölgesel dinamikler ve olabildiğince camia dayanışması ile yaratabileceği bir oluşuma yol açabilseydi....Olmadı.

Şimdiki Göztepe işte böyle. Eski Göztepe'yi ise ben yukarıda
hatırlattığım gibi hatırlıyorum. Bilmem fazla mı büyütüyorum, olmayan veriler üzerine,olmamış ilişkiler mi uyduruyorum? Belki öyledir ama ben öyle olduğunu zannediyorum. İnanmak size kalmış.

MURAT GÜLTEKİNGİL

*Tanıl Bora'nın derlediği "Takımdan Ayrı Düz Koşu" adlı kitabından alıntıdır. ( 209-215 sayfalar)

**Sayın Erdinç Ceyhan'a teşekkürler.

 

 


"Adını göz şeklinde olan aşıklar tepesine borçlu Göztepe"


Mor salkımlarla bezeli köşklerin gölgesi denize vurduğunda bir başka güzel görünüyordu. Bin bir çeşit meyvenin süslediği bahçeleri kent sakinlerini kıskandırmaya kararlıydı sanki. Körfezin suyu tahta iskeleleri aşıp, kapı önü sohbetlerine karışınca, tadına doyum olmuyordu sahilin. Filibelililer, Simsaroğulları, Üzümcüoğulları gibi köklü ve zengin ailelerdi sakinleri. Şimdi isimleri apartmanlarda yaşasa da onlar çok daha samimi bir yörenin komşularıydı. Bir de ellerinde ''sayfiye'' reçetesiyle gelip, yerleşenler vardı. Ama en çok '' Aşıklar Tepesi"nin genç kalpleriydi, semti alabildiğine yaşayanlar .Tüm İzmir ayaklanna serilince hüzünlenen sevdalılar, adak tülleriyle giydirirdi çıplak agaç dallarını. Nice gönül hikayesine ev sahipligi yaptı bu tepe. Ancak; ne aşkını haykırmaya gelen genç adam, ne de gözyaşlarını saklamaya koşan umutsuz kadın, hiçbiri ayak bastıklan tepenin Ünlü bir semt ismine ilham olacagını bilemezdi.

Çınar Atay'ın ''lzmir'in lzmir'i'' kitabında, Göztepe adının ''Göz'' gibi yuvarlak olan Aşıklar ''Tepe"sinden geldiği yazıyor. Şimdi
''Susuz Dede'' olarak anılmasının nedenine gelince; burada bir yatır mezarının bulunduğu rivayet ediliyor. Göztepe Mahalle Muhtan
Meral Kurt ise, bunu ''yeşil alanın bozulmaması için eskilerin söylediği bir hikaye'' sözleriyle yorumluyor .Aslında değişen tek şey
parkın ismi olmuş; hala sevdalılar konuk listesinin başında yer alıyor , mezar başından, ''Sulayalım mı?'' sözleri yükseliyor, kuytula-
nna mevzilenmiş falcılar hünerlerini göstermek üzere bekliyor .Tepenin etekleri ise eskisi gibi sessiz değil; bahçe ve bostanlann
yerini apartmanlar almış. Park içindeki Fırat Çay Bahçesi'nin 20 yıldır işletmeciliğini yapan Cemal Arslanoğlu, '' Aslında, doğal site
giriyor bu yöre'' derken, semtin değişen yüzii de ilk sinyallerini veriyor bize.

Mithatpaşa ile lnönü Caddesi yokuş ve divenlerle birbirini kucaklarken; alt sınır Hakimiyet-i Milliye İlkokulu'ndan şimdi
park olan eski Gözümoğlu Sineması'na, üst sınır Hakim Evleri'nden Dolunay Pastanesi'ne uzanıyor .Ama bir zamanlar tramvay ve
troIeybüsün işlediği, sadece bahçeli evierin süslediği Mithatpaşa Caddesi'ni, bugün şerit haIindeki mağaza levhalan ve egzos dumanı örtüyor .Ayakta kalmayı başannış üç-beş eski esnaf ise bu kannaşık tablodan uzak dumak istercesine, tek bir yerde, 95 numaralı ara sokakta toplanmış. Her biri de hüzünle izlemiş yeniyi, geçmişe sonsuz özlem duyarak. Hala 30 yıl öncesini yaşayan Göztepe Kurukahvecisi'nin sahibi, 75 yaşındaki Mehmet Suphi Aykut, en çok semtin denizden uzaklaşmasından yakınıyor Karşısındaki Göztepe Mandırası'nda da aynı hasret rüzgarı esiyor .35 yıldır ilçe yaşamına tamk olan 76 yaşındaki Ali Kantarcı, ''Bu sokakta Citroen marka tek bir otomobil vardı'' derken belli ki trafik gürültüsüne atıfta bulunuyor. Bir dönem semtin ekmek ihtiyacını tek başına karşılayan, yöre sakinlerinin ''Ali Anıxası" kendi hikayesini de övünerek anlatıyor: "Köşedeki Göztepe Eczanesi'nin yerinde eskiden fırın vardı. Kapatılıp, apartman yapılınca insanlar ekmek almaya Güzelyalı'ya gider oldu. Belediye görevlileri, benim, dükkanını en erken açan esnaf olduğumu duyunca 'Ruhsat verelim, ekmeği siz yapın' dediler. Ve, Pazar günü dahil çalışmaya başladım. İnsan yılların esnafı olmaya görsün ünü Ahmet Necdet Sezer'e bile ulaşıyor. ''Eski müşterim Cumhurbaşkan'ının komşusuydu. Bir sabah kahvaltısında peynirimin tadına bakıp çok beğenmiş. O günden beri yolluyorum
ona" diyor Kantarcı. Dönemin semt sakinleri eklerine yakın yakın ulaşırken, fırından çıkmış, sımsıcak gevrekler için de tek
yere gidiyor. 1979'dan bu yana ömrünü inatla sürdüren Göztepe fırını bugün de peksimetiyle ünlü. Nurettin Kanlı, bunun için Karşıyaka, Alsancak, Narl1dere, hatta Çeşme'den bile gelen müşterileri olduğunu söylüyor.

Geçmişe tanıklık edenler semtin eskileri değil sadece; tek tük olsa.,bile geriye kalan Rum evleri de eskiyi anlatıyor yanından geçenlere. Ama birçoğu çok katlı apartmanların arasına sıkışmış ve Göztepe sakinlerinin ''yıkılsınn'' diyecekleri kadar harap. Korunanlarsa, yaşayan mekanlar; yani ev sahiplerince yaşatılanlar. Nitekim; Mithatpaşa Caddesi, Üçkuyular'a doğru seyrederken , Tansaş'ın hemen karşısında cumbalannı gösteren üç katlı tarihi yapı, görkemini, kendini hiç terk etmeyen Sevil Balcıoğlu'na borçlu. ''Ailem, tüccar olan iki Ermeni kardeşten almış bu evi. Burada doğup, büyüdüm ben'' diyen 71 yaşındaki Balcıoğlu, yanı başında yok olan mirasın birebir tanığı. Yüreğine öyle çok anı sığdırmış ki, anlatırken zorlanıyor: ''Musevi ve Levanten komşulanm vardı. Gittiler. Yalılann bahçelerinden meyve kokulan yükselirdi. Hiçbiri kalmadı. Yazlığa gitmezdik; deniz kapımızın önündeydi. Artık, sahil çok uzağımızda. Ama en önemlisi, komşuluk vardı. Şimdi izine rastlanmıyor .''

Eski Eşrefpaşa Yokuşu'nun üst kısmında, Amerikan Koleji'nin bahçesine komşuluk eden,.''206 yıllık, tipik bir eski Türk evi olan''
yapı da tarihe düşülen dipnotlardan.. Aliye Oral'ın anlattığına göre, burasının ilk sahibi Samim Kocagöz, Halil Kocagöz ve Ferzan
Gürel'in halası olan Sıdıka Kocagöz Keskinoğlu. Ardından, Söke Kızılay'ına devredilmiş yapı. Moral, bir zamanlann bu yazlık
köşkünü 1994'te restore ettiklerini söylüyor. Bina üzerine konuşurken, anlıyoruz ki Moral'ın semte ilişkin anlatacakları da var. Hem onun hikayesi, yörenin ''sayfiye'' havasının birinci elden kanıtı: ''Biz Alsancak'ta oturuyorduk aslında. Kardeşim hastalanınca, doktor sayfiyeye taşınmamızı tavsiye etti. Gelip, Göztepe'ye yerleştik.'' Devam eden sözleri ise oldukça tanıdık Moral'ın. Semte ününü veren soy isimlerini sıralıyor birer birer: ''Yemişçiler, Gülcüoğulları, Paykoçlar.'' Anlatılanlann ortak paydalan çok. Gözümoğlu ve Pandora gibi yazlık sinemalar da geçiyor bu anılar kervanından, Mez ile İskele isimli iki gazino da. Ama en çok ''komşuluk'' ta birleşiyor özlem sözleri. Çünkü, yiten en önemli şey bu, Göztepe sakinlerince.

Semtin 1950'li yıllarda değişen çehresine inat; 1925 yılında bir güneş doğuyor ki sönmüyor .Göztepe, bir futbol takımına .
isim olunca, ışıltısı ilçe sınırlarını aşıyor; yaşanan yerin Hatay ya da Poligon olması fark etmiyor. Taraftar tek bir vücut olup, ''Göz Göz" diye çağlıyor. 1968-69 sezonunda, UEFA kupasındas yarı fınale kadar yükselen ilk Türk takımı olunca Göztepe, bu aşk daha da büyüyor.

Çocukluğundan bu yaua spor kulübünün havasını soluyan Mustafa Cücen anlatıyor: Binası, Güzelyalı'da ama sevgisi civar civar.
Göztepeli ailelerin çocukları hep burada yetişti. Yabancı hiç yok. Tabii A takımıı için söylemiyorum bunu.''

Caddelerinde, sokaklarında boydan boya ''Göztepe'' yazılı duvarların geçit oluşturması boşuna değil. Bu aşk, çok büyük. Ama
sakinleri yine de özlüyor. Mor salkımlı evleri, sıcacık kapı önü sohbetlerini...

Kaynak İzmirlife Dergisi, 2003 Ocak sayısı sahife 58

 

 


"İzmir'in plakası kaç?"
Evde oturuyorduk. Bunda bir tuhaflık yok. Tuhaf olan babam da gündüz vakti evdeydi o hafta. lzinliymiş. Babalar yılda bir
hafta ''izine çıkmak'' diye bir şey yapıp işe gitmezmiş. Dendi ki; ''maça gidiyoruz''. Bir çanta hazırlandı; bir plastik şişede
su, yanm ekmek arası yiyecek birşeyler, bir de küçük bir örtü... Yola koyulduk.
Stada gelince örtü çıkanldı, beton oturma yerine serildi, yeme içme faslı başladı. lşte bu esnada takımlar belirmeye başladı yeşil alanda; rengarenk şortlar, formalar, çoraplar giymiş bir sürü adam. Herkesin ilk kez maça gittiğinde soracağı sorunun
babaya soruluşu var sadece o maçtan hatırlanan: Yanda oturan adam bağmyor ''Ofsayt, ofsayt!''. ''E, ofsayt ne baba?'' Baba an
Iattı mı, anlattıysa ofsaytın ne olduğu anlaşıldı mı, o da müphem. Ama unutulmayan şu, takımlardan biri sarı-kırmızı
renklerde, diğeri ise san-lacivert. lkincisi Fenerbahçe, o tamam da, birincisi Galatasaray değil işte. Mekan lzmir, dolayısıyla Fenerbahçe'nin karşısındaki de Göztepe.

Biri bağırdı ''Hadi be oğlum Fuji!'' O ne demek? Mehmet'miş futbolculardan birinin adı ama Fuji Mehmet derlermiş, Iakabıymış. Maç kaç kaç bitti, kayıtlarda yok. Tek hatırlanan maçın sonunda bir stad dolusu adamın ''milyonluk eşekler'' diye bağırdığı. Çünkü Göztepe kazanmış maçı, böyle bağırmca Fenerli futbolcularla dalga geçiliyormuş. Onlar bir iki milyondan aşağı transfer ücreti almayan pahalı adamlarmış; onlara müstahakmış.

lkinci hikayede mekan gene ev ve gene evde ''maça gidiyoruz'' lafları. Ama bu kez aradan birkaç yıl geçmiş olduğundan,
artık hafıza, depolamaya hazır olan biteni. İstikamet, lzmir Atatürk Stadı. Tesadüf ya, gene bir Fenerbahçe maçı, ama bu
kez rakip Altay. Ne koskocaman bir yermiş bu Atatürk Stadı. Kale arkasmda konuşlanmış durumdayız bu kez. Maç başlıyor, başladı derken, Nevruz soldan giriyor ve daha ilk dakikalarda önümüzdeki kaleye golünü atıveriyor. Sonra Fenerbahçe'nin golü, atan galiba Ali Kemal'di. Ama Altay'da Nevruz tam gününde, nasıl döktürüyor. Büyük Mustafa denilen Mustafa Denizli, Zagor Zafer, ismi ve tipi ezberlenen ilk topçular işte o gün. Bakalım neler kalmış akılda. Fenerliler içeriye doğru topu dolduruyorlar ki o sırada stadta pürsessizlik. Büyük Mustafa'nın sesi duyuluyor; ''çııkkkkk! ''. Daha önce anlatmışlardı ya, ofsayt diye bir şey vardı. Kaptan Mustafa takıma emir veriyormuş, onlar çıkınca bir anda, diğerleri ofsayt olacakmış. İyi, bunu da öğrendik; ne olduğunu tam anlamadık ya olsun. Bir başka kare. Altay'ın dördüncü golü, tepeden üzerimize bir kağıt şeridi düşüyor. Kağıtlı hesap makineleri için kırtasiyelerde satılan bir kağıt rulosu; belli ki gücü yetmemiş atanın sahaya kadar ulaştırmaya. Çok iyi bildiğimizden, daha önce çok görmüşlüğümüz olduğundan değil elbette, o esnada öğreniyoruz. Gol atılınca, bir sevinme hali hasıl,olduğunda ya da takım sahaya çıkarken moral vermek için atılırmış. E biz ne yapıyoruz peki. Özenle ve sabırla, zaten çok açılmamış olan
ruloyu geriye sanyoruz. Maçın sonunda, kale arkası tribününün en üstünden, stadın dışına aşağı sarkıyoruz. Bir anda sallıyoruz ruloyu aşağıya, kağıt süzülüyor havada, bir çizgi çiziyor adeta boşluğa, bir ucu yere vuruyor, kalan kısmı yavaş yavaş süzülüyor yere doğru. lki adam var aşağıda, kaldırıp kafayı bakıyorlar. lşte kağıdın havada uçup uçup da yere düştüğü o an, epey zarnan bizi oyalayacak futbol rnacerasının da başladığı an aslında. Sahadakiler istediği kadar koştursun, tribündekiler istediği gibi sevinsin, bağırsın, kahretsin kendine ya da küfretsin. O an, bir futbol rnaçı; havada süzülüp yere düşen bir kağıt şeridinin güzelliği bizirn için. Merak ediyorsanız rnaç Altay'ın 4 , Fener'in 2 golüyle bitti. Bitiş düdüğüyle birlikte ''rnilyonluk eşekler, rnilyonluk eşekler'' diye bağırrnanın yine tam yeriydi.

Artık ilkokul ikide falanız, ilkokul öğretrnenirniz (ki kendisinin bir erkek olrnadığını belirtrnekte fayda var ) Pazartesi günü sınıfa kısık sesle geldi. Bir gün önce rnaça gitrnişler, eşi ve bizirn yaşırnızdaki oğluyla. ''Göztepe'' dedi, ''küme düştü. Ama önernli değil seneye tekrar çıkarlar.'' Her ne kadar sabahtan akşarna top oynasak da okul bahçesinde, bir de okuldan sonra sokakta, ''küme düşrne'' Iafı çok da bir şey ifade etmemişti o gün bize. Kirn nereden nereye düşrnüştü ki !

TRT spor prograrnlarında bir oyuncudan bahsediliyordu o sıralar, adı Erhan Önal. Stardart Liege takırnında oynuyorımuş,
Türkrnüş ve çok güzel bir gol atrnış. Siyah-beyaz ekranda hala aklıillızda topu bir süre sürüşü, sonra uzaktan bir şut çıkarıp
da topu ağlara asışı. Yabancı bir takırnda öyle oynarnak önernliymiş. Ve bir gün ilk kez rnilli takırna çağrılıyor Erhan Önal,
rakip Galler. Bir ev dolusu çocuk, Göztepe kürne düştü diye üzülen ilkokul öğretrneninin evinde, başka sınıfta okuyan oğluyla birlikte izliyoruz maçı. Erhan Önal atıyor golünü, evden bağıra çağıra sokağa fırlıyoruz; nedense çok seviniyoruz.

Televizyonda yabancı takırnların rnaçları veriliyor naklen. ''Bayer Münşen''in maçlarını seyrediyoruz, Alrnanya'da ''Gel-
senkirşen'' diye bir stad var, ezberledik artık adını. Bir de ne demekse ''Gelsenkirşen Park Stadı'' diyor spikerler hep. Maçın
başında ve arada aklına estikçe belirtiyor spiker; ''Ekranın sağ tarafında koyu renkli formayla yer alan takırn şu, çubuklu ile
solda oynayanlar bu''. Televizyon renksiz ya, başka türlü anlayamıyoruz. Mahallede bir Alrnancının açtığı Erlenbach Kıraathanesi var. (Okurken sondaki c ve h harflerini telaffuz etrnekte çok zorla(Okurken sondaki c ve h harflerini telaffuz etrnekte çok zorla-nıyoruz hep.) Onlarda bir makine varmış, istediğin şeyi gösterebiliyormuşsun televizyonda. Futbol maçı izletiyorlarmış televizyondan, üstelik renkli, yemyeşil görünüyormuş saha. MilIiyet Çocuk da anlatmıştı ya, yakında çarşıdan istediğimiz televizyon programını alıp eve geleceğimizi ve bir alet sayesinde izleyeceğimizi... Erlenbach'taki alet bu olmalı işte.

Bu arada sokak arası maçları tüm hızıyla sürüyor. Üzerimizde pazardan alınma tişörtler var, önünde ''Argentina 78'' yazan. Evde televizyonda istediğimiz programı satın alıp seyredeceğimizi anlatan Milliyet Çocuk'un verdiği bir poster ise, çoktan duvaraasılmış. Kağıtlarla kaplanmış bir futbol sahasında ellerini iki yana açarak tribünlere doğru koşan uzun saçlı, yüzünde çok mutlu bir ifade olan bir futbolcu var posterde, altında Kempes yazıyor.

Lafı dağıtmayıp biraz geriye dönelim şimdi. Hani demiştik ya öğretmen ''seneye tekrar çıkarlar'' diye, hakikaten Göztepe
çıkıyor tekrar 1. Lig'e. Ama sene sonunda tekrar dönüyor gerisin geriye. Denilene bakılırsa ''asansör olmuşlar''. Bir sonraki
sezon 80-81 sezonu. Toplanmış maça gidiyoruz tekrar. Atatürk Stadı'nda ve gene kale arkasındayız. Stadın içinde tek bir
boş yer yok ki bu da 70-80 bin kişi demek. Maç, ligin bitmesine bir hafta kala Göztepe-Karşıyaka maçı. Büyük gürültü,
hengame, uçuşan kağıtlar ve sonuç: 0-0. Maç sonunda yeşilkırmızılı Karşıyaka son haftaya bir puan önde girmenin mut-
Iuluğu ile tur atıyor. Bizim oturduğumuz cenahta suskunluk, onların tribün bağrıyor: ''Kaf Kaf Kaf ...' .Ertesi gün Yeni Asır gazetesinin ilk sayfasında manşette maç var: ''Bir top 80 bin aşık''. Bir de irice bir spot; bir 2.Lig maçı için dünya rekoruymuş 80 bin kişi...

Bir sonraki hafta Karşıyaka Bandırma deplasmanına gidiyor. Tren kiralamışlar. Göztepe ise lzmir'de, rakip Balıkesir. Son
dakikalara giriliyor, durum 1-1. Ama maç bitmek üzereyken Sadullah bir topa vuruyor, Balıkesir kalecisi tam tuttu derken
içeri doğru tokatlıyor (Karşıyakalılar'a göre bilinçli olarak yapıyor bunu, çünkü satmış Balıkesir o maçı) ve gol. Tribünler
yıkılıyor. Esas gümbürtü az sonra kopacak ama, Bandırma'dan haber gelip de Karşıyaka'nın berabere kaldığı öğrenildiğinde.
''Göztepe şampiyon'' anonsu yapılıyor stadda.

O gece, biz küçük olduğumuzdan olayları yerinde tetkik edemiyoruz. Evimiz de ne Güzelyalı'da, ne de Karşıyaka Balkondan bile bir şey görmemiz mümkün değil. Anlatılanlara göre, Göztepeliler bir kamyonetin arkasına bir tabut yerleştirip üzerine de yeşil-kırmızı bayrak örtüyorlar. Kalabalık bir konvoy eşliğinde Karşıyaka yalısında göründükleri anda evlerden en hafifi yumurta olmak üzere üstlerine bilumum ''malzeme'' uçuyor.

Aradan birkaç yıl geçiyor. Artık büyüklerin refakati olmadan her hafta maçlara gidebiliyoruz. O efsanevi 80 bin kişilik
maçın ardından gelen sezonda yine ''asansör'' olunmuş ve artık ''asansör'' yıllar boyunca hep aynı katta kalacak. Kapı çalımyor. Arkadaşlar gelmiş. Bayraklar, şapkalar, yola çıkıyoruz. Bir torba içinde bir gece önceden kestiğimiz küçük küçük kağıtlar var, takım sahaya çıkarken atılacak olan ''ev yapımı'' konfetiler. Muhtemelen 83-84 sezonu. Rakip bir başka sarı- kırmızılı ekip; Kayserispor. Onlar lider. Arada 4-5 puanlık bir fark var. Ama daha oynanacak hafta çok ve bu maç kazanılırsa, şampiyonluk için büyük bir iddia oluşacak. Alsancak Stadı'nın kapısında polisler bayrakların sopalarını söküyor, kınp bir köşeye atıyor. Deniyor ki; ''konfetileri de almıyorlar''. Bayrak sopası birisine vurabileceğiniz bir nesne, hadi diyelim toplanmasında bir mantık var. Peki, konfetiler? Kimse bilmiyor sebebini. Torbadan konfetileri avuçlayıp kafamızdaki şapkaların içine dolduruyoruz. Polisleri atlatmakta kararlıyız. Kapıdan tam geçerken üzerimizi arıyorlar, tam atlatıyoruz galiba derken, bir tanesi arkadaşın şapkasının kıyısından sarkan kağıda takılıyor ve eliyle şapkayı sertçe çekip çıkarıyor, yerlere dökülüyor konfetiler. Ardından diğer iki kişininkileri de çekip alıyor. Ayaklarımızın dibi küçük küçük kesilmiş kağıtlarla dolu. Biz yerde onlara bakıyoruz, o anda polis
memuru sırayla hepimize birer tokat aşkediyor; ''hadi gidin şimdi'' diyor. En azından içeri girmemize ses çıkarmadı diye Kapalı ve açık tribünler tamamen dolu Alsancak'ta. Balkon tabir edilen kapalının üstündeki açık tribüne ise sadece Kayseri'den gelenleri almışlar, yarısını doldurmuşlar balkonun. Biz açıktakiler (0 sıralar pek meşhur olan, Mustafa Topaloğlu'nun ilk ''hiti'' ''Oy Oy Eminem''den çevirme bir tezahürata) başlıyoruz: ''1zmir'de hava sıcak / Soyunma baldırbacak / Göz Göz sana
koyacak '' Burada susuluyor ve kapalıdakiler, bir kısmı yüzünü üst kata çevirerek ayağa fırlıyorlar; ''Oh Oh Kayseri'', biz devam
ediyoruz ''Göz göz sana koyacak göz göz sana koyacak''. Sonra kapalı başlıyor; ''Açık, oh oh Kayseri''. Açık tribün iki
elini havaya kaldırıp sallayan insanlarla dolu, bu mesaj alındı demek. Bu defa aynı şarkıyı onlar başlıyor söylemeye, bizim
sıramız gelince fırlıyoruz havaya: ''Oh Oh Kayseri''. Biz başlıyoruz; ''Kayseri Kayseri baksana, Şampiyonluk şampiyonluk'',
kapalı ayağa fırlıyor, başparmaklarını işaret ve orta parmakları arasına sokmak suretiyle malum işareti yaparak Kayseri tribünlerine dönüyorlar ve bağırıyorlar; '' Al Sana ,, ." Bu arada o zamanlar aynı gün arka arkaya iki maç oynandığı
oluyor. llk maç Altınordu-Babaeski arasında. Babaeski sahada ısınırken, Göztepe tribünü başlıyor bağırmaya; ''Babaeski buraya''. Babaeskili futbolcular önce tereddütte kalıyorlar, sonra bakıyorlar Altınordulu az sayıda seyirci kendi takımlarını çağırıyor. Daha kalabalık bir taraftar tarafmdan çağrılmak hoşlarına gidiyor, Göztepeliler'in Altınordulular'a nazire olsun diye kendilerini desteklediklerini düşünüyorlar muhtemelen. Toparlanıp açık tribünün önüne geliyorlar ve ellerini kaldırıp tam selam veriyorlar ki tüm tribün mali1m ayıp hareketi yaparak ''naahhh, al sana ,, diye bağırıyor. Şimdi düşününce insan bir tuhaf oluyor. Babaeskili bir futbolcu olarak böyle şey bir geçse başınızdan, tam da maçın başında... Ama tribünde insan bazen vicdansız oluyor, çok eğleniyor bu manzaralardan.

Aslında kimsenin umurunda değil ilk maç ve sonunda esas maç başlıyor. Bir gürültü, bir hengame... Bu arada her taraf
polisler oturuyor, küfür başladığında ayağa kalkıp herkesi susturuyorlar. Açık tribünün merkezi konumundaki alana amirleri geliyor, herkesi susturuyorlar.Bir yandan maç oynanıyorken sahada, bir tribün dolusu adam susmuş, bağıra bağıra seyircileri uyaran komiserin sesini duymaya çalışıyor. Yakında duranlar komiser küfür edilirse, taşkınlık yapılırsa anında dışarı atacaklarını söylediğini duyuyor. Ardından bir şarkı başlıyor; "Uçan kuşlar martılar, yeşil başlı ördekler ve tumalar vardı''. Polisler "yeşil başlı ördek'' Iafına pek hiddetleniyorlar, birkaç kişi tartaklanıyor, bir iki kişi komiserin talimatı ile dışarı atılıyor. Tüm tribün koluna girilmiş iki kişinin zorla stad dışına doğru götürülüşünü alkışlarla protesto ediyor. Ve o zamanların en tuhaf tezahüratı: "Burası Türkiye, İsrail değil''. Televizyonda her gece Filistinliler'in kollarını vura vura kıran İsrail askerlerini izleyenlerin bulduğu bir slogan bu. Ortalık yeniden sakinleşiyor. Bu arada takım atak üzerine atak geliştiriyor. Bir iki gol pozisyonu, heyecanla ayağa kalkmalar, "ah be'' diye yerine oturınalar. Tanıdık tanımadık herkesin birbirine "geliyor geliyor tamam geliyor'' demesi.

Bu sırada özellikle Tepecik civarından gelen ''kopiller'' ceplerindeki Ieblebileri teker teker alt taraflarda oturan çevik kuvvet polislerinin kasklarına atmaya başlıyorlar. Kaskına ''tink'' diye leblebi atılan polisler kafayı kaldırıp geriye doğru bakıyorlar. Atanlar tamamen sahaya konsantre olmuş havasında çaktırmamaya çalışıyorlar durumu. Ama bir değil iki değil, sonunda gayri ihtiyari bir alan belirleyen birkaç polis coplarla dalıyor araya ve şüphelendiklerinin ceplerine bakıyor, suç aleti leblebileri arıyor.
lşte o sırada altı pas içinde topu önünde bulan Sadullah, gelişine voleyi çakıyor, top kaleye girerken herkes ayakta. Bağıranlar, birbirine sarılanlar, alkışlayanlar. O sırada telsizli komiser eliyle hemen bütün memurlara direktifler veriyor. Böylece,
futbol tarihinde eşi bir daha zor görülür bir olay gerçekleşiyor: Tribünde seyircilerin arasında oturan memurlar hemen ayağa
kalkıyorlar ve etraflarındaki herkesin ornzuna birkaç kez vurarak; ''oturduğunuz yerden sevinin'' diyorlar. Omzuna dqkunularak uyarılan yerine oturuyor, polis iki üç kişi öteye gidince tekar ayağa fırlanıyor. Kayseri tribünlerinden ''Kayseri Kay-
seri'' sesleri yükseliyor ve açık tribündeki 5-6 bin kişi ayağa kalkıyor. Koskoca adamlardan ilkokula giden çocuklara kadar
herkes ''Tabelaya bakalım göbek atalım'' diye bir şarkı tutturup büyük bir mutluluk içinde oynuyorlar, kıvınyorlar, göbek
atıyorlar.

Televizyonda haftanın maçlannın özetlerinde spikerlerin kullandığı klasik cümleyle söylersek maçın geri kalan kısmında başka gol olmuyor, hakemin bitiş düdüğünü çalmasına yakın Kayseri tribünleri staddan ayrılmaya başlıyor ve herkes bir uğurlama şarkısı söylüyor onlara: ''Yar saçlann lüle lüle Kayseri sana güle güle''.

Maç bitince yaklaşık yüz kişi birlikte yürümeye başlıyor. Alsancak Gannın önünden geçip Kıbns Şehitleri Caddesi'ne giriliyor, trafik alt üst. Sevinç Pastanesi'nin önünde herkes yere çöküyor, o sıralarda pek meşhur olan ''mavi mavi masmavi"
şarkısı ''san san-kırmızı kalbimizin yıldızı'' olarak söyleniyor hep birlikte. Yürüyüş devam ediyor ancak her sokak başında
grup yavaş yavaş azalıyor. Hürriyet gazetesinin binasının önüne gelindiğinde artık 25-30 kişi kalmış. Gazete binasının
önünde deliler gibi ''göz göz Göztepe'' diye bağınlınca binadakiler camlardan bakıyor, aşağıya bir fotoğrafçı çağınlıyor: ''çek
çek çek''. Camdan bakan bir muhabir ''bekleyin geliyorum'' işareti yapıyor, aşağıya iniyor. ''Şimdi bayraklan kaldınn, ellerinizi zafer işareti yapın.'' Fotoğraflar tamam. Grup oradan dağılırken herkes günün tek golünü kaydeden Sadul1ah'ı unutmuyor: ''lmpa-
rator Sado, imparator''. Ancak yann sabah ilk iş olarak alınan gazetelerde tek kare bile fotoğraf bulamamak büyük bir hayal
kınklığı yaşatıyor. Gazetecilere asla güvenmeyeceksin işte.

Burada hemen başka bir maça atlayıp Sadul1ah'tan daha detaylı bahsetmek gerek. Hafta içi oynanan bir TSYD kupası maçı. Rakip Altınordu. ''Şeytanlar'' adıyla maruf şimdi amatör kümeye kadar inmiş olan Altınordu, o zamanlar şampiyonluğa
oynamayan ama bir nevi bugünün 1. Ligi'ndeki Gençlerbirliği gibi kıyak top oynayan çekinilmesi gereken bir takım. Hatta
1983 yılında o kadar çok gol atıyorlar ki Avrupa'da o yıl en çok gol atan takımlar sıralamasında üst sıralarda yer alıyorlar.

Maç hafta içi olduğundan Alsancak Stadı'nın tribünlerinde az insan var. lşte bu lstanbul'da üç büyüklerin maçlarını takip
ederek kendisine taraftar kariyeri yapmış olanların pek bilemeyeceği bir ortam. Az sayıda insan, maçın büyük bir bölümünde bağırılmıyor, futbolcuların birbirlerine seslenişleri rahatlıkla duyuluyor, hatta tribündekiler sahadakilerle bire bir dilayoğa giriyorlar neredeyse.

Altınordu'nun orta sahada oyun kurucusu ve kaptanı Timur, Tariş binası tarafında, kapalı önünde köşe gönderinde topu yakalamış, geri dönüp içeriye orta yapmak istiyor. Ancak Sadullah arkadan sarj yapıyor kendisine. Timur dönemiyor,
Sadullah topu alamıyor, kısa süreli bir durma anı, Sadullah arkadan iyice yaslanıyor Timur'a, vücutları birbirine değiyor iki-
sinin de. O sırada kapalıdan biri ayağa fırlıyor ve ''Sado, değdirme adama, günaha giriyosun'' diye bağırıyor. Tribünden bir
kahkaha yükseliyor, Sado duydu tabii bu bağırışı, bir an afallıyor, hafifçe elinde olmadan sesin geldiği tarafa bakıyor, dikkati
dağılıyor. Bunu fırsat bilen Timur, şık bir hareketle geri dönüyor, topu Sado'nun bacak arasından geçirip yanından hızla geçerek kendisini kurtarıyor ve içeriye dolduruyor topu. Sado'da hala bir şaşkınlık var. ''Günah'' sözcüğü rastgele kullanılmış değil burada, çünkü Sado dindarlığı ile tanınıyor camiada. O sıralarda lzmir'de yayımlanan bir spor dergisi kendisiyle röportaj yapmış ve aynı
sayıda bir de posterini hediye etmişti okuyuculara. Sadullah evinde masanın başında bir sandalyeye oturmuş, bacak bacak
üstüne atmış, üzerinde gömleği, açık renk pantolonu, ayağında siyah çorapları ve başında hacı takkesi ile Kuran okuyor.
Röportajda da bir zamanlar çok içki içtiğini, pavyonlara gittiğini, çok kısa bir süre oynadığı Beşiktaş'ta bu yüzden başarılı
olamadığını anlatıyor. Sadullah dindarlığının sembolü olan sakalları ile sahada koşarken, bir sezon başında takımın başına gelen Nihat Hoca, ''ben sakallı topçu istemem'' diye tutturunca olan Sadullah'ın ve bir diğer sakallı olan Kemal'in sakallarına olur. Takım sahaya çıktığında her ikisini de pasparlak yüzlerle görmek hiç de hoş bir görüntü olmaz. (Saçma olabilir ama bazı şeyler o
oyııncuların alameti farikasıdır adeta. Mesela tozlukları daimi olarak ayak bileklerine kadar indirilmiş olarak oynayan Prekazi'yi ya da Alman Milli Takımı'nın bir zamanlarki yıldızlarından Briegel'i diz kapağma kadar çekilmiş tozluklarla görınek de bir huzursuzluk kaynağı yaratabilirdi.)

Sadullah direnmez sakalları için ve ''ne yapalım hocamız istiyorsa kestiririz der'' .Gazetelerin yerel baskılarının spor sayfalarında da geniş haber olur Sadullah'm sakallarını kestirınesi. Berber koltuğunda sakallar kesilirken fotoğraflar, tıraşı yapan berberin görüşleri, kendisi için ''ne büyük bir onur'' olduğunu belirtmesi önemli bir haberdir o gün.. Ancak takım kötü oynadıkça seyirci huzursuzlanır, sonunda birkaç hafta sonra pankart açılmıştır: ''Sakal kestirmekle bu iş olmuyor hoca''.

Sonunda Nihat Hoca istifa ediyor ve birkaç hafta sonra Sadullah yavaş yavaş uzamaya başlayan sakalları ile sahada yerini .
alıyor yine. Ve ne zaman bir Karşıyaka maçı olsa, Karşıyaka tribünleri Sado'ya her top gelişinde bağırmaya başlıyor: ''Çorbacı Sado'ya güm diye vurdu". Rivayete göre kısa süren o lstanbul günlerinden birinde sabaha karşı ayılmak için işkembeciye giden
Sadullah, çorbacıda olay çıkarıyor (kimilerine göre mekan sahibinin karısına askıntı oluyor. Ancak sarhoşlara işkembe servisi veren bir çorbacıdan sabaha karşı mekanda karısını bulundurması da pek mantığa uygun gelmiyor galiba) ve çorbacı
Sado'yıı dövüyor. Bu olayın duyulması da Beşiktaş yönetimi için bardağı taşıran damla oluyor. Sado bambaşka bir hayata
başlamak istemişti lzmir'de, ama Karşıyakalılar kendisine "günahkar'' geçmişini hatırlatmakta her zaman ısrar ediyorlardı.
Bunu en büyük keyifle yaptıkları maç ise Karşıyaka'nın şampiyon olduğu sezonun ilk yarısmdaki maçta oluyor. Maç
boyıınca Karşıyaka defansı top gösterıniyor Sado'ya. Tüm "İmparator Sado'' sesleri cılızlaşıyor, büyük bir keyifle çorbacı meselesi gündeme geliyor. Maçm sonucuysa; 2-0. Karşıyaka bir yandan '80'lerin başma hatırlatma yapıyor; ''Hatırla Göztepe
hatırla o günü 35 metreden Murat'm golünü'', bir yandan da aradaki puan farkını beşe çıkarmanın keyfini yaşıyor. Altobelli
Rıza, Nihat, Ülken, Muharrem, Erhan var kadrolannda o sezon. Yıllarca kalelerini koruyan, koskocaman göbeği ile nasıl
oradan oraya uçtuğu hala bir bilinmeyen olan Çingene Ali de yok artık, yerinde]uriçeviç var ve çok sağlam bir kaleci.
4-5 maçtan fazla oynamayan Zoran vardı bir de, tribünde sürekli hakkında espri yapılırdı. Belgrad pazannda karpuzculuk
yaptığını ciddi bir şekilde inanarak iddia edenler bile vardı. Efsane tükenmez, bir tanesi de bir diğer Yugoslav olan Şahinoviç ile ilgili. Şahin'i aslında Kocaelispor transfer etmek istemiş, yani kaliteli bir oyuncu. Şahin de transfer çağnsı alınca atlamış gelmiş lstanbul'a. Oradan bir arabaya demiş ki; ''Beni İzmit Karamürsel'e götürür müsün?'' Adam da almış bunu İzmir Karamürsel Mağazası'nın önüne getirip bırakmış. Bizimkisi etrafa şaşkın şaşkın bakarken oradan geçmekte olan bir Göztepeli yönetici, ''Ya sen ne bekliyorsun arkadaşım?'' demiş. Şahin de durumu anlatmış. Yönetici de ''E, bizim de takımımız var burda, gel seni bir deneyelim''. lster inanın ister inanmayın ama, bu tuhaf transfer hikayesi gazetelere aynen böyle anlatılmış ve herkes de buna inanmıştır. Şahin epey kaldı İzmir'de, Güzelyalı'da oturanlar yazın kendisini yazlık sinemada görürlermiş her akşam. Yemin billah anlatırlardı, her gece film boyunca bir paket Parliament sigarası içtiğini. Ancak ardından eklemek de farzdı; Parliament'in filtresinde, sigaranın dumanını süzen özel bir kömür vardı ve sporculann hepsi bu sigarayı içerdi, atletlere bile bir zaran olmazmış.
İşte o maçın üzüntüsü içinde çıkıldı staddan, Karşıyaka artık çok avantajlı şampiyonluk yarışında. Alsancak İskelesi'nden, ne işimiz varsa, iki arkadaş Karşıyaka vapuruna bindik. Vapurun içi silme taraftar dolu, denizin üzerin.de hafif yana yatmış, suları kahverengiye çalan körfezde yol alan vapurda ortalık inliyor; elbette malum sesle: Kaf Kaf Kaf. ..Alt güvertede, bayraklan içine saklamış bizim dışımızda herkes bir mutlu ki sormayın gitsin. Vapur Karşıyaka İskelesi'ne yaklaşırken kaptan da katılıyor şölene, durmadan düdüğünü çalıyor vapurun. O esnada bir yaşlı adam peydahlanyor yammızda. ''Maçtan mı?'' diyor. Boş bulunup, ''evet'' diyoruz. ''Bir gün'' diyor ''maça gidememiştim ben. Bu dediğim yıllar öncesi siz bilmezsiniz, Gode Cengizler var o zamanlar. Vapur göründü karşıdan ama düdük yok. Tüh dedik, Göztepe yenmiş. lskeleye bir yanaştı, içinden bir kalabalık fırladı; Kaf Sin Kaf diye inletiyorlar ortalığı. Tamdıklardan birini çevirdim, dedim niye düdük çalmmadı. 'Sorma ya' dedi 'Kaptan Göztepeli çıktı'''. Kendi anlattığı hikayeye çok mutlu bir şekilde kahkahalar atıyor yaşlı adam, aklma bile gelmiyor, biz niye boş gözlerle dinliyoruz, maçtan çıktığımızı söylememize rağmen neden mutlu değiliz... Ancak ikinci devre daha beter bir durum yaşandı, ikinci maçı Karşıyaka bu defa 4-0 kazamyordu. Kötü bir yıldı anlayacağmız.

Bu hikayeci yaşlı adam figürünün özel bir versiyonun kesinlikle yad etmek gerekiyor burada. Bütün sezon boyunca oynanan tüm maçlara giden, tribünlerin daha ziyade kıyı, köşe sakin taraflarım tercih eden, hemen her maçta görüldükleri için
hangi takımı tuttuklarım anlamak mümkün olmayan ve muhtemelen de ''takım değil de adam tutanlar'' taifesinden olan yaşmı başmı almış bir insan tipidir onlar. Ellerinde daimi olarak arkasma paket lastiği ile Kivi marka yassı pil tutturulmuş küçük transistörlü radyo olan bu adamlar inamlmaz bir hafızaya sahiptirler. Son 40 yıl içinde oynanan tüm maçları, sonuçları, takım kadrolarım, takım çalıştırıcılarım ancak bir otistikte görıılebilecek bir hafıza ile ezbere bilirler. Bir özelIikleri de daimi muhaIif olmaları, oynanan oyunu çoğunlukla beğenmemeleridir. Tüm tribün yedek soyunmuş bir oyuncunun sahaya alınması için bağırırken onlar herkesi susturmaya çalışırlar, çünkü o oyuncu koftidir onlara göre. Mesela, Galatasaray'm bir zamanlar en teknik oyuncularından Arif futbolu bırakmak üzere Göztepe'ye transfer olduğunda, alemciliği yüzünden burada bile ancak ikinci yarıda oyuna girmeye başlamıştı. Maç berabere giderken tüm taraftarlar Aririn oyuna girmesini istiyor ve radyolu-yaşlı-adam'lardan birisi ayağa kalkarak herkesi azarlamaya çalışıyor: ''0 pavyonda oynar ancak, pavyonda, susun be!'' Ardmdan anlatmaya başlıyorlar; ''bunlar topçu mu eskiden Mamako Salih vardı, Demirspor'dan gelmişti'', ''Mahalli ligdeyken Ulküspor'da bir Arif vardı esas'' tam bunları anlatırken yanaklarına yapışık duran radyodan Adanaspor-Zonguldakspor maçmda gol olduğu haberini duyarlar, herkesi haberdar etmeye çalışırlar; ''Zonguldak attı bi tane. Bu Volkan çok iyi oğlan bak her hafta çakıyor''. Diyemezsiniz ki; ''Ya iyi de şu anda Zonguldak'm gol atması bizim için neden önemli olsun?'' O anlatmaya devam eder; ''Siz bilmezsiniz, Alsancak'ın zemini kömür tozu kaplıydı o zaman, Avrupa Kupası'nda Atletico Madrid ile oynuyor Göztepe. 3-0 kazanması lazım durum 2-0. İnkıtalar oynanıyor ama artık. Bombacı Halil sol çaprazdan Tariş tarafmdaki kaleye doğru bir şut çıkardı, var ya, olmaz öyle bir şey, fizik kurallarına aykırı, top gitti çatala asıldı. Öyle bir sıçramışız ki ''gooooI11'' diye sesimizi ta körfezin öbür tarafmdan Karşıyaka'dan duymuşlar''. Sonra her maçta Tariş'in duvarına çıkıp kale arkasmdan maç izleyen işçileri işaret edip, ''Aha, duvarın üstündekiler var ya, hepsi ayağa sıçradı sapır sapır stadm içine döküldüler''. Yine onların yalancısıyız, her maçta sahamn kenarında tekerlekli sandalyeyle maç izleyen izleyicilerden biri o gün işte o duvardan düşenlerden biriymiş. Siz acaba diye düşünürken, onun aklı bir anda bir zamanlar Avrupa Kupaları'nda yarı finale kadar yükselen efsane Göztepe kadrosuna gitmiştir, tüm tribüne çağrı yapar; ''Haydi çocuklar hep beraber; Fevzi, Ali, Gürseller / Nerde kaldı o günler?'' Gençler pek takılmazlar ama nedense. O da yerine oturur tekrar radyosunu dayar kulağma, tam o anda uzaklardan şut çeken bir futbolcuya sinirlenip ayağa fırlar ve bağırır; ''Ulan hayatında attm mı sen ordan gol be? Topa da vurmayı bilmiyo ki, ayağı çıkıyodu ayının az daha ! Tabii hocada iş yok, bunlar
hoca değil ki, nerde Adnan Süvari?'
'
Ama radyoyla bu kadar derin bir ilişki kuran bir tek onlar değildi. Radyo bizim hayatımızda da pazar günleri büyük bir
yer işgal ediyordu. TRT tüm maçları aym anda bir o şehre, bir bu şehre bağlanarak verdiği zamanlar. lstanbul'daki Fenerbahçe maçı anlatılırken yaym kesilir merkez stüdyodaki sunucu ''Şimdi Adana'ya Galatasaray-Adana Demirspor maçına bağlanıyoruz der. Anlarsınız ki gol oldu ya da penaltı atılıyor. Tribünlerden sanki evinizin içinde bağınlıyormuş gibi gelen seslerin arasından spiker sesini duyurmaya çalışır; ''Sayın dinleyenler Adana'da gol sağanağı var adeta. Sİzlerle birlikte olmadığımız dakikalarda baskısını iyice artıran Galatasaray az önce bir gol daha buldu''. Bütün radyo spikerlerini, o zamanki bir takımın ilk onbirini
sayar gibi seslerini, üsluplarını taklit ederek isim isim sayabilen insanlar var hala. Onlar da en az futbolcular kadar önemlidirler çünkü. En az atılan güzel bir gol kadar anlatmaya değer maçı anlatırken söyledikleri. Mesela, Galatasaraylı olduğu düşünülen Orhan Ayan, herhangi bir Fener maçını anlatırken penaltı kazandırması ile meşhur Selçuk Yula ceza sahası içinde
düşürüldüğünde bir kez bile ''Selçuk düşürülüyor, hakem penaltı noktasını işaret ediyor'' dememiştir. Daima kurduğu
cümle şudur: ''Selçuk, düştü penaltı.'' Necati Karakaya ise sakinliğiyle meşhurdur. Bugün olsa ''cool", denebilirdi kendisine. .
Beşiktaş'ın Avrupa Kupalarında rakip sahada öne geçişini anlatırken; ''Soldan içeriye yapılan ortaya Feyyaz yükseliyor ve fişek gibi bir kafa şutuyla topu ağlara gönderiyor ve Beşiktaş'ı maçın 12. dakikasında deplasmanda 1-0 öne geçiriyor'' cümlesini ''Şimdi Samet, ofsayttan doğan endirekt atışı ceza yayı içinden kullanıyor'' cümlesini kurar gibi bir tonlamayla söylemesi pek eğlenceli olmuştur hep. Ege bölgesindeki maçları anlatan Murat Ünlü'nün Fenerbahçe'nin Bordo'yu Bordo'da 3-2 yendiği maçta, şiddetli bir ağlama krizine tutulduğu için maç anlatma işini zar zor tamamlamış olması da günlerce konuşulmuş bir hadisedir mesela.

Bugün İstanbul'da dolaşırken kentin birçok caddesinde, .özellikle Gümüşsuyu, Beşiktaş, Ortaköy civarında duvarlardaki ''Göz Göı'' yazılarına, hemen yanına ya da üzerine sonradan eklenmiş ''KSK 35.5'' ibarelerine büyük bir çoğunluk anlam veremez ve hatta dikkat bile etmezken tebessümle bakıyotum. Bunlar da mı ne? Anlatalım: Karşıyakalılar daimi olarak kendilerini İzmirli saymama eğilimindedirler. ''Nerelisin?'' sorusuna 'İzmirliyim'' diye değil de "Karşıyakalıyım'' diye cevap vermeleri adettendir. Otomobillerinin arkalarında ise şöyle bir çıkartma göze çarpar: "35.5 Karşıyaka''. Bu aynı zamanda her Karşıyaka maçında rahatlıkla görebileceğiniz bir pankarttır. Elbette buna verilen cevaplar var. Göztepeliler kendilerine "Tam 35'' sloganını bulurlarken, İzmirspor taraflarları, biraz da Eşrefpaşa delikanlılığı girdiği için işin içine, tribüne ''Harbi 35'' pankartı asarlar. Altay bu tartışmaya, ağırbaşlı tavnyla bugüne dek pek katılmamış gibi görünse de son zamanlarda, özellikle Eskiizmir grubunun bulunduğu tribünde
''Gerçek 35'' pankartı boy göstermeye başlamıştır. Tamam kabul, şehrin plaka numarası üzerinden yürüyen bu atışma dışarıdan bakınca pek de manalı görünmeyebilir. Ancak futbol tribünlerinde dışarıdan bakınca manalı görünmeyecek bunun gibi yığınla takıntı var.

Şimdi daldan dala atlayarak bu kadar gereksiz hikayeyi ne diye anlattık? Çünkü, futbol sohbeti keyiflidir. Ve galiba yazmak değil de esasen konuşmak keyiflidir; konuşurken daldan dala atlamak daha kolay olduğundan belki. Mevzu futbolsa, geçmişten bahsetmek, hatırat döktürmek çok da zor ve çok da tuhaf değildir. Çünkü galiba futbolda esas keyifli olan geçmişten konuşmaktır. Bir sezon öncesi bile bu sezondan sohbet malzemesi olarak daha çekicidir çoğu zainan. Belki de güzel
olan da oynanan maç değil, bitmiş maçtır, eskidikçe güzelleşir futbol maçları. Bazı yaşını başını almışların hep eski topçuları
beğenip de bugünkülerden yakınmasını böyle açıklamalı belki de. Futbol sohbetlerinde eskiyi hatırlamak bir kıdemdir aynı
zamanda. Eski futbolcuları, eski maçları hatırlamayana "futbol yorumu yaptırmazlar''. Ve eğer geçmişe dair çok ince bir detay
hatırlatırsanız karşınızdakine ve o da hatırlıyorsa aynısını sohbetin şahikasına varmışsınız demektir:

l982 yılında SSCB-Brezilya maçında 1-0 SSCB önde iken Brezilya'nın beraberlik golünü kim atmıştır? Zico mu Eder
1 mi? Peki o maçta atılan ve yıllarca jenerik olarak kullanılan bir gol vardı, o kimindi? Hani bir futbolcu kendisine verilen
pasa dokunmuyor, sakince bacaklarını açıyordu, bacak arasın dan geçen topa arkalardan gelen bir başkası vuruyordu ve asıyordu ağlara topu. Bacaklarını açan Socrates miydi? Yoksa bacaklarını açan Zico, topa vuran mı Socrates't.i? Ya, bir vakitler
Hollanda milli takımında oynayan PSV'li Kerkhof kardeşlerin ön isimleri nelerdi? Willie Van Der Kerkhoff muydu biri? Ya
öteki? Bayem München ile Porto arasında oynan finalde topuğuyla çok şık bir gol atan Cezayirli Porto oyuncusunun adı
neydi? Tabii ki Madjer...

Eğer sizinle aynı zamanlarda aynı maçlara, tribüne takılmış birisini bulursanız, illa ki dünyaca tanınmış yıldızları da konuşmanız gerekmez. 1980'lerin ortasında oynanmış bir Göztepe-Manisa Vestelspor maçında dört gol birden atan Göztepeli
futbolcu üzerine de konuşabilirsiniz. Siz bunu söylersiniz, diğeri; ''Hasan'dı 0'' der. Birlikte ertesi günkü Yeni Asır gazetesinin manşetini hatırlar gülersiniz: ''Yağma Hasan Böreği!'' ve büyük keyifle, aynı o tribünlerdeki yaşlı adamlar gibi '80'li yılların 2. Lig yıldızlarından, Altınordu'daki Timur'dan, Şakir'den, lzmirspordaki Levent'ten, Sancar'dan, Cevdet'ten, Orduspor'daki Mahmut'tan, Muğlaspor'daki Gazi'den, Yeni Salihlispor'daki Halim'den (sonra Beşiktaş'ta oynayacaktı), Hikmet'ten Karşıyaka'daki Murat'tan, Muharrem'den, Altobelli Rıza'dan, Pıtırcık Nihat'tan, Çingene Ali'den, Göztepe'deki Rambo Alparslan'dan, Hüsnü'den, Fuji Mehmet'ten, Altay'daki Kıbrıslı Mete'den (ve tabii Mete'nin Samsunspor'un yaşadığı o
trafik kazasında hayata veda ettiğinden) bahsedersiniz, duysalar kendileri bile inanamaz belki, onca yıl sonra birilerinin on-
Iarı hatırladığına. Bu isimler dökülmeye başladığında hikayeler de dökülür. İzmirsporlu Levent (Eriş), çocukken Dünya Çocuklararası Penaltı Yarışması'nda ikinci olmuştur, birinciliği kaptırınasının sebebi ise son penaltıyı direğe nişanlamasıdır. Bu anlatılır durur durmadan, ancak kendisinin herhangi bir şutu ya da penaltısı direkten dönerse Yeni Asır'ın illa ki ''Levent'in direklerden çektiği'' minvalli bir yazı yazılmasının adetten olınası...

Bir Orduspor maçında maçın başlarında ayağına bir darbe alan Mahmut'un hafif topallayarak maçı tamamlaması ve tribünde
yanınızda oturan bir adamm tüm maç boyunca usanmadan ve üşenmeden ve hiç durmaksızm ''Tamam Mahmut iptal, Mahmut iptal Mahmut'' demesi ve bunun gece rüyanıza bile girmesi... Kötü gitmiş ve hiçbir iddianın kalmadığı bir maçta, rakip takım oyunculanndan birine tribündeki 300-400 kişinin ciddi şekilde gıcık olup kafayı takması ve Rambo Alparslan'ı o
futbolcunun sırt numarasmı da söyleyerek ''Apo, kemik sesi'' diye doldurması, sonunda Apo'nun tribünlerden gelen ''haydi
Apo haydi'' bağnşlan arasmda göstere göstere çift dalması ve kırmızı kartı gördükten sonra, ayağmdan çıkanp eline aldığı
kramponlannı havaya kaldırarak görevini yapmış olmanın gururu ile tribünleri başıyla selamlaması ve tribünlerin bu arada
''rambo... rambo... rambo, rambo, rambo'' diye bağırarak kendisini alkışlaması... Kayserispor'la şampiyonluk için çekiştiği-
miz yıl, sondan bir önceki hafta lzmir'de, Yeni Salihlispor'un kendileri için hiçbir önemi olmamasma karşm maça deli gibi
asılmalan ve 1-0 önde götürdüğümüz maçm son dakikalannda Hikmet'in bir gol atarak Göztepe tribünlerinin önüne doğru koşması, Salihli'den gelen taraftarlann şampiyon olmuş gibi sevinmeleri üzerine büyük bir arbede yaşanması, ortalığm karışması, polisin coplarla tribünlere dalması, olaylann maç çıkışında da sürmesi, taşlı bir çatışmanın ardmdan Salihli'den gelen otobüslerin geriye camsız olarak dönmeleri ve o gece sinirden uyuyamamamız Yeni Salihlispor'a bugün hala elimde olmayan bir antipati taşımama yol açmıştır. (Ki Hikmet bir ya da iki sezon sonra aynı şeyi Tarsus ldman Yurdu'na son maçta yapmış ve saharnn içi bir anda kanşmıştı. Tarsus halkı ayaklanınca şehri kadın kıyafetleri içinde terk etmek zorunda kalmıştı)

Burada Altmordu maçlannm bizim için ayrı bir öneminden de söz etmek gerek. Ortaokuldaki müdür muavinimiz, aynı zamanda Türkçe öğretmeni, çok sıkı bir ülkücü olduğunu her fırsatta vurgular, derste ''Canını veren başını vermeyen şehit'' tadmda hikayeler anlatır, haçlı seferlerinin hala devam ettiğini söyler durur, bütün bunlan anlatırken sıkıldığımızı sezerse ya da bayrak töreninde iyice bağırmadığımızı görürse yanımıza gelir ''sen bir vatan hainisin defol'' derdi. Sabah okula girerken ayağımızda spor ayakkabı olduğunu görürse ayaklarımızı tekmelerdi de kendisi aynı zamanda sıkı bir Altınordu taraftarıydı. Bir zamanlar Altınordu'da futbola başlamış, genç milli takıma seçilmiş, Bulgaristan'la oynanan bir maçta çok kötü sakatlanarak futbol hayatına erken veda etmişti. Altınordu'nun maçlarını kapalı tribünün sağ tarafında, en önde ayakta izlerdi. Ucuz olduğu için gittiğimiz balkon tribününden aşağıya bakar kendisini izlerdik. Ve maçı Göztepe kazandığında, tüm bir öğretim yılının intikamını alma vakti gelmiş olurdu. Maçın son dakikalarında kapılar açılınca hemen kapalı tribüne iner, maçın son düdüğünü bekler, düdükle beraber, sarı-kırmızı atkı ve şapkalarla önune geçerdik 'İyi günler hocam nasılsınız?'' O da bizi ''defolun gidin lan, hadi kaybolun'' diye kovalar, bizse sırıta sırıta bakmaya devam edince bize doğru birkaç adım atardı, biz de kaybolurduk hemen. Bir maçtan sonra, bizden birisi, maç çıkışında sanki müdür muavinini görmemiş gibi önünden ''kırmızı götlü şeytanlar, şeytanlar'' diye tempo tutarak geçmiş, ancak bu "kendisini görmeme'' durumunu hiç inandırıcı bulmayan muavinin, daha sonra okulda da sürecek şekilde gazabına uğramıştı. Şimdi tabii; bu "kırmızılı şeytan'' konusunun ne olduğunu sormakta haklısınız. Açıklayalım: Altınordu takımınıın lakabı; şeytanlar. Takım sahaya çıktığında taraftarları "Şeytanlar'' diye üçlü çektikçe, karşı tribün tempo tutardı: "Kırmızı götlü şeytanlar, şeytanlar''. Bunun. da sebebi, renkleri kırmızı-lacivert olan Altınordu'nun bir vakti zamanında maçlara kırmızı şort ile çıkmış olması. Öylesine tutmuş ki bu zamanında, Altıııordu artık hiç kırmızı şortla oynamıyor olmasına karşın herkes böyle bağırırdı.

lzmirspor'un lakabıysa; Şimşekler'di. Onlar da şimşekler diye üçlü çekerlerdi. Onlara verilecek yanıtsa; "şim şim şimşekler eşşoğlu eşşekler'' olurdu. Bugün bakıldığında naiflik sıııırlarını bile zorlayacak tarzda tezahüratlar tabii. Hele Karşıyakalıların "Göz Göz Göztepe'' diye bağrılınca "göz göz göztepe gözün çıksın tepede'' diye karşılık vermeleri. Ancak haklarını teslim etmek gerekirse, Bandırma ile oynanan maçlarda, "Bandırma Bandırma'' diye bağıran seyircilere, Karşıyakalılar'ın ''Bandırcam, bandırcam" diye karşılık vermelerini her zaman
gerçek bir yaratıcılık şaheseri olarak görmek lazım. Aslında bütün bunların, futbol denilen oyunun, tribünde yaşanan abuk sabuk hikayelerin, o yeşil çimlerin üzerinde birkez olsun topa öyle yükselip bir kafa çakabilme hayalinin 13-14 yaşlanndayken ne diye bu kadar büyüleyici geldiğini anlatmak için tek bir hikayem var:

Mahalledeki boş bir arsa. Ayaklarımızda Sportaç marka kramponlar ya da Raf, Panter, reklamlarında Cemil'in oynadığı
Esem Sport ya da kendisi Converse All Star'dan taklit ama ismi Adidas'tan mülhem Saidas marka ayakkabılar. Tozlu bir saha, dört tane taş ve çılgın bir maç. Herkes, top ayağına geldiğinde, hem olabildiğince topla oynamaya çalışıyor, hem de bir
yandan bir spiker gibi kendi yaptığı hareketleri anlatıyor. Ama en beğendiği yabancı futbolcunun adını alarak: ''Maradona,
topu önüne aldı, karşısındakine bir çalım, diğeri geldi, ona da bir çalım...'' Mahallenin en gözde genç kızlarından birisi de kıyıda durmuş nedense öylesine maça bakıyor. Bizden bir iki yaş, büyük olan Zafer ise balkondan bu durumu kesiyor, ki kendisi
Altay genç takımında oynamakta. Birden aşağıya geliyor, üzerinde bembeyaz kar gibi şortu ve siyah-beyaz çubuklu forması, yine göz alan bembeyaz tozlukları ve yeni boyanmış siyah ıkramponları var. O da oyuna giriyor. Fazla koşmuyor, pas alıyor veriyor, beceriksiz hareketlere hiç kızmıyor. Tamamen sakin. Sonunda soldan gelen bir ortaya, bizim yapmamızın, mümkün olmadığı bir güzellikle zıplayarak vuruyor, kafasından seken top uzak alt köşeden gol oluyor. Hiç istifini bozmuyor. Ağır ağır santraya doğru yürürken, duruyor ve eğilip üzerinde siyah lekeler oluşmaya başlamış beyaz tozluklarının birinden bir tarak çıkanyor. Topa kafa vurduğu için bozulan saçlannı tararken yan gözle sahanın kıyısındaki genç kızımıza öldürücü bir bakış fırlatıyor. Ve biz orta sahada onun tozluktan çıkardığı tarakla saçlannı tarayışını, kızın da ona gülümsemesini seyrediyoruz şaşkınlıkla ve biraz da imrenerek.

Ve bugün, 1stanbul'da, herhangi bir yerde başlayan futbol sohbetinde, en korkutucu soru: ''Hangi takımı tutuyorsun?''
Korkutucu çünkü, ''Göztepe'' cevabı üzerine gelişebilecek diyaloglar epey can sıkıcı oluyor. Kimi zaten bu soruyu bile sormadan; ''Sen Fenerli misin?'' diyor mesela, ''hayır'' cevabı alınca ''Demek Cim Bom'' diyor. Yaşı geçkince olanlardan çıkan bir grup ise cevabı alınca; ''Vay'' diyorlar ''Zamanın efsanesi. Ama senin yaş kaç? Sen bilmezsin o zaman lngiliz Nevzat, Bombacı Halil, Kaptan Gürsel zamanlanm. O zamanlar Adnan Süvari vardı takımın teknik direktörü, Fatih Terim'den yıllar önce adam gibi top oynatırdı takıma". En ciddiye alınmaması gereken grup ise; ''Göztepe mi? O ne ya?'' diyenlerdir, hiç uzatmamalısınız sohbeti. En kötüsü en sona kaldı. Onlarla diyalog şöyle gelişir:

-Hangi takımı tutuyorsun ?

-Göztepe.

Futbolla ilgilidirler, bilirler, maçlan takip ederler ama onlar için esas olan ''büyük maçlar''dır. Aslında onlann da futbol
sevgisinin de ciddiye alınacak yanı yoktur, çünkü dünya kupasındaki maçları, çeyrek finalden itibaren gereksiz takımlar
elendikten sonra izlediğini hiç çekinmeden yazan gazete yazarlanmn şürekasıdır onlar. Küstahça şöyle derler:

-Aaa! Ama niye ki?

Niye mi?*

(*) Burada, Yıldınm Tükenmez'in 18.03.2000 tarihinde, Izmir'de oynanan Göztepe-Galatasaray maçmdan sonra tüm gazeteler tribünlerdeki san-kırmızı kalabalık görüntüyü "yer gök san-kırmızı" gibi spotlarla Galatasaray'a mal ederken: yazdığıı maç yorumunda yer verdiği şu cümleleri nakletmek ve kendisine gecikmiş bir teşekkür yollamak da farz galiba:
"lzmir Atatürk Stadmda taraftar sadece san-kırmızı renkleri değil aynı zamanda tribünleri de eşit düzeyde paylaşıyorlardı. Bir tarafta Avrupa'da rakip tanımayan Galatasaray, diğer tarafta ise kümede kalma mücadelesi veren Göztepe. Türkiye'de herkes başannın arkasından koşarken Göztepeli yandaşlar takımlannın performansına bakınaksızın tribünleri Cimbom taraftarları kadar
doldurabiliyorlardı. lşte taraf ya da taraftar olma bilinci de bu olsa gerek. Tartışılır kazanımlann değil bir, bir şehri, bir semti simgeleyen renk, kültür veya duyguların her ne pahasına olursa olsun sonuna kadar desteklenip arkasında sırnsıkı dimdik durabilmektir güç olan.Sonuç olarak şu da bir gerçek ki Göztepe'nin ürettiği futbol ne kadar geri olsa da Göztepe gibi takımların taşıdığı seyirci potansiyeli ve düzeyi nedeniyle artışıyla sağlıklı zemine oturacaktır ya da gerçekteşecektir."
Serkan Seymen
Tanıl Bora'nın derlediği "Takımdan Ayrı Düz Koşu" adlı Kitaptan Alıntıdır

 

 


GÖZ GÖZ'E GELDİM Kİ İÇİM YANİYE

"GÖz Göze Geldim ki içim Yaniye..."

Sadullah Acele

Dillerini sevdiğim / kıvırcık dillerini...

"10 yıl gitmedim Göstipiye. 10 yıldan sonra ayak vurduk izmir'e. Antrenör olmaya gitmedim ki. Başka bişe için gittiydim. Diyne bak şindi," dedi konuşmamızın hemen başında heyecanla. İşte imparator Sado'nun anlattıkları. Hep birlikte "diyneyelim":

1954 doğumlu Sadullah Acele. Ankara'nın Çubuk ilçesinden. Çubuk Ankara'nın İlgaz'a bakan yanı. Son durağı. Çocukluğunda maçlar radyodan Halit Kıvanç'ın, Orhan Ayan'ın sesinden dinleniyor. Baba, Çubuk'taki tek sinemanın Yıldırım Sineması'nIn sahibi: "Tahta sandalyeleri var" sinemanın. Bir de park var halkın eğlencesi: "Herkes evinde yiyeceklerini hazırlar konsere gelirlerdi. Ayda bir kere sanatçı getirirlerdi buraya Bedia Akartürk, Neriman Koksal gelmişti. Herkes onları seyretmek için sıraya girerdi millet birbirini yedi. Millet ölüyodu yani." Ahmet Aga Sadullah'ın babası. Şen adam. "Kadifeden Kesesi"ni duymasın döne döne oynarmış. En çok da Yılmaz Güney'e ısınmış içi Sadullah'ın.

Çocukluk yılları diyeceğiz ama ne çocukluk. İki bardak şarap veriyorlar Sado'ya git diyorlar falancanın dükkanının camına işe! Anında denileni yapıyor Sado... Çocuk işte. Işeyiveriyor cama çerçeveye... Top sevdası çocukluk günlerine dayanıyor. Çubukspor Sarı-Lacivert renklerde. Takımda Lefter(!) bile var: "Kuzman Mahmut, Hüseyin, gibi iyi topçular vardı. Lefter sol paçasını sıvar sağ ayağında kundurası sol ayağında lastik ööle top oynardı. Biz Japon kalesi oynardık herkes kendi kalesini korurdu. Beş gol yiyen çıkıyordu oyundan. Çok iyi bir oyundu yani. Valla biz ööle oynuyorduk beş kişi. Ben Fenerbahçeli Yılmaz derdim kendime, öbürü Ogün derdi falan aramızda top oynarken. Çubuk'ta Japon kale oynardık..." İyi bir oyundur bu Japon Kalesi oyunu. Futbolun en iyi çalışması diyebilirim. Beş tane kale oluyor, minyatür... Herkes kendi kalesini koruyor ve her kaleye gol atabiliyor. Lise yılları... Çubukspor'un idmanlarında yoklama aldırıyor Sadullah. Ankara'da Balgat, Matbuat, Aydınlıkevler, Haritagücü, Jandarmagücü, Altındağ, Mülkiye gibi iyi takımlar var. 'Onları izleyerek büyüyor'. İlk seçmelerde Çubukspor formasını geçiriyor sırtına. 1968'de ilk lisans. İlk maç: "Ayaş maçı milli olduğum maçtır. Son 20 dakka girdiydim ama zevkten dört köşe oluyom."

1960lı yıllardaTürkiye 1. Ligi'nde tam altı takımla temsil ediliyor Ankara: Ankarademirspor, Şeker, Hacettepe, Ankaragücü, Gençlerbirliği, Toprakspor... İki maç Cumartesi, iki maç Pazar. İki takım da deplasmanda. O zamanlar sinemalarda da üç film birden oynardı. Sinemadan akşamın karanlığında çıkardık. Her şeyde bir bolluk var yani. Gençler'de Suphi, Hacettepe'de Güvercin Nuri var hayranlıkla izlediği, Güvercin Nuri Beşiktaş tribününden atılan güvercinlerden biri önüne düşünce
hafiften tekme atar gibi yapmış güvercinlere, öyle almıştı bu lakabı. Kasaptı zaten. "Biz onları izlemeye gittiğimiz zaman hele gece maçıysa ölürdük ya 19 Mayıs'a girdiğimiz zaman."

Çubukspor'da oynadığı iki senenin sonunda Ankara takımları peşinde Sadullah'ın. İnce paslar, çalımlar falan. Bizim 'ince oğlana önce Gençler 'el atar'. Kaldıkları lojmanda 'slip donlarıyla' oturmuş kumar oynayan Gençler'li topçuları ayıplar iyice bir. Sonra da yine kumar yüzünden kapışmalarını bir sporcu topluluğuna yakışmadığını düşünür: "Sabah saat 4'te millet uyurken Kızılay'dan bir başladım depara taa Dışkapı'ya kadar... Çubuk minibüsüne bindim gaçtım." Sado'nun transfer turları biraz erken başlamıştır. Hem de ne tur. Önce Ankaragücü'nün transfer odası haline gelen doktorun yazıhanesini beğenmez sonra da Kayserispor'un beyaz çocuklara düşkünlüğüyle(!) bilinen antrenörünün hallerini. Gençler, Ankaragücü, Kayseri derken Amatör Milli takım kampına katılması istenir. Kızılcahamam kampı ilk büyük kamp deneyimi. Ama ilk yemek deneyimi futbolcularla topluca oturduğu masada: "Kızılcahamam'dayız çatal bıçak görmemişiz ki. Eti neyin yiyemedim, çorbayı içtik.
öyle galdık. Gece oldu odalara çıktık baktım olacak gibi değil. Garanlıkta arka yola oradan da Ankara'ya Çubuk'a. Gene gaçtim. Ben kesinlikle öyle şeyi sevmem. Çatal bıçak neymiş. Gelip aldılar. Hemen soyundurdular. İngiltere'ynen oynuyoz, Cebeci'de. Ali Osman Renklibay'la ikili oynuyoz ilerde. Orda gördüğümüz şeyler kötüydü; slip donlar, öbür tarafta acaip gılıklı antrenörler. Hep gaçtık."

Kadınlar, kadınlar

Ankara'da pavyonlar ve güzel kadınlar var. Ve bir gözleri ahuya zebun eder Sado'yu felek. O da zebun olur gerçekten bir gözleri ahuya; "O zamanda bende bi aşıklık dalgası vardı. Onu görmeyinci hasta oluyodum." 19 Mayıs, Cebeci'nin olduğu kadar Monamur, Yakut Pavyonları'nm ceza sahasında frikik pozisyonlarda artık: "Orda bi gadın beni baştan çıkarttı... Goz göze geldim mi için yaniye... iki sene sonra da ayrıldık. Aşıktık ama. Sonra bi gadını daa sevdim. Ev duttuk. O gadın mücevherlerini getirdiydi. Evliydi. Çocuğu vardı. Sürdüremedik."

1. Lig'in güçlü ekiplerinden Boluspor bir gece kapısını tıklatıyor. 140 bin liraya Kırmızı-Beyazlı takıma atıyor imzayı Sadullah. 69 bin lirasıyla önce bir Anadol çekiyor babasının altına. Bolu o zamanlar lig ikincisi. Üç büyüklere kök söktürüyor. Takımın başında Romen hoca Neagu var. "Kadro Kaleci Talip, İbrahim, sol bek Fikret, stoper Nuri, Alaattin, Vadi, Şükrü, sağaçık ben santrafor Vahdet, sol açık Çetin, sarı Mustafa'dan oluşuyor. Aladağ'dan kamptan gaçtım gine. Aşığık ya! 45 dakkahk yol. Tüfekli amigo var başımızda... Yolu da biliyom, ormana doğru bir goşmaya başladun... Üst baş çamur toz, kaplıca dolmuşlarına bindim. Dooru Angara'ya... Yattım aşşa..." Sadulllah uyandığında kapının önünde Bolusporluların '56 şavrole'si. Abaza Enver direksiyonda. 2 metre boyunda pala, vurduğu yerden ses getiriyor Enver: "Gene gelmişler tüfeklerlen. Cuma akşamı binip arabaya gaçıyodum gelip yine Pazar günü alıyorlardı beni. Çubuk sevdasına ya... Çubuk olsun ne olursa olsun... Garagöle çukarduk. Dünyayı görmezdi gözüm. Balbal, Ayu Celal eheeey... Gırgır muhabbet ne ararsan var...Orhan hastasıydım. Baba söyledi mi her şey biterdi."

Bolu Zır Aalıyo

îlk maç Fener maçı. Bir özel maç, Sadullah kendisine benzettiği Yılmazla karşılıklı oynar. Fener'in Levent, Abdullah, Ogün, Yavuz, Numan'lı takımı: "He heey. 1973 yılları... Allah Allaaah. Ayaklar titriyo.. Neyi oynuyon.. işin ilginci Çarşamba günü de yabancı takımman maç var. Ne yabancısı lang oolum. Ben yabancıyı nerden gördüm de maç yapacam? Bi maç yaptık ama bi de bunun garşıhı varmış. Romanya'nın Bükreş takımı... Bi de Romanya'ya gittik. 1-1 galdıgh... Biz Avrupa Gupası'na gidiyomuşuk. Ben nerden bilürüm la Avrupa Gupası'nı. Gidtük. Biz top oynuyoz. Yani eyle şeyimiz yok. 3-0 yıkıldık. Ben o maçlarda öyle top oynadım ki Ajax'ın antrenörü beni transfer etmek istemiş. Neagu da gulüyo tabii: 'Biz bunu Çubuk'tan zor getiriyoz, iki kelimeyi zor gonuşturuyoz. Avrupa'yı nerden bilcek.?' Ben de güldüm yani. Git len didim Neagu'ya. Şimdi olaylara bak ben orda bi de Bolu'da as topçu oldum mu... Bolu'yu zır aa-latıyom... 74 Dünya Kupası oynanırken Coşkun Özan benim için; '1978'de milli takımın değişmez tek santraforu Sadullah olacak' diye yazdıydı." 1975-76 sezonu Boluspor'da kendisine ana avrat küfür eden genel kaptanıyla kavga ediyor Sado... Ver elini Çubuk. Topluyor yatağı yorganı ayrılıyor Bolu'dan.

Göz-Göz

Ertesi yıl artık Göztepe'nin transferdeki en büyük bombasıdır. Adanaspor'la 200 bin liraya anlaşmışken, binbir dil döken Göztepelilere 450 bin liraya evet diyor: "İdareciler önümü kesti Ulus'ta. İlle de seni alacağız, dediler. Oturun şu kaldırıma pazarlık yapalım dedim. Oturdular. Ne garı düşkünlüğümü kaldı ne içkiciliğim. Hepsine varız, dediler. Ben de çaresiz tamam didim." Tam Mehmetçik Anıtı'nın önünde. İzmir uçak bileti cebinde havaalanında önce bir 70'liği deviriyor, ardından uçakta ikram edilen içkileri içiyor Sado: "Bolu'dayken 6-7 ufak rakı içerdim. Benim yaşadıımı şimdiki topçu yaşasın sahada yürüyemezler. İzmir'de uçaktan incem, incem ama uçaan ön goltuklarında milletvekili oturmuş. Ben ööle godaman insanı görünce sevmem. Gittim arkaya oturduydumdu zaten. Sevmezdim bööle gendini beyenmişleri, galantorları, gravathları, sevmem. Bolu'da da ööleydim. Nerde çingen çadırı var oraya girerdim. îneceez ama önden inin didi hostes. Onnar önden ben arkadan giddim. Uçak duracaa sırada dışarı bakıyom bi galabalık bi alamet bak dedim herifleri garşılamaya geliyolar bak şimdi didim. Arkadan inmeye başladım. Bi baktım o galabalık bana dooru geliyo. Ana! Manyak mı lan bunnar neyime geliyonuz, didim. 70'lik içmişim zaten. Topçu arkadaşım Demir'igördüm raatladim. Didim 'dut lan elimi şimdi bi falso vermiyelim.' Benim Ööle bi derdim yok ki. Ben yiyom içiyom eeleniyom top oynuyom. Çiçeeni alan gelmiş. Ordan baarıyolar Gostepe Gostepe diyin... Bindik arabalara nasıl gonvoy nasıl gonvoy. Orda herkesnen opüşüyoz. Yalaka olduk öpüşe öpüşe..."

1977'nin Göztepesi'nde eskiler yok artık: "Fuji Memet Rizespor'a gittmişti o sene. Gölcük Kampı'na çıktık.Galede Güngör aabi vardı, Ali'nin yedeğiydi hem Gostepe'de hem Milli Takım'da... Ulvi, Ercan, Taner, Kenan, İsmail, Saadetin, K.Ali, Şarlo Memet, Doğan ve irfan var. Tribünler inlerdi 'Doğan irfan ortala Bombala Sado bombala' diyi."

Dörtlü turnuva oynanıyor İzmir'de. Yıl 1977. Trabzonspor, Altay, Yunan Politeknika ve Göztepe. Göztepe o turnuvanın şampiyonu, Sadullah ise gönüllerin Sado'su olmuştu. Ama içkili alemler tam hızla devam ediyor Sado için. Sado Göz-Göz'ün gözünün bebeği: "Maçtan sonra Madımak Aamet'nen votkayla birayı karıştırdık. Kordondan başladık gitmeye şimdi. Paytonda bağrıyok Gostepe diyii. Yolda bi darbukacıynan kemancı da gördük onları da bindirdik paytona... Arabalar da bize katıldı. Konvoy halinde gidiyoz şimdi.. Bi baktuk Göztepeliler nasıl geliyo bize dooru. Bi aldılar bizi omuzlara... Valla ciğerlerim gasıklarım dışarı çıktı. Öldüm öldüm...Güzelyalı'ya gadar. ööleydi ondan soora." 1977-78 sezonu . Ligin tozunu atıyor Göztepe. Takımın iki golcüsü K.Ali ile Sado gol krallığında çekişiyor. Çekişme yok aslında Sado'ya göre çünkü takım arkadaşı arkadaşıyla çekişmez. Gol krallarının Ankara'da televizyona çağrılacağı ve söyleşi yapılacağı haberini duyunca maçta atacağı golün pasını K.Ali'ye veriyor ve onun gol kralı olmasını sağlıyor Sado: "Ben öyle şeyleri sevmezdim. Gitcem televizyona çıkcam yok... Gravatlıları lüksü sevmezdim ben."

Halkla İçice

Güzelyalı'nın balıkçıları, Kemeraltı'nın esnafı, Konaklı gariban çocuklar en iyi dostları "İmparator" Sado'nun: "Biz hep halkla içiçeydik. Mesela lüks yerlere giderim, ama nerde gariban var yanlarına otururum. Bizim bi idarecimiz vardı hastaydı bana. Üstümü başımı düzer, gulübe yollardı. Ben üstümden çıkartır yattaa atardım. Ertesi gün bi bakmışım malzemeci Namık almış satmış elbiseleri." Hayatında yine kadınlar eksik olmaz İmparatorun - Rumeli ve Nunume Pavyonları'nın kulakları çınlasın. Rivayet o ki formdan düşsün diye Rizesporlu idareciler bir 'kadın sarmışlar' başına. Hatta bazı karışık durumlarını da Bornovalı Nuri Abisi çözmüş. Ve o kadından bu Bornovalı abisi sayesinde kurtulmuş: "Sonra gadın gız işlerini bıraktık. Gadri Aytaç hocamızdı. Geldi bi gün 'içmeyeceen seni Milli Takım'a aldıracaam' didi. Ben içerim didim yaa... Israr itti. İyi dedim. Hakkaten Avrupa Kupası mı, Dünya Kupası mı ona çağırdılar Macaristan'a karşı falan oynadım. Sonra islam Oyunları başladı. O gün babam öldü. Babam öldüğü için de gaçtım ordan gitmedim. Bi daha da çaarmadılar. Ben de gitmedim. 4 kez A, 1 kez de Ümit Milli oldum. Benim düzgün yaşantım olsaydı 50-100 eheheey."

Göztepe Tribünleri

Göz-Göz tribünleri tribün olmaktan çıkmış Sado'nün taraftarlarıyla kurduğu şenlik yeri olmuştur: "Ben sahaya çıkmadan Orhan çalmaya başlardı. Hastasıyım ya Gapalı tribüne orkestra gurdular. Ben sahaya çıkarken 'Mevsim Bahaar Oluncaaaa' çalar, her maça onunla çıkardım..." Göz-Göz, geldiği sezon ilk şampiyonluğu tattı Sado'yla 1977-78 sezonu. Sonra yine 2. Lig. 1980-81'de tekrar 1. Lig. Hep Sado'yla. Hep imparatorla. 1981-82 Göz-Göz için hiç de iyi geçmemektedir ve Sado'nün yeniden takımıyla anlaşma isteğini geri çevirir kulüp başkanı. Hemen Beşiktaş devreye girer ve Sado Karakartal'a uçar bu kez: "Rasim, Kadir, Ulvi, Samet, M.Ekşi, Rıza, Ziya, Fikret, Necdet, A.Kemal var takımda. 6 ay sonra gaçtım... Evi neyin topladım geldim geceden. Beni istemiyomuştu topçuların bazıları. Bize karşı bir cepheleşme vardı. Takımda genç yaşlı ikiliği vardı. Mekki Başak'la Üstüngaya'nın dışında hepsi gençti. Basınla takım arasında, takımla idareci arasında, basınla idareci arasında gavga vardı. Acaip aarıma gidiyodu. Göz Gözlü Sado top oyniyamıyo. Herkes zevkten altına işiyomuş ben top oynadığım zaman yaptığım hareketlere. Halbuki ben orda çalıştığım gibi hiçbir yerde çalışmadım. Bayaa ağır idmanlarını yaptım yani. Ben inanıyom ki çok süper oynuyom. Ama beni engellediler işte. Niye bilmiyom? Ben de öbür tarafın süper Sado'suyum ya aklıma o geliyo. Gururum yıkılıyo ayaklar altına alınıyo."

Orhan Baba

Bir gece eğlence dönüşü dayanır Orhan Gencebay'ın kapısına: "İlle de iki türkü dinleyip öyle gideceem. Çaarın Baba'yı. Ben onun hastasıyım!" Sevim Emre Orhan Gencebay'm evde olmadığını söylese de Sado on küçük devirmiş. Laf dinler mi? Bir zaman sonra ikna olur ve ayrılır evin kapısından: "Ertesi gun gülüp müdürü çaardı. Naapmışınız lan garıya saldırmışınız, başkana telefon açmış. 'Başkan gelecek sizinle gonuşmaya, goyacak size,' dedi. Aboo. Ne saldırması müdürüm didim falan ama K.Haluk nasıl gorkuyo. İi yaa didim.

istanbul'da en iyi arkadaşları Necdet ve Bora. Ama ilk büyük kelek de ikisinden geliyor. Necdet bir gün kumar masasında Sado'yu oynatmamak için özellikle Bora'ya top attığını kaçırır ağzından: "Ben utandım o söylediğinden. Necdet için Bolu'da neler yapmıştım halbuki. Çok üzüldüm. Bana pas atmıyolarmışdı maçta. Çıkardığı lafa bak aazından. Beni unutmuş odada. Gızarmıştı ama ben o mahcup olmasın diye orayı terkettim. Zaten topçular genç takımdan gelenler falan beni yemeye çalışıyolardı. Üstünkaya, bir iki idareci, Miliç, bi de seyirci tutuyodu beni. Zaten basın tutmuyo süper top oynuyom sıfır yazıyolar. İdareciler de sevmiyo, yüzüme bakmıyolar. Döndüm Çubuğa her gün içiyom. Orhan dinliyom içiyom Orhan dinliyom içiyom." Bir gün yine Beşiktaşlı idareciler Sado'yu almaya gelirler Çubuk'a. Ama Sado futbolu bıraktığını söyleyip geri çevirir yöneticisini. Verilen uçak biletini de arkadaşlarının gözü önünde yırtar.

Futbolun Sonu

Bu kez ahde vefa örneği gösterir PTT. Çetin Güler Beşiktaş'tan alır Sado'yu takıma monte eder. İçkiden de uzaklaşmak istemektedir; "Tabii içmenin son zamanları bi 70'lik deviriyom kendi kendime, bi yandan da düşünüyom. Ulan yaş geçtikçe ilerliyo ölüm var diye... Ölüm nedir? Ölümden sonra hayat var mıdır yok mudur? Hiç bi şey bilmiyoz, sıfır... Allah, peygamber, bayrak biliyoz ama ööle işte. Didim oolum bak dünyanın en güzel zevklerini yapıyoz ama iki saniyede bitiyo. Noolursa bitiyo hiç bi şey de elde edemiyon. Aklıma bi soru takıldı. Peki bu dünyanın bu yıldızların sonu var mı?" Sorular büyüyüp dursun iki seneyi PTT'de geçirir. Sonra yine "sensiz olmuyor" denilerek çağrıldığı Göztepe'sine koşar gider. Ama hiçbir şey eski tatında değildir. Hatta bir gün yırtık pırtık malzemeleri toplar soyunma odasındaki çöp bidonunda yakar. Eski dostların esamisi okunmamaktadır artık. Issız bir adada gibidir koca imparator. Nedeni kendisine göre kıldığı namaz ve çember sakalıdır.

Aslında o çöp bidonunda yaktığı bütün bir yaşamıdır Sado'nun. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını gördüğü günlerde futbolu bırakmanın zamanı geldiğine inanmıştır. 1988-89 sezonu bitimi Karşıyaka ile yapılan bir jübile maçı ile bırakır çok sevdiği futbolu. Sonra..
Çubuk. 1989-90 sezonu yine çok sevdiği Çubuk için Sarı-Lacivertli formasını geçirir sırtına ve bir yıl daha zevk yapar sahada. Şimdilerde Türkiye 3. Ligi 1. Grup'un kafa takımlarından Çubukspor'un antrenörü. İki selvisi ve eşiyle mazbut bir yaşantı sürdürüyor. Ama çok okuyarak ve memleketi için her gün biraz daha üzülerek... Onu Göztepe'nin 75, kuruluş şenliklerinde gördüm televizyonda. Bütün stad yeniden ayaktaydı: "Im-pa-ra-tor Sado im-pa-ra-tor!"

Serkan Seymen'le birlikte çalıştığımız büroya giderken, Taksim'den bindiğimiz metrodan iner stadyum tünelini çağrıştıran merdivenlerden yer üstüne ulaştığımızda tribünde Sado'yu karşılarmış gibi başlardık tezahürata: "Im-pa-ra-tor Sado Im-pa-ra-tor".

Yanından ayrıldım Sado'nun, dilimde bir Orhan baba şarkısı:

"Mevsim bahaar oluncaaaa / Aşk gönüle doluncaaa..."

Dillerini sevdiğim / kıvırcık dillerini...

 


TAKIMSIZ KALMAK
Sene 1994'tü, ben 14 yaşındaydım ve Göztepe henüz süperleştirilmemiş Türkiye liglerinin ikincisinde mücadele ediyordu. O zamana kadar İstanbul takımlarına meyletmiş biz İzmirli çocuklar ikinci ligde yer alan ve bir üst lige çıkma konusunda hiçbir iddiası olmayan bu mütevazı takımın 'artık' taraftarı olabilmenin haklı gururu içerisindeydik. Görmediğimiz, hiç bilmediğimiz Bizans takımlarından birini değil, kendi mahallemizin takımını tutuyor olmak başlı başına gurur vericiydi. Ki bu takım zamanında Athletico Madrid'i eleyerek Fuar Şehirleri Kupası'nda (çok klişe olacak ama, bugünkü adıyla UEFA) yarı finale çıkmış ve elde edilmiş olan o başarı ancak 2000 yılında Galatasaray tarafından geçilebilmişti. Kimsenin hak etmeden efsane ilan edildiği yalan efsaneler diyarı Türkiye'de efsane mertebesine yaklaşabilmiş bir takım vardı elimizde, bizi her hafta Alsancak Stadı'nda selamlayan. Kendi yağıyla kavrulan, bazen kavrulamayan, ikinci ligden yükselmesi pek mümkün olmayan, küçük, öyle ya da böyle bizimdi Göztepe ve kesinlikle bizim kalacaktı!
Ama işler sanıldığı gibi gitmedi. 90'lı yılların sonunda ekonomik büyümesini çeşitli alanlarda değerlendirmek isteyen İzmirli bir medya patronu, sahne alacağı bir diğer alan olarak futbolu seçtiğinde eğlencesi de ne yazık ki Göztepe olacaktı. O dönemde de başarıya aç olan Göztepe camiası, bu girişimi geneli bulmayıp cılız kalan bir muhalefetle karşıladığından Göztepe sahipliği el değiştirecek, adının sonuna gelen A.Ş. takısı, zaman içerisinde asıl sahibi bizler olan Göztepe'nin bizlerden kopacağının ve yakın bir gelecekte yok olup gideceğinin habercisi olacaktı. Gerçi hakkını teslim etmek lazım, o dönem pankartları bile yapılmış olan birinci lige çıkmanın hayal olduğunu ima eden birtakım sloganlar bir süreliğine tarih olacak ve belki de ömrümüzün yetmeyeceği bir olay olarak düşündüğümüz Göztepe'nin birinci ligde mücadele edişine, İstanbul'da 3-2'lik Fenerbahçe galibiyetiyle, en güzeli de gurbette tıfıl bir üniversite öğrencisi olarak gözyaşları içerisinde tanık olabilecektik. Ama ne yazık ki Göztepe'de cefalar, sefaları sollayacağından bu rüya çabuk bitecekti.

3 yılda 1. ligden 3. lige
Ekonomik krizle birlikte alaşağı olan medya patronu batan gemisinde Göztepe'yi de beraberinde götürmeyi unutmadı. Son çırpınışlarında federasyon havuzundan Göztepe'ye gelen paralarla medya grubunun biriken maaşlarının bir kısmını ödeyerek Göztepe'nin idam fermanını imzaladı. Ulusal medya pek ilgilenmese de ve bizleri her şeye rağmen hayrete düşürse de ilgilenenler sanırım biliyorlar. Göztepe şu anda miktarı tam olarak bilinmeyen bir borçla birlikte süperleştirilmiş Türkiye liglerinde 3. ligde mücadele ediyor. Bunu başarması da çok uzun sürmedi. Dikkatinizden kaçmıştır diye söylüyorum, Göztepe'nin şu anki yönetimi üç yılda bu takımı birinci ligden 3. lige düşürmeyi başardı. Ve şu anda Göztepe tamamen sahipsiz durumda. Geçtiğimiz haftalarda ulusal medyamıza da konu olan futbolcuların taraftarla birlikte yönetimi istifaya davet etmesi şükür ki ses getirdi. 19.5 yaş ortalamasına sahip bir takımın maskarası olamayacağına inanan bu takımın gerçek yaratıcı direktörü Başkan İskender Tuğsuz, kulüp binasının altına giderayak çorbacı açarak faydalarına bir unutulmazı daha ekledi.
Sene 2005, 25 yaşındayım ve benim tuttuğum takım şu anda da geçmiş üç yılda olduğu gibi içerisinde bulunduğu ligden bir mucize olmazsa düşecek. Efsane olmaya çok yaklaşmış bir takım ve onun zamanında ortalama seyirci rekoru kırmış olan taraftarı (1999-2000 sezonu) tarihin tozlu sayfalarındaki yerini alacak. Bu sonuç sizi ne kadar ilgilendirir bilemem ancak gerçek futbolseverlerden son ricam şu: Futbola gönül vermiş olan herkes bir an için de olsa takımsız kaldığını düşünsün. Haftasonları ne yapacaklarını, hangi takımı tutuyorsun sorusunun en nefret ettikleri soru haline geleceğini, hayatın adrenalinin aşağılara çekileceğini, yani kısacası futbolsuz bir hayatı... Bu pazar günü birazcık da olsa düşünün, çünkü Göztepe'den alınacak o kadar çok ders var ki. "Alayına isyan ölümüne Göztepe"...
Sinan Öztürk
Radikal 2
10 Ekim 2005

 

 

 

 

YORUMLAR

KÖŞE YAZILARI

  • İnstagrama kayıtlı 52 milyonluk örneklem üzerinden bakarak Türkiye’de hangi takımın kaç taraftarı var? İnstagrama kayıtlı 52 milyonluk örneklem üzerinden bakarak Türkiye’de hangi takımın kaç taraftarı var?
    Written by Oguz Resat Sipahi 10 May 2020
    Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk Hangi takımın daha çok taraftarı var? Bu soru çok iç gıdıklayan bir soru biliyorum. Pazar Pazar maçlar da yok. Nereden aklıma geldi diye sorarsanız Dövletimiz sağolsun. İnstagramda Kumluca-Olimpos alanının yüce Dövletmiz tarafından 1. derece sit alanı konumund...
  • Ülkemizde 1098, dünyada 108319 kişiyi covid19 kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik... Ülkemizde 1098, dünyada 108319 kişiyi covid19 kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik...
    Written by Oguz Resat Sipahi 12 Nisan 2020
    Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk *Ülkemizde 1098, dünyada 108.319 kişiyi covid19'un kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik... *Ne mutlu bizlere değil ki ülkemiz, covid19 açısından müreffeh ülkeler düzeyini yakalama ve aşma yolunda koşar adımlar ile ilerliyor... Yine de arada iyi şeyler de var...
  • Gözyaşları... Gözyaşları...
    Written by Oguz Resat Sipahi 21 Nisan 2019
    Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk Uzun zamandır yazasım gelmiyordu ligin ilk devresinde yazacak birşey yoktu pek, ya da dünyevi dertlerden yazasım gelmedi... Ligin ikinci devresinde de yazasım gelmedi bu sefer çoğunlukla dünyevi ailevi dertlerden... Dünkü gözyaşlarına kadar... Taraftarımızın,...
  • Göztepe TEK Büyüktür. Göztepe TEK Büyüktür.
    Written by Özkan Cengiz 28 Nisan 2018
    Özkan Cengiz ozkan@ozkancengiz.net Göztepe TEK Büyüktür. Yıllar önceydi amatördeydik, takıma tribünlerin yoğun tepkisi vardı, hoca ve oyuncular fazlaca tepki alıyorlardı. O günlerin yöneticileri ile bir araya geldik. Şaşkındılar, bize nasıl profesyonel çalıştıklarını anlatıyorlardı. Video analizler...
Diğer yazılar:

Diğer başlıklar

Twitter