Aydın Engin ve Necati Cumalı'ya
Sonunda olan oldu işte.Yılların Göztepe'si Anonim Şirket (A.Ş)
haline getirildi ve Yeni Asır'a satıldı.Bu satış aslında bitmiş bir
olaya son noktayı koydu. Futbol tarihimizin bir efsanesi
bitiyordu, yalnızca bitiş şeklinin ne olacağı belli değildi. Ya 3.lig
veya mahalli lig ya da A.Ş. Her iki halde de "o" Göztepe yoktu artık.
A.Ş haline gelen Göztepe ilk bakışta, bunun faydalarını görür
gibi oldu. "Diğer takımlar " gibi parasal kaynak buldu, transferler
yaptı, 1.lig'e bile çıktı. O kızıl elmaya ulaştı. Sonra da aynı hızla
2.lig'e,geldiği yere geri döndü. Macera yalnızca bir sezon
sürebilmiş, harcanan onca paraya rağmen elde manalı bir kadro bile kalmamaştı. A.Ş olmadan önceki duruma dönülecektiyse bütün bunlara değer miydi? Göztepe'yi o efsane kılan özellikleriyle muhafaza edip,Ege'nin en taze yeni kabiliyetlerini futbol dünyasıyla tanıştıran keyifli bir 2.Lig (yeni düzenlemeyle Süper Ligin altındaki 1.Lİg - İngiltere'deki gibi) takımı halinde tutması bile şimdiki gibi yönetimi tayinle gelmiş,bütçesi bağlı bulunduğu sermaye grubunun
binbir türlü karışık hesabına tabi, nereye gideceği meçhul bir
takımdan daha iyi olmaz mıydı? Bir Manchester City (ikinci kümede 35 bin seyirci topluyordu)bir İpswich Town hatta bir Napoli olmak varken,Trabzonspor olmak seçildi maalesef.
Peki bu durum önlenebilir, yani 3.Lige gitmeden veya A.Ş
olmadan, bir zamanlar yaratılmış olan o futbol keyfi, takım uslubu
korunabilir miydi? Bilmiyorum, yalnızca "keşke" diyebiliyorum.
Burada uzun uzun o efsane kadroyu, Avrupa ve Türkiye başarılarını tekrar etmek istemiyorum. Bunlar hep yazıldı,yazılacak. Benim anlatmak istediğim (veya bulmaya çalışacağım) Göztepe'yi Göztepe yapan şeyin ne olduğu.O dördüncü büyük falan değildi,o kendini İstanbul büyüklerine eklemek için hiç uğraşmadı,dördüncü büyüklüğe hiç tenezzül etmedi çünkü o başka bir şey olmaya çalıştı, kısmen de oldu ama sürdüremedi. O Göztepe idi.
Göztepe de İzmir'in diğer takımları gibi temelde bir semt takımı
idi. Altay Alsancaklı,Karşıyaka oralı, İzmirspor Eşrefpaşalı,
Altınordu Basmaneli, Ülküsüpor Tepeciklidir. Göztepe Güzelyalılı
idi. Göztepe'nin yükselişi 1960'ların ilk yıllarında başladı, 1970'lerin ortalarına kadar sürdü. O yılların Göztepesi futbolcu-yönetici-koyu taraftar sempatizan bileşiminin tüm semte yayıldığı bir yapı gösterir. Futbolcu antremandan sonra parkın köşesindeki kahvede bilardo oynayıp taraftarlarla sohbet eder semt
sakinler Halil'in (çok sert vuruşları olan benzersiz bir solaçıktı.)
kasabından alışveriş eder, Ali'nin (Artuner- gelmiş geçmiş en büyük kalecilerden) mağazasından ayakkabı alır, Fevzi(santrfor) transfer parası ile yönetici Muhittin Ekiz'in zeytinyağı işine ortak olur ve yaz günleri poligonda eski futbolcular,halihazırdaki futbolcular ve taraftarlar birlikte gazozuna(gerçekten gazozuna) maçlar yaparlardı.
Tabii ki bir semtle bütünleşme olayı tek başına o takımın neden
özel bir takım olduğunu açıklamaz. Gerçi yukarıda sayılan semt-takım eşleşmeleri de biribirine pek benzemez.Sözgelimi Altay Alsancaklıdır amaAlsancaklılar böyle bir bütünleşme için fazla zengin ve kozmopolittirler.Semtin yerleşik bir orta sınıfı yoktur. Kenarında kahvesi olan bir parkı bile yoktur. Eşrefpaşa-Bayramyeri-Üçyol hattı ise bu arada o kadar hızlı bir yap-sat faaliyetine sahne olmuştur ki ortada semt falan kalmamıştır.
Göztepe'de semt bütünleşmesinin dışında olan şeyler de
vardı. Bunlar takımın özellikle Güzelyalı 'da konuşlanmıl olmasından tevarüs ettiği özelliklerdi. Bilinen özelliğidir İzmir'in :
Türkiye'nin (her anlamda) en batılı şehri olması ve kendine özgü
burjuvazisinin varlığı. İnsan ilişkilerinden siyasal tutumlara ve
kurumsal davranışlara kadar İzmir hep farklı ve öncü
olmuştur. İzmir'in Güzelyalı'sı ise konumu itibariyle daha da
ilginçtir. Levanten Punta(Alsancak) fakir Kadifekale'nin aksine
2.Karantina-Güzelyalı arası yeni beliren Türk burjuvazisinin
mekanıdır. Nitekim siyasi nitelikli Altay ve Karşıyaka'nın aksine
Göztepe 1925'te bunlara tepki olarak yeni tüccar-burjuvazi ve
aydınlar tarafından kuruldu. Meşhur atağını da (çok anlamlı bir
biçimde) 1960'tan sonra yaptı. Burada anlatmak istediğim, gözü modern bir dünyaya dönük anlayışın semt tabanı ile başarılı bir
birleşiminin, rüya gibi bir takım yaratabildiğidir. Nitekim caddenin
(Mithatpaşa Caddesi- semtle deniz kıyısındaki yalı ve köşkleri ayıran cadde)diğer tarafında oturan zengin semt sakinleri de oluşumun göbeğinde olmuşlardır. Tüccarlıktan sanayiciliğe atlamış dünya ahvali bilir, iyi okullarda okumuş,zenginliği hazmetmiş kişilerdi. (Bu hazmetme meselesine Sabahattin Süvari'yi örnek vermek isterim. Adnan Süvarinin ağabeyi olan kulüp başkanımız 10 yıldan fazla başkanlık yaptı, gazetelerde demeci ve resmi parmakla sayılacak kadar az çıktı) Hem kulubü oldukça modern yönettiler, hem de semtten ,camiadan hiç
kopmadılar. Teknik direktör olarak, yurtdışında mühendislik
okumuş, iddiaları olan ne yapmak istediğini bilen Adnan Süvari'yi başa getirdiler.
Adnan Süvari geçmişinde parlak bir futbol kariyeri olmayan ilk
teknik direktördür. Belki biraz iddialı olacak ama galiba bir futbol
felsefesi olan, "takım yapan" değil de belli bir futbolu oynatmaya
çalışan ve takımı saha dışında da dizayn etmeye çalışan ilk teknik
direktördü. Tamamlayıcı bir bilgi olarak Adnan süvari'nin çivi üretim fabrikası olan bir sanayici olduğunu da belirtelim.
O zaman Göztepe belli futbol şablonu olan,dünya futbolundaki
gelişmeleri anında uygulamaya çalışan modern bir takımdı. 1966 dünya kupasının hemen ertesinde,o kupadaki belli başlı yenilikler hemen Göztepe'de de vücut bulmuştu: Liberonun önemi,kalecinin topu elle oyuna sokması, oyunu bir tarafa yığıp boşalan öbür kanada çok uzun paslar v.b.Göztepe antremanlarında uygulanan değişiklikler diğer takımlara bir on sene sonra falan gelmiştir. Bunların yanında gerek altyapıdan gerek Ege'nin dört bir yanından devşirilen kadro da bir daha zor bir araya gelecek yıldızlardan oluşuyordu:Ali, K.Mehmet, Çağlayan, Hüseyin, B.Mehmet, Nevzat, Nihat, Ertan, Fevzi, Gürsel, Halil. Bunlardan Ali, Nevzat, Fevzi, Nihat gerçek yıldız futbolculardı ama rahmetli "Gürsel'le ilgili bir şeyler söylemek gerekiyor. Gürsel takımın gerçek lideri idi.(bazı taraftarlara göre antrenör dü de) Ama daha önemlisi çok elverişsiz vücut yapısını (çok kısa bacakları vardı) inanılmaz bir avantaja dönüştürmesi idi. Bu kısacık bacaklarıyla çok iyi top saklardı. Çok akıllı futbolcu olduğu için oyunu içeriden yönlendirirdi. Gürsel ve eski futbolcu olan abisi ortak bir kuyumcu dükkanı işletirlerdi. Gürsel futbolu bıraktıktan sonra (akıllı bir futbolcu olduğu ve iyi bir deneyimden geçtiği için) çok başarılı bir antrenörlük hayatı geçirirken Rize'de bir kazaya kurban gitti. Ertesi gün Yeni Asır'da bu haber birinci sayfadan tam sayfa yer almıştı.Derine işlemiş yerelliğe iyi bir örnek......
Göztepe bu dönemde genellikle Ege'nin kabiliyetli gençlerini
devşirir ve alt yapıdan bir çok eleman yetiştirirken (örneğin "o"
Göztepe'nin en önemli futbolcusu Nevzat Güzelırmak, Namık Kemal Lisesi'nin şampiyon takımından, B.Mehmet Tire'den, Fuji Mehmet Söke'den) az sayıda futbolcuyu da İstanbul'un büyüklerinden transfer etti. İlginçtir,bu transferlerin hepsi (Beşiktaş'tan Sabahattin, Fenerbahçe'den Ali İhsan ve Hüseyin) takımlarında gözden düşmüşken Göztepe'ye geldikten sonra milli takıma kadar çıktılar.
Bu takım 1963-1971 arasında ligi sırasıyla 5, 4, 5, 4, 4, 7, 5.
sıralarda bitirdi, Türkiye Kupası'nı 1969 ve 1970'de aldı, 1967'de
kurayla kaybetti. 1970'de Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı da
kazandı. Avrupa'da yarı final oynayan ilk Türk takımı oldu. Göztepe'nin o parlak Avrupa macerasının televizyonsuz devirlerde cereyan etmesi gerçek bir şanssızlıktır. Her sene Göztepe'nin futbol kalitesinin nasıl yükseldiğini esas o maçlarda görebilmiştik. Hele (Toschack'ın da oynadığı) Cardiff City ve Atletico Madrid maçları. (ikisi de 3-0)
...
Ama 1966-1967 lig sezonunda Göztepe'nin başına gelenler futbol
denen olayın nasıl süprizlere bilinmezliklere ve öngörülmezliklere
gebe olduğunu çok güzel anlatır.O sezonun ilk devresinin son maçı İstanbul'da Fenerbahçe'yleydi.Göztepe o maçı 1-0 kazandı. İkinci devrenin ilk maçı da İzmir'de Fener'leydi.(o zamanlar fikstür öyle düzenlenirdi.) Göztepe yine 1-0 kazandı ve lider oldu.Sonra dört İzmir takımıyla oynadı Göztepe; Altay'la Altınordu'yla, İzmirspor'la, Karşıyakay'la ve hepsini kaybetti.! Şampiyonluk hayal olmuştu.
Sonraki yıllarda iniş başladı, dereceler düştü, küme düşme-
yükselmeler devri geldi, sonra da sürekli bir 2.lig takımı oldu.
Çünkü Göztepe zamana ayak uyduramamıştı. Kulüp yönetimi ve futbol açısından moderndi ama bunu sağlam ve kalıcı finansal kaynaklarla destekleyemedi. Şimdi olsa bir klubü ihya edecek Avrupa başarıları paraya tahvil edilemedi. Futbolun para eden devrinden önce gelen başarılardı bunlar, henüz vakit erkendi. Aynı zamanlarda büyük kulüpler medya/karapara artıkları ile hayatını devam ettirirken, Anadolu kulüpleri belediye/arsa gibi kaynaklarla beslendiler. Göztepe gibi yukarıda belirrtiğimiz özellikte bir kulüp olduğundan çaresiz kalmıştı.
KSK ise bir holdinge yaslanarak ayakta kalabildi. Yaşadığı hayal
kırıklığı Göztepe kadar büyük olmayan Altay (çünkü Göztepe kadar büyük hedefleri hiç olmadı) camia dayanışması ile tutunabildi. (biraz da Özal dönemi zenginlerinin desteğiyle.)
1970'lerin başında toplumdaki büyük altüst oluş kulüplere de
yansımış medya/karapara/rantçılar arasında kalan futbol ligindeki
altüst ler karşısında (Malatyaspor'un ünlü eroinci ve çeteci Nurettin
Güven başkanlığındaki günlerini hatırlayın.) kala kalan Göztepe'de
parası olanın başkanlığa talip olduğu günler geldi. Meşhur Muzaffer Atılgan bile (İzmir'de benzin istasyonu açmak için aradığı zemini oluşturayım diye.) Göztepe'ye başkan oldu.
Eh, bütün bunlardan sonra Göztepe A.Ş olmuş olmamış pek
farketmiyor.1960-1970'lerin özel bir oluşumuydu o. Şartlar
değişti, zamana ayak uyduranmadı (belki de uyduramazdı demek daha doğru) ve perde kapandı. Bize de züğürt tesellisi olarak " hiç
olmazsa Yeni Asır gibi bir ölçüde İzmirliliği temsil eden bir yere gitti, daha kollektif bir yapının koruması altında, ismi hiç olmazsa
Telsim reklamlarına malzeme olmayacak" diye kendimizi avutmak kaldı.
Perdeyi kapatırken bütün bu anlatılanlara paralel gitmeyen bir
olgunun da hakkını teslim etmek gerekir. Bu da seyirci olgusu. Son yıllarda Göztepe seyircisi hem sayısal olarak büyük artış gösterdi, hem de çoşku olarak herkese parmak ısırttı. 1.lige çıkıldığı 1999 Haziran'nında yapılan faytonlu şampiyonluk alayı ise futbol çoşkusunun yaşama sevincine dönüştürüldüğü çok keyifli
bir şenlik olarak taçlandı. Peki bu nicel ve nitel artışı nasıl
açıklayacağız?Bence bu işin sırrı " İNADINA GÖZTEPE " sloganında!
İzmir'in dinamik ve atlımcı potansiyeli o parlak efsaneyi özlüyor
herhalde. Keşke bu özleyiş,"nasıl olursa olsun ama o parlak günlere benzer şeyler olsun" kolaycılığına kaçmadan,ama futbol keyfinin bölgesel dinamikler ve olabildiğince camia dayanışması ile yaratabileceği bir oluşuma yol açabilseydi....Olmadı.
Şimdiki Göztepe işte böyle. Eski Göztepe'yi ise ben yukarıda
hatırlattığım gibi hatırlıyorum. Bilmem fazla mı büyütüyorum, olmayan veriler üzerine,olmamış ilişkiler mi uyduruyorum? Belki öyledir ama ben öyle olduğunu zannediyorum. İnanmak size kalmış.
MURAT GÜLTEKİNGİL
*Tanıl Bora'nın derlediği "Takımdan Ayrı Düz Koşu" adlı kitabından alıntıdır. ( 209-215 sayfalar)
**Sayın Erdinç Ceyhan'a teşekkürler.