Sene 1994'tü, ben 14 yaşındaydım ve Göztepe henüz süperleştirilmemiş Türkiye liglerinin ikincisinde mücadele ediyordu. O zamana kadar İstanbul takımlarına meyletmiş biz İzmirli çocuklar ikinci ligde yer alan ve bir üst lige çıkma konusunda hiçbir iddiası olmayan bu mütevazı takımın 'artık' taraftarı olabilmenin haklı gururu içerisindeydik. Görmediğimiz, hiç bilmediğimiz Bizans takımlarından birini değil, kendi mahallemizin takımını tutuyor olmak başlı başına gurur vericiydi. Ki bu takım zamanında Athletico Madrid'i eleyerek Fuar Şehirleri Kupası'nda (çok klişe olacak ama, bugünkü adıyla UEFA) yarı finale çıkmış ve elde edilmiş olan o başarı ancak 2000 yılında Galatasaray tarafından geçilebilmişti. Kimsenin hak etmeden efsane ilan edildiği yalan efsaneler diyarı Türkiye'de efsane mertebesine yaklaşabilmiş bir takım vardı elimizde, bizi her hafta Alsancak Stadı'nda selamlayan. Kendi yağıyla kavrulan, bazen kavrulamayan, ikinci ligden yükselmesi pek mümkün olmayan, küçük, öyle ya da böyle bizimdi Göztepe ve kesinlikle bizim kalacaktı!
Ama işler sanıldığı gibi gitmedi. 90'lı yılların sonunda ekonomik büyümesini çeşitli alanlarda değerlendirmek isteyen İzmirli bir medya patronu, sahne alacağı bir diğer alan olarak futbolu seçtiğinde eğlencesi de ne yazık ki Göztepe olacaktı. O dönemde de başarıya aç olan Göztepe camiası, bu girişimi geneli bulmayıp cılız kalan bir muhalefetle karşıladığından Göztepe sahipliği el değiştirecek, adının sonuna gelen A.Ş. takısı, zaman içerisinde asıl sahibi bizler olan Göztepe'nin bizlerden kopacağının ve yakın bir gelecekte yok olup gideceğinin habercisi olacaktı. Gerçi hakkını teslim etmek lazım, o dönem pankartları bile yapılmış olan birinci lige çıkmanın hayal olduğunu ima eden birtakım sloganlar bir süreliğine tarih olacak ve belki de ömrümüzün yetmeyeceği bir olay olarak düşündüğümüz Göztepe'nin birinci ligde mücadele edişine, İstanbul'da 3-2'lik Fenerbahçe galibiyetiyle, en güzeli de gurbette tıfıl bir üniversite öğrencisi olarak gözyaşları içerisinde tanık olabilecektik. Ama ne yazık ki Göztepe'de cefalar, sefaları sollayacağından bu rüya çabuk bitecekti.
3 yılda 1. ligden 3. lige
Ekonomik krizle birlikte alaşağı olan medya patronu batan gemisinde Göztepe'yi de beraberinde götürmeyi unutmadı. Son çırpınışlarında federasyon havuzundan Göztepe'ye gelen paralarla medya grubunun biriken maaşlarının bir kısmını ödeyerek Göztepe'nin idam fermanını imzaladı. Ulusal medya pek ilgilenmese de ve bizleri her şeye rağmen hayrete düşürse de ilgilenenler sanırım biliyorlar. Göztepe şu anda miktarı tam olarak bilinmeyen bir borçla birlikte süperleştirilmiş Türkiye liglerinde 3. ligde mücadele ediyor. Bunu başarması da çok uzun sürmedi. Dikkatinizden kaçmıştır diye söylüyorum, Göztepe'nin şu anki yönetimi üç yılda bu takımı birinci ligden 3. lige düşürmeyi başardı. Ve şu anda Göztepe tamamen sahipsiz durumda. Geçtiğimiz haftalarda ulusal medyamıza da konu olan futbolcuların taraftarla birlikte yönetimi istifaya davet etmesi şükür ki ses getirdi. 19.5 yaş ortalamasına sahip bir takımın maskarası olamayacağına inanan bu takımın gerçek yaratıcı direktörü Başkan İskender Tuğsuz, kulüp binasının altına giderayak çorbacı açarak faydalarına bir unutulmazı daha ekledi.
Sene 2005, 25 yaşındayım ve benim tuttuğum takım şu anda da geçmiş üç yılda olduğu gibi içerisinde bulunduğu ligden bir mucize olmazsa düşecek. Efsane olmaya çok yaklaşmış bir takım ve onun zamanında ortalama seyirci rekoru kırmış olan taraftarı (1999-2000 sezonu) tarihin tozlu sayfalarındaki yerini alacak. Bu sonuç sizi ne kadar ilgilendirir bilemem ancak gerçek futbolseverlerden son ricam şu: Futbola gönül vermiş olan herkes bir an için de olsa takımsız kaldığını düşünsün. Haftasonları ne yapacaklarını, hangi takımı tutuyorsun sorusunun en nefret ettikleri soru haline geleceğini, hayatın adrenalinin aşağılara çekileceğini, yani kısacası futbolsuz bir hayatı... Bu pazar günü birazcık da olsa düşünün, çünkü Göztepe'den alınacak o kadar çok ders var ki. "Alayına isyan ölümüne Göztepe"...
Sinan Öztürk
Radikal 2
10 Ekim 2005
- << Önceki
- Sonraki