Ahmet Talimciler-Sabah
Cumartesi gecesi Şükrü Saracoğlu stadyumunda ve dışında yaşanan görüntüler ülke insanını birleştirici bir rol üstlenebilecek olan futbolun tam tersi bir doğrultuda giderek daha fazla işlemeye başladığını gösterdi. Futbola son yıllarda o kadar fazla değer yüklemesi yaptık ki, futbol içinde bulunduğumuz dönemde ‘en az futbol haline’ dönüştü. 3 Temmuz sonrası geçen süre içerisinde konuşulanların hiçbirisinin futbola ait olmadığını ancak bu yaşanan sürecin futbolun kodlarını bozduğunu ne yazık ki acı bir şekilde öğrendik. Adalet duygusunun zedelendiği, herkesin bir diğerini ‘ötekileştirdiği’ toplumsal iklimden futbol da nasibini aldı ve takımlar üzerinden yaşatılan ayrışma sonrasında futbol sahaları kamplaşma mekanları olarak hiç de istemediğimiz bir hale büründü. Bu yaşananlar sonrasında şiddetin nedenleri nelerdir? Ya da ne gibi önlemler alınmalıdır gibi ifadelerin açıkçası inandırıcı bir yanı yoktur. Çünkü balık hafızalı bir toplumda her defasında benzer şeyler yaşandıktan sonra aynı tepkiler verilmekte ve bir dahaki şiddet patlamasına kadar yaşananlar unutulmaktadır. Futbolun yerine depremi, trafik terörünü ya da aile içi şiddet sorunsalını koyduğunuzda da durumun değişmediğini görmekteyiz.
Yaşanan olayların ucuz atlatıldığını, polisin orantısız güç kullandığını ya da gerekli güvenlik önlemlerinin alınmadığını söyleyen pek çok yorum yapıldı. Asıl sıkıntımızın sonuçlar değil nedenler olduğu gerçeğini her defasında es geçen bu anlayış yüzünden futbol sahalarındaki şiddeti, kendinden menkul bir hale büründürmekte yine çok maharetli davranıldı. Oysa ki futbolun bu kadar çok hayatımızda yer tutmasıyla birlikte futbolun kimliklerimizin en önemli gösterenlerinden birisi haline dönüştüğü gerçeği görmezden gelindi. İkinci olarak toplumsal hayatımızın her alanında yaşadığımız şiddeti ve öfkeyi stadyumlara taşıdığımız ve orada bizden aşağıda gördüğümüz rakiplerimize/ötekilere uyguladığımızı unutuverdik. Belki de hepsinden önemlisi gündelik hayatımızda yaşadığımız gerçekleri tuttuğumuz takımlar üzerinden hayata geçirme çabalarımızı ıskaladık. Bizi birleştirebilecek güzel bir oyunu, oyunluktan çıkarıp şahsi hesaplaşmalarımızın bir alanı haline dönüştürdük.
Şampiyonluğu doyasıya kutlayamayan, kutlamalarda rakibini aşağılayan bir zihniyet dünyası hızla tüm ülkeyi sarıverdi. Ülkemizin farklı kentlerinde yapılmak istenilen kutlamalara kan ve göz yaşı bulaştırıldı. Çünkü hiç kimse bir diğerinin başarısını hazmedebilecek bir duyarlılık ve empati yapma duygusu içinde değildi. Herkesin düşüncesi ‘buranın ağası biziz-burada bizden başka hiç kimse şampiyonluk kutlaması yapamaz’ anlayışı olunca takımlar üzerinden toplumsal hayata aktarılan düşmanlık tohumları futbolun bir bölen haline dönüşme sürecini hızlandırdı.