Bizim ayakla oynanan ve bir kontakt sporu olan futbola karşı duyduğumuz aşk, bir karıncanın file aşık olmasından farksızdır. Tuhaf bir sevgiyle bağlıyızdır zamanında “tepük” dediğimiz, şimdilerde “ayak topu” diye andığımız şu illete. Bizi kullanmasına izin veririz de, sanırız ki biz onu kullanıyoruz..
Bir karınca bir file aşık olmuş...
Bize has tuhaflığı, örneği en sondan seçerek şöyle açıklamaya çalışayım:
Çok değil, üç gün önce West Ham- Blackpool bir alttan premier lige yükselme maçı oynadı. West Ham”ın hocası “Big Sam” lakabıyla maruf ünlü Sam Allyrdace idi. Sezon ortasında Blackburn takımından kovulup West Ham”ın başına geçmişti.
West Ham ve Big Sam son maçı kazandı ve lige çıktı. O sırada onu kovan takım ise Sam'in boşalttığı bir alt lige düşüyordu.
Hadi buna futbolun cilvesi ya da topun cazibesi diyelim.
Derdim başka...
O gün Wembley'de 79 bin kişi bu maçı izledi. Ne kafa kırdılar, ne de davetiye dağıttılar, ne de kimse onları arkadan itti...
Düşen gözyaşlarıyla, çıkan ise mutlulukla alkışlandı...
Biri uğurlandı, diğeri karşılandı...
Bizim bir maçı tamamlatabilmeyi, ardından bir kupa verebilmeyi bile beceremediğimiz günlerde üstelik...
Yetinmeyi bilmek...
O sıralarda Konya'da da bir maç vardı. Konyaspor onca yoksulluktan ve beladan sonra Kasımpaşa ile play-off oynuyor ve inanılmazı başarmak için sahaya çıkıyordu.
Konya Atatürk stadında sadece 2000 Konyalı ile 300 kadar Kasımpaşalı vardı...
Konyalı o saatlerde dizi seyretmeyi ya da “Meram Bağları” denilen yerde çay demlemeyi tercih etmişti...
Öte yandan Rizespor gibi lige dönmesi en yüksek ihtimal olan bir takımın play-off'unu düşünmeyen taraftarı, işi tek maçta halletmek için “gerekeni” yaptı ve takımını yaktı.
Bu örneklerin hepsi bir tepsi çikolata yapıp fili istemeye gitmeye kalkan karıncanın başına gelebilir ancak.
Demek ki Rizeli, takımını, renklerini, hocasını ve oyuncularını değil, tabelaya aşıkmış...
“Orası 1-0 yazsın da nasıl yazarsa yazsın” diyenlerdenmiş onlar da...
Benim gibi sokakta top oynayanları bile durup seyreden birini Djokoviç-Federer maçını seyreder ve bir basketbol sevdalısı haline getirdiler ya, helal olsun onlara...
Seven için en güzeli; sevdiğidir...
Biz ne Montpellier gibi olabiliriz, ne de Napoli gibi...
Zaten biz; City ve United, veya PSG ile Lyon, ya da Barcelona ve Real Madrid olmaktan umudu çoktan kesmiştik.
Moenchengladbach veya Levante olalım, ben çoktan razıyım...
Çünkü biz öyle bir hale getirilmişiz ki; Fenerbahçe ile Galatasaray Curling oynasa, buza inip kafa kırarız...
Yeniden yapılandırılmış ve de gençleştirilmiş, üstüne de “yeni bir dönem ve sistem” diye sunulmuş milli takımımızın aday kadrosunun neresi yeni diye sorar mı, sorabilir mi karınca aşık olduğu file?...
“İtiraz halinde indirmek” üzerine “şişirilmiş cezalar” oluşturan TFF; aslında 10 liralık malını 10 liraya satmak için ve karşısındaki alıcıyı da mutlu etmek ve bir şey becerdiğini sanması için 12 lira deyip, 2 lira indirip 10 liraya satmayı başarmak gibi bir bezirganlık peşinde değil midir?...
Özetle...
Aksi olması daha vahimdir...
Düşününüz ki bir fil bir karıncaya aşık oluyor ve çikolata yaptırıp istemeye gidiyor karıncayı karınca yuvasına!...
Şimdilik buna da “şükür” diyelim...
POST-İT
CEV dediğimiz voleybolun UEFA'sı, şampiyon Fenerbahçe'ye şampiyonlar ligine gelme dedi. Gerekçe “kurallara uygun olmama” durumu. Yerine de Galatasaray”ı aldı...
Hadi bakalım..
“Bu CEV de kim oluyor” deyin bakalım...
ALT BANT
Kalbi kırmaya tek bir söz yeter; Ama kırılan kalbi tamir etmeye ne bir özür, ne de bir ömür yeter...! Bu aralar; sportif anlamda kendimizi tamamen kalp kırmak üzerine geliştirmeye devam ediyoruz...
S-ÖZ:
“Semer seçilirken, eşeğin fikri değil, ölçüsü alınır.''
23 Mayıs 2012 Çarşamba - trtspor.com.tr adresinden alınmıştır.