Modern anlamda futbol ilk kez İngiltere’de oynanmaya başlanmış olmasına karşın tüm dünyada heyecan uyandırmış ve kısa bir süre içerisinde dünyanın en ilgi çeken spor dallarından birisi haline dönüşmüştür. Dünyada futbola yön veren ülkelerin dört yılda bir düzenlenen dünya kupalarında başarılı sonuçlar almaları tesadüf değildir. Aynı zamanda bu ülkelerin yetiştirdikleri futbolcular, dünyanın çeşitli ülkelerindeki futbol organizasyonlarında boy göstermektedirler. Dünyanın en çok profesyonel futbolcuya sahip ülkesi olan Brezilya, tüm dünyaya futbolcu ihraç eden ülke olarak da dünya futbolunda söz sahibidir. Her futbol ekolünün kendine özgü bir yaklaşım biçimi olarak futbola kattığı ve kendi kültürünün yansıması şeklinde yorumlayabileceğimiz bir oyun tarzı bulunmaktadır. Brezilya ile Almanya milli takımları karşı karşıya geldiğinde bu iki ekol ve bu iki kültürün karşılaşması futbol sahalarındaki mücadele biçimlerine de yansımaktadır. Futbol sahasının içinin yanı sıra dışında yaşananlarda ülkelerin kültürel deneyimlerinden etkilenmekte ve futbolu kendi yaşayış kalıplarına göre biçimlendirmektedir.
Bir futbol ekolüne sahip olmayan buna karşın kültürel zenginliğini futbola ve futbol sahalarına yansıtan Türkiye açısından duruma baktığımızda, sadece futbola dair olup bitenler üzerinden bile ülkede yaşananlara dair pek çok şey öğrenebiliriz. Üzerinde çok daha fazla örnek verilebilecek bir alanı sadece yerel rekabetin doruk noktası olarak adlandırılan karşılaşmalar üzerinden izlemeye çalışalım. Hafta sonu oynanacak olan ‘dünya derbisi’! olarak lanse edilen yüz yıllık rekabetin tek taraflı topal bir anlayışa nasıl dönüştürüldüğüne dikkat etmeliyiz. Bu durumu sadece maçlarda yaşanan olaylar nedeniyle alınan güvenlik gerekçesi ile açıklayamayız. Bu aslında son otuz yıl içerisinde toplumsal hayatımızda yaşadığımız kopuşun futbol sahalarındaki uzantısıdır. Herkesin kendisinin haklı olduğunu düşündüğü ve kimsenin bir başkasının hakkını savunmadığı bir toplumsal ortam içerisinde ‘ötekinin hakları’ söz konusu olamayacağı gibi ‘rakip takım taraftarının’ varlığı da söz konusu olmayacaktır. Mahallemizden komşuluk ilişkilerimizi uzaklaştırmaya başladığımız günden bugüne sahalarımızdan rakiplerimizi uzaklaştırdığımızı ve tek tipleştiğimizi de unutmamalıyız. Fenerbahçe-Galatasaray ya da Göztepe-Karşıyaka karşılaşmalarında rekabet yerine düşmanlık prim yapıyorsa, bu takımların taraftarları sadece kendi takımlarının haklı ve büyük! Oldukları gibi bir ruh halini hayatlarının her alanına yayıyorlarsa; futbolu da kendimize benzettiğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz. Aslında her toplumun futbolu ve futbol kültürü kendi kültürünün bir yansımasıdır. Futbol sahalarında yaşananlara bir avuç kendisini bilmez, ya da bunlar şu/bu takımın taraftarları olamazlar şeklinde yorum yapmayı artık bırakılım. Bizim futbolumuz tam da yaşantılarımızın bir yansımasıdır, futbolumuza ve oradaki tartışmalara bakın; oradan toplumsal hayatın diğer alanları ile ne kadar çok örtüştüğünü göreceksiniz.
AHmet Talimciler-Sabah