Bir bilet alın, size de çıkabilir
Genç kız son birkaç ayda biriktirdiği paralarla bütçesini çok zorlayarak Londra'ya gidiş dönüş bileti alabilmişti.
THY'nin uçurduğu iki dev takım Manchester United-Barcelona'nın Şampiyonlar Ligi final maçı için elinde haftalar öncesinde aldığı bileti ile dünyanın en büyük futbol şovunun bir parçası olmak için can atıyordu. Kısa bir Londra turunun ardından metroya yöneldi. Neredeyse tüm bütçesini uçak ve bilete ayırdığından almayı çok istediği halde birçok kitabı, dergiyi pas geçmek zorundaydı. Sadece iç geçirip birkaç saat sonra izleyeceği şovun onda yaratacağı mutluluğu düşündü. Heyecanı yaşamaya hazırdı. İki takımın taraftarının birlikte yolculuk ettiği metroda şarkılar ve şovlar eşliğinde Londra'nın merkezinden Wembley'e hareket etti. Kendini önemli hissediyordu ve haklıydı. Yaşlı kıtanın o gün en önemli olayı bu maçtı ve o da şanslı listenin, şanslı isimlerinden birisi olarak tribündeki yerini alacaktı. Herkesin olmak istediği yere doğru gidiyordu artık..
Metrodan iner inmez telefonu çaldı. Karşıdaki ses ona stadın en iyi yerlerinden birinde harika bir yer bulduğunu söylüyordu. Tribünün yerini ve buluşma noktasını tarif etti.
Peki bileti ne olacaktı?
Karşıdaki ses çoktan merakını gidererek bileti birisine satmasını söylemişti. Kulaklarına inanamadı! Yasal mıydı peki? Karşıdaki ses güldü. Boş ver, sen bileti sat ve buraya gel..
Stada 1 kilometre kala karşılaştığı kalabalıkta yüzlerce insan bir karton parçasına işledikleri "need ticket" şifresiyle bir bilete talip olduklarını çoktan yazıp beklemeye koyulmuşlardı. Utana sıkıla birinin yanına sokuldu. Bilet mi var, sorusuna 'evet' cevabını verdiğinde büyük futbol ekonomisinin bir parçası olduğunu anlamıştı ama boyutlarını keşfetmesi için birkaç dakikaya daha ihtiyacı olduğunu bilmiyordu.
Kaç paund istiyorsun, sorusunun cevabını '200' olarak verdi, ama karşısındaki '300 veriyorum' diyerek şaşırtmıştı genç kızı..
Tamam ama dedi, böyle orta yerde? Yani yasal bir iş yapmıyoruz ki! Karşıdaki umursamadı ve 300 paundu çıkardı. İşte olmuştu. Tam 200 paund kârdaydı. 200 yerine 300 teklif eden adam biletin kaçma ihtimalini sigortalayarak akıllıca bir manevra yapmıştı oysa..
Şaka gibi diye düşünüyordu, bir yandan da yasal mı değil mi? Polis bu duruma ne der, diye kaygılanmaya başlamıştı. Asıl şaşkınlığı az sonra yaşayacaktı.
Az önce kaçırdığı bilete yanan bir İspanyol ah o bilete 600 paund verirdim diye hayıflanmaya başlamıştı bile..
Oysa o bileti tecrübeli bir maç müdavimi 2.000 paunda babasının oğluna satabilirdi.
Genç kız yeni biletin bedeli telefondaki ses tarafından talep edilmeyince zaten normalin üzerinde para ödeyerek aldığı uçak biletinin maliyeti sezon fiyatına düştüğünden maç başlamadan kazanan oluvermişti.
Futbolda böyle yüzlerce hikâye var. Mesela Paris'te bir otelde bavul taşıyıcısı olarak çalışan Marcel, 1998 Dünya Kupası finaline aldığı iki bileti 15 bin dolara bir Amerikalıya satınca hayatı değişmişti. Muhtemelen futbol konusunda çok da fikir sahibi olmayan ama Paris'teki en büyük dünya şovunu kaçırmak istemeyen Amerikalı için bir şey ifade etmeyen 15 bin dolar bir Fransız'ın kaderinde kilometre taşı olmuştu.
Marcel final maçının günler öncesinde sattığı biletin parasını çocuklarının eğitimi için kullanacağını söylerken hayatta büyük bir yükten kurtulmuş gibi gözlerinin içi parlıyordu. O parıltıyı hiç unutmuyorum, Platini 2016 Avrupa Şampiyonası'nı Fransa'ya verdiğinde aklıma ilk gelen ismin Marcel olduğunu söylememe bile gerek yok. Hatta Platini'ye kızmayı bile düşünemedim.
Birinci hikâyeyi dinledim ikincisini yaşadım. Marcel için de genç kız için de hâlâ mutluluk duyuyorum. Hatırı sayılır kayıt dışı bir ekonomi yaratan futbolun, futbolculara ve kulüplere kattığının milyonda biri kadar da olsa futbol peşinde koşanlara ödül vermesi kadar göz ardı edilmesinde mahzur görülmeyecek ne olabilir ki?
Mantık Dışı
Avrupa ekonomisi durgunluk yaşarken, Real Madrid ile Barcelona'nın yarım milyar Euro'luk gelirlerle dünyanın en zengin kulüpleri listesinde ilk ikiye oturmaları haberi cuma günü gazetelerde yer alıyordu. Yaklaşık 4,5 milyar Euro'ya ulaşan bir gelir İspanyol, İngiliz, Alman, İtalyan ve Fransız 20 futbol kulübü tarafından üretiliyor..
1990'lı yılların başında France Football dergisi İspanya'nın en büyük sorununun Real Madrid başta olmak üzere kulüplerin 700 milyon doları aşan borçları olduğunu, "yönetimsel" kayıt dışı ekonomiyle bu farkın daha korkunç boyutlara ulaştığını rapor ederek, problemin çözümünü mali dengenin yanı sıra yenilenmesi gereken statlar ve holiganizmin yok edilmesinde görüyordu.
O dönemin en iyi ligi Serie A bugün eskiyen statlar ve futbol popülaritesini inciten yanlışlıklar yüzünden para liginde gerilere düşerken İspanya zirvede. Mali disiplinin ardından (hâlâ problem var aslında) Önce statları yenileyip sonra holiganizmi yok ettiler. İngiltere'nin yaptığını iyi taklit ederek, iyi uygulayarak, Barcelona ve Real Madrid markalarını bir para makinesine çevirdiler.
Cuma manşetlerini çalan bu haberi klasik "adamlar ne kazanıyor" klişesi dışına taşıyıp mikroskopla irdeleyecek bir ülke varsa sanıyorum biziz.
Avrupa'nın en dinamik ekonomileri arasındayız bugünlerde ve yabancılar için genç nüfus ve krizi karşılayan politikalarımız hem iştah açıyor, hem ilham veriyor. Ya bizim para pul işleri nasıl?
Tüm kulüpler bankalara, sahiplerine, oyuncularına, ona, buna borçlu!..
Perşembe günü bir başka çalışmada kulüplerin kadrolarında bulundurdukları oyuncuların değerini göz önünde bulundurarak yapılan bir araştırmaya göre Türk ligi sekizinci en değerli lig olarak görülüyordu.
Yani o kadar çok değeri yüksek oyuncu alınmış ki! Bu bizi topyekûn ilk sekize sokarken, gelir liginde ilk yirmilerde falan esamemiz okunmuyor.
Çok pahalıya alıyoruz, yüksek aylıklar ödüyoruz, faydalanamıyor, değer katamıyoruz. Yerelliği aşamıyor, ucuza satıp, eğlendiğimizle (!) kalıyoruz.
Çelişkiyi birlikte bulalım bir yerlerde hata yapılıyor.
Kayıt dışı mı, akıl dışı mı?
Mantık dışı mantık!
Sorunu sadece ama sadece futbolseverin kayıt dışı masum mutluluklar yaşayacağı bir çözüme kavuşturmadan akıl sır ermez zaten..
Sustum..
İyi pazarlar.
Okay Karacan