Ahmet Talimciler

Futbol, insana ve insanlığa ait değerleri bünyesinde barındırdığı ve dünyanın en kitlesel spor dalı olduğu için, her zaman üzerinde konuşulmayı, araştırılmayı ve yorumlanmayı hak etmektedir. Futbol, ortak bir referans çerçevesi sağlayabildiği ve ortak duyunun inşasına katkıda bulunabildiği için  her dönem iktidarlar tarafından dikkatle takip edilmiştir. Futbolun her türden yorumu kaldırabilen bir yapıya sahip olması, onun hem bölen hem de birleştiren bir spor dalı haline gelmesine yol açar/açmıştır. Bu açıdan futbol güç odaklarına geniş bir hareket serbestisi yaratmakta, kitlelerin hedefsizleştirilmesinde iktidarlarca kullanılabilmektedir. Toplumsal bir ortak payda olarak futbol, yaratmış olduğu kimlik ve aidiyet temelli yapı ile kitlelerin ilgisini ve öfkesini siyasal temelden uzaklaştırmaktadır. Futbol, içinde bulunduğumuz dönemin en etkili iktidar nesnelerinden bir tanesine dönüşmüştür ve bu yüzden de futboldan söz ettiğimiz her an, aynı zamanda ekonomiden-siyasetten-kimlikten-şiddetten-toplumsal yaşantı içerisindeki bir takım değişmelerden ve sıkıntılardan da söz ediyor olmaktayız.


1980 yılı Türkiye’deki birçok alanda olduğu gibi futbol için de bir milattır. Bu tarihten sonra futbola önce askeri yönetim tarafından daha sonra ise bu büyülü oyunun önemini çabuk kavrayan Özal hükümetleri tarafından yakın ilgi gösterilmiş ve futbolun geniş kitleler üzerindeki etkisinden yararlanılmaya çalışılmıştır. 1980’li yıllar futbolun iktidar tarafından ön plana çıkartıldığı ve futbolun siyasetin boşalttığı alana ikame edilmeye başlandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde uygulanan neo-liberal politikaların geniş kitlelerle buluşmasında futboldan da yararlanılmış ve bu oyun üzerinden yaratılan gerçeklik kurgusu (medya-iktidar partisi-futbol otoritelerinin etkisi ile) aracılığıyla yeni ekonomik anlayışa uygun bir çerçevede örgütlenmesi sağlanmıştır. Futbolun bu aşamaya getirilmesinde Türkiye’nin Özal hükümetleri sonrasında tanıştığı tüketim toplumu anlayışı ve bu anlayışın değerlerini içeren politikaların uygulanması yatmaktadır. Futbolun metalaşması sürecinde profesyonelliğe yapılan vurgunun önemi,  neo-liberal politikaların etkisi ile devletin yerini piyasalara bıraktığı bir ortamda Türkiye’deki diğer spor dallarında değil de neden futbolda özerkliğe 1988 yılında geçildiği daha iyi anlaşılabilir.


Kayırmacılık sisteminin egemen olduğu anlayışın Türk sporuna/futboluna yerleşmesi sonucunda futbol kulüpleri kendi çıkarlarını koruyabilmek amacıyla kendi yörelerinin etkili,  tanınmış simalarını,  politik kişiliklerini yönetim kurullarına dahil etmişler ya da milletvekilleri,  bakanlar aracılığı ile kulüplerinin çıkarlarını koruma yoluna gitmişlerdir. Himayeciliğin,  adam kayırmacılığın geliştiği bu dönemde ‘güçlü olanın haklı olduğu anlayışı’ zihinlerde yer tutmaya başlamış ve iş bitirici yönetici modeli bu dönemin vazgeçilmez portresi haline gelmiştir. ANAP’la başlayan siyasilerin futbola aşırı ilgileri,  daha sonraki dönemlerde etkisini göstermeye devam etmiş,  futbol sahaları siyasal hesaplaşmaların,  oy kavgalarının yeni adresi haline dönüşmüştür.


Futbol, 1980 sonrası önce depolitizasyon amaçlı daha sonra ise neo-liberal ideolojinin yerleştirilmesi için kullanıldı. Kolay para kazanan kişilerin toplumsal statü kazanma alanlarından birisi belki de birincisi olarak görülen futbol kulüpleri yöneticiliği, kirlenmeye başlayan futbol dünyasının ilk habercisiydi. Ancak gidişat bununla sona ermeyecek devamında mafyanın futbol federasyonu seçimlerine müdahil olabilecek kadar güçleneceği yeni bir döneme girilecekti. Bu sürecin 2002-2005 yılları arasında yaşanan gelişmelerde nasıl etkili olduğunu dönemin gazetelerine yansıyan şike haberlerinden rahatlıkla izleyebilirsiniz. Ayrıca 2005 yılında mecliste oluşturulan komisyon raporlarında da futboldaki yüzlerce ismin görüşlerinin yer aldığı raporda da bu tespitler tekrar edilmesine rağmen gereken yaptırımlar bir türlü hayata geçiril(e)memiştir.


Futbol Üzerinden Değerler Transferi
Futbol, toplumsal yaşam içerisinde bir ‘minyatür’ model olarak işlev görmekte ve futbol üzerinden toplumsal yaşama bir takım rol ve değer transferleri gerçekleştirilmektedir. Futbol üzerinden birtakım değerlerin sosyal hayata transferi ‘ne olsa gider’ mantığının son hızla yaşandığı bir ortamda gerçekleştirilirken, bu süreçte güce tapınan, yenmeyi, kazanmayı(ama nasıl olursa olsun ben/biz kazanalım) benimseyen ilişkiler futbol sahalarından toplumsal yaşama aktarılmaktadır. Futbol sahada değil masada kazanılır düşüncesi çeşitli vesileler ile gerçekleştiğinde taraftarlara güçlü olanın bunu başarabileceği mesajı verilmektedir. Artık kurallara uymak yerine kuralları kendine uydurma anlayışı geçerlidir, bunun içinde güçlü yöneticilere ihtiyaç vardır. 1980 sonrasının iş bitirici memur tipinin futbol kulüplerindeki versiyonu iş bitiren yöneticilerdir. Taraftar potansiyellerinin hayli yüksek olması bu büyük kulüplerin başkanlarının simgesel güçlerinin de bir hayli etkili olmasını beraberinde getirmektedir.


 Toplumsal değerlerimizi yitirdikçe futboldaki değerlerimizde bir bir ortadan kaybolmaya başladı. 1980’li yılların ne olsa gider ve kazanmanın yüceltilmesine dayanan anlayışı,  futbol sahalarında karşılaşılan çirkinliklerin artmasına neden olmakla kalmadı; teşvik primi,  şike,  büyüklerin kollanması,  tribünlerde yaşanan olayların sıradan olaylarmış gibi görülmesine ve bu şekilde kabullenilmelerine de zemin hazırladı. Başarının her şey olduğu anlayışı kitlelere her ortamda tekrarlana tekrarlana benimsetildiğinde; bunu elde etmek için her türlü değerden ödün verebilecek bir rol –modeli yaratılmasının önü açılmış olmaktadır. Onun içindir ki; futbol sahaları artık rakip takım seyircisine kapatılır hale getirilmiş,  ‘futbol üzerinden teşhir edilerek normalleştirilen şiddete’ duyarsızlaştırma yaklaşımları ile meşruiyet kazandırılmıştır. ‘Başarıya tapınmanın,  güçlüden yana olmanın,  yenmenin yüceltildiği/kutsandığı buna karşın mağlubiyetin,  ikinciliğin,  mücadele etmenin yok sayıldığı bir anlayış futbol üzerine yapılan yorumlar ile topluma sunulmuştur. ‘Kazanmak için her yol mubahtır’ söylemine sık sık gönderme yapılırken ‘oyunun kuralları herkes için eşittir’ söylemi de unutulmamıştır.


Milyonlarca insanı ilgilendiren bir alan olarak futbolda son günlerde yaşananların Türkiye’de yarattığı etki açısından muktedirlerin iktidarının bir parçası hatta çok önemli bir parçası olduğunu göstermektedir. Şampiyonlukların kutsandığı, yıldız savaşlarının yaşandığı  bir ortamda teşvik primleri, hakem ayarlamaları,  maç ayarlamaları son derece normal karşılanmaktadır. Bu kulüplerin bugün aralanmaya başlayan sis perdesi içerisinde tüm futbol kamuoyuna yaşattıkları ve futbol dünyasındaki çarpıklıklarla olan bağlantıları şaşırtıcıdır.


Toplumsal yaşam bir bütündür ve bu bütün içerisindeki tüm kurumsal örgütlenmeler birbirleri ile bağımlıdırlar. Yani, futbolumuzda yaşanan kirlenme sadece futbolun ortaya çıkardığı bir durumdan ibaret değildir. Türkiye’de futbol alanında son otuz yıl içinde yaşanılanların toplumsal yaşantımıza himayecilik-klientelist ilişkiler-ayrımcılığı besleyen hegemonya anlayışı-ahbap/arkadaş kayırmacılığı şeklinde yansıdığını, bu değer ve uygulamaların futbol üzerinden normalleştirilerek topluma sunulduğunu görmekteyiz.
İçinde yaşadığımız dünyada futbol, artık futbolun ötesinde pek çok şeyle ilintilendirilen bir iktidar nesnesi haline dönüştürülmüştür. Son günlerde yaşanan gelişmeler tüm dikkatlerin siyaset sahasından futbol sahasına yönelmesine neden oldu. Ergenekon soruşturmalarından farklı olarak çok daha geniş bir kitleyi ilgilendiren ve daha duygusal bir atmosfere sahip olan bir alandan söz ediyoruz. Yaşananların Fenerbahçe Spor Kulübü ve başkanı Aziz Yıldırım üzerinden değerlendirilmesi ve bu yönde yorumlar yapılması durumun önemini ne yazık ki gözden kaçırmaya neden olmaktadır. Türkiye’de yıllardan beri ‘teşvik primi, şike, hakem-maç-oyuncu ayarlama’ gibi konularla ilgili olarak gündeme gelen ve konuyla ilgili olan kesimlerin gayet iyi bildikleri bir konuda olup bitenleri takım gözlüklerinden uzaklaşarak, serinkanlılıkla ele almak zorundayız. Aksi takdirde Temiz futbol özlemimizi bir kez daha ertelemek zorunda bırakılabiliriz. Bu doğrultuda sonuç ne olursa olsun Türkiye’de futbolun ve futbol yönetiminin şeffaflaşma süreci içerisine girmesi kaçınılmazdır. Kulüp yönetimlerinin UEFA kriterlerine göre yeniden yapılanması gerekmektedir ve Türkiye Futbol Federasyonu bir an önce bu süreci hızlandırmalıdır.
Yaşananların taraftarlık kültürü açısından da önemli katkıları olacağını düşünüyorum. Takımınızın başarısından çok sizin kalbinizde bıraktığı duygu önemlidir, takımınıza her ne olursa olsun sahip çıkmak ve her koşulda desteklemek taraftarlığın olmazsa olmazlarındandır. Taraftarlık kişilerle yada başarılarla sınırlı bir kimlik biçimi değildir.
Tıpkı iyi yaşamak, güven içerisinde bir hayat sürmek gibi temiz futbol seyretmek ve şaibelerden uzak bir ortam içinde tüm takımlara eşit mesafede bir federasyon ve medyanın olmasını istemek de en tabii hakkımızdır. Bu hakkımızı almak için bütün takımların taraftarları bir araya gelmek zorundayız. Eğer futbolumuzu bir yerlere götürmek istiyorsak, futbolumuzun durduğu yeri ve yaşanan sıkıntıları hep birlikte göstermek ve çıkış yolunda çaba sarf etmek zorundayız. Takımlar birbirlerinin rakibi olarak stadyum içinde ve dışında taraftar kitleleri için vazgeçilmez varlıklardır. Ancak içinde yaşanılan sıkıntı sadece bir tek kulübün taraftarını bağlamamaktadır. İşte bunun için taraftarlar güzel ve temiz futbol seyretme hakları üzerinde özellikle durmak ve federasyona bu yönde baskıda bulunmak zorundadırlar. Yoksa bugün elimizden kaçıp gitmekte olan, hayatımızın en önemli şeylerinden biri olarak gördüğümüz bu güzel oyun için yarın yapabileceğimiz bir şey kalmayacak. Çünkü böyle giderse oynanan oyun bizim futbolumuz olmayacak.

YORUMLAR

KÖŞE YAZILARI

  • İnstagrama kayıtlı 52 milyonluk örneklem üzerinden bakarak Türkiye’de hangi takımın kaç taraftarı var? İnstagrama kayıtlı 52 milyonluk örneklem üzerinden bakarak Türkiye’de hangi takımın kaç taraftarı var?
    Written by Oguz Resat Sipahi 10 May 2020
    Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk Hangi takımın daha çok taraftarı var? Bu soru çok iç gıdıklayan bir soru biliyorum. Pazar Pazar maçlar da yok. Nereden aklıma geldi diye sorarsanız Dövletimiz sağolsun. İnstagramda Kumluca-Olimpos alanının yüce Dövletmiz tarafından 1. derece sit alanı konumund...
  • Ülkemizde 1098, dünyada 108319 kişiyi covid19 kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik... Ülkemizde 1098, dünyada 108319 kişiyi covid19 kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik...
    Written by Oguz Resat Sipahi 12 Nisan 2020
    Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk *Ülkemizde 1098, dünyada 108.319 kişiyi covid19'un kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik... *Ne mutlu bizlere değil ki ülkemiz, covid19 açısından müreffeh ülkeler düzeyini yakalama ve aşma yolunda koşar adımlar ile ilerliyor... Yine de arada iyi şeyler de var...
  • Gözyaşları... Gözyaşları...
    Written by Oguz Resat Sipahi 21 Nisan 2019
    Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk Uzun zamandır yazasım gelmiyordu ligin ilk devresinde yazacak birşey yoktu pek, ya da dünyevi dertlerden yazasım gelmedi... Ligin ikinci devresinde de yazasım gelmedi bu sefer çoğunlukla dünyevi ailevi dertlerden... Dünkü gözyaşlarına kadar... Taraftarımızın,...
  • Göztepe TEK Büyüktür. Göztepe TEK Büyüktür.
    Written by Özkan Cengiz 28 Nisan 2018
    Özkan Cengiz ozkan@ozkancengiz.net Göztepe TEK Büyüktür. Yıllar önceydi amatördeydik, takıma tribünlerin yoğun tepkisi vardı, hoca ve oyuncular fazlaca tepki alıyorlardı. O günlerin yöneticileri ile bir araya geldik. Şaşkındılar, bize nasıl profesyonel çalıştıklarını anlatıyorlardı. Video analizler...
Diğer yazılar:

Diğer başlıklar

Twitter