Hindistan Başbakanı İndra Gandi, birgün, yaptığı bir konuşmada, çalışmakla ilgili şu ilginç anısını anlatır:
“Büyükbabam iki türlü insan bulunduğunu söylerdi; işi yapanlar ve yapılan işten kendilerine pay çıkaranlar. O benden birinci grupta yer alarak çalışmamı istedi. Çünkü orada diğerinden daha az rekabet vardı.”
Kolombiya Üniversitesi Rektörü Nicolas Murray Butler, öğrencilerine yaptığı bir konuşmasında şöyle der:
“Dünya üç grup insandan oluşur: Birşeyi ortaya çıkaran ve yapan küçük bir seçkin grup; birşeyin yapılmasını seyreden daha büyükçe başka bir grup; ve neyin olup bittiğin bilmeden yaşayan muaazzam bir kalabalık...”
Ünlü İngiliz yazar ve şair Thackeray’ın elde ettiği başarıyı, kolay yoldan şöhret olmaya bağlayan biri şöyle demişti:
“Thackeray, bir sabah gözlerini açtı ve kendini meşhur bir adam olarak buldu.”
Thackeray’ın yaşantısını yakından bilen Lord Nortcliff ise bu iddiaya şu yanıtı verdi:
“O, yataktan kalkıp kendini meşhur bir adam olarak bulduğu ana kadar, 15 sene her gün sekiz saat yazmıştı.”
1856 İrlanda doğumlu Bernard Shaw, 94 yıllık yaşamı boyunca tiyatro oyunlarından romanlara pek çok alanda önemli eserler verdi. Yaşadığı ve ünlendiği ülke olan İngiltere’de sanat ve toplumun her alanıyla ilgili sorunlara yaptığı korkusuzca eleştirileriyle dikkatleri çekti. Çalışma konusunda birgün şunları söyledi:
“Bütün çalışma gücümü kullanıp yok ettiğim vakit ölmek isterim. Çok çalışırsam çok yaşayacağıma inanıyorum. Hayat benim için titrek bir kandil değil, kuvvetli bir meşaledir. O meşalenin mümkün olduğu kadar güçlü ve parlak şekilde yanmasanı sağladıktan sonra onu gelecek nesillere emanet etmek istiyorum.”
Bir üçlük daha ve son...
Gençliğimde sanırdım ki hayat bir sevinçtir.
Yetiştim ve gördüm ki hayat bir çalışmadır.
Çalıştım ve gördüm ki çalışma bir sevinçtir. (Thomas Carlyle)
Daha evliliklerinin ilk yılıydı. Evde kavga hiç eksik olmuyordu. Birbirlerini severek evlenen çift, yolun başında bu işin daha fazla gitmeyeceğini düşünmeye başlamışlardı. Fazla yıpranmadan buna bir çare bulmaları gerekiyordu. Bir akşam oturup ilişkilerini gözden geçirirlerken, adam, eşine, “Aklıma bir fikir geldi” dedi. “Bahçeye bir fidan dikelim ve bu fidan üç ay içinde kurursa boşanalım. Yok eğer kurumazsa bu konuyu sonsuza dek kapatalım.”
Bu ilginç fikir, karısının da hoşuna gitti. Ertesi gün bahçeye bir meyeve fidanı diktiler. Aradan bir ay geçti. Bir gece bahçede karşılaştılar. Her ikisinin de elinde içi su dolu birer kova vardı.
“Şampiyon olduğum zaman eski kotumu üzerime geçirip eski bir şapka takıp, sakal bırakıp, beni kimsenin tanımadığı bir kasabanın sokaklarında yürüyüşe çıkacağım ve beni sadece ben olduğum için sevecek bir insan buluncaya kadar yürüyeceğim. Sonra da onu 1 milyon dolarlık arazime tepeden bakan 250 bin dolarlık evime götürüp, ona Cadillac arabalarımı havanın yağmurlu olduğu günlerde kullandığım kapalı yüzme havuzumu göstereceğim ve, (İşte tatlım, bunların hepsi senin. Çünkü beni ben olduğum için seviyorsun) diyeceğim.” (Muhammed Ali)
Victor Hugo’dan...
Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh
Kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak kalmak mıdır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mi olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah,
Gülüş, kurşun olmaz mı?
Hiç olmaz mı be hocam...
Mutlu bayramlar...
Bülent Buda-Milliyet