Geçenlerde ablam, “Damlacık’ı, mahallemizi, o tek odalı kahvehaneden dönme evimizi özlüyorum” dedi. Neden diye sordum... Bak artık daha konforlu evde oturuyorsun. “Komşuluk, yardımlaşma, kapı önlerinde kümelenip yapılan geceyarısı söyleşileri...” dedi.
Artık, oralarda kimsemiz yok, çok şey değişti... Ama ablam, kökeninin kendisini özlüyor. İnsan niye geçmişe özlem duyar? Giderek yaşlanan bedeninde gençliğine duyduğu özlemden mi? Ya da günümüzde yapamadığı, çat kapı ben geldim halleri mi?
Büyüklerine layık bir yaşam biçimini seçmen zamanın en geçerli yönlendirme sözcükleriydi. Onlara layık olmak için çabalayacak, çalışacak, fazla da sorgu sual etmeyecektiniz.
Oysa asıl kendine layık olmak daha değerli olan seçenek değil miydi? Büyükler böyle düşünürken, bense gelişen organlarımın ürettiği istekle aşık olmak istiyordum. Biyolojinin de bilimlerin anası olduğunu ilk aşkımın göğsüne başımı koyduğumda fark ettim. Toplama, çıkarma, bölme elbette önemliydi. Oldum olası hesap işlerinde zayıftım. Ama, bir tenden ötekine uzanan dokunuş bambaşka birşeydi. İnsanın varoluşunu hissetmesiydi.
Şimdilerde ablamın evinin önünde metro yapımı var. İrfan Hanım, yorgun düşen bacaklarına bakarak yürüyen merdivenleri nasıl kullanacağının kaygısında... Yine de, yaşama sıkı sıkıya tutunuşu hayranlık uyandırıyor...
İnsan takvim yapraklarını eksilttikçe daha konuşkan oluyor. Geriye yaslanır durumları sıkça yaşıyor. Dürüst olmalıyım. Ablamı işitiyorum ama dinlemiyorum. Başka yerlerdeyim...
Hala, o geberircesine yaşayamadığım aşkı düşlüyorum. Aklım, fikrim bir gün sonrasına takılı, öylece askıda bekliyor!
Bülent Buda-Milliyet