Süleyman Alasya
Yenigün
FİFA ve UEFA dünyanın hangi ülkesinde hangi rejim olursa olsun, kendi kurallarını büyük bir disiplinle hayata geçirmesiyle futbolu bugünlere getirdi. Elindeki gücü futbolda demokrasiyi sağlamak için kullanan bu iki örgüt her ülkeye olduğu gibi bize de, “Kuralları uygula. Yoksa Avrupa kupalarına katılamazsın” talimatı veriyor.UEFA Kuralları yüzlerce sayfalık koca bir kitabı dolduruyor. Kulüp yapılanması, mali sorumluluk, alt yapı, idari örgütlenme ve şeffaflık gibi çok önemli konuları gündeme getiriyor. Ülkelerin gelişmişlik düzeyine göre, bu kuralların uygulanması için değişik süreler veriyor. Örneğin, İtalya’ya 2 yıl süre verirken, atıyorum Türkiye’ye 5 yıl süre veriyor.
Örneğin ne diyor UEFA? Gelirinden çok giderin olmayacak. Mali yapılanmanı ona göre ayarlayacaksın. Diyelim şampiyon oldun. Ama 10 trilyon borçla şampiyon oldun. İşte UEFA kriterleri o şampiyonluğu kabul etmiyor. Örneğin futbolcusuna borcunu ödemeyen kulübün transfer yasağı bir UEFA kriteridir. Bosman Kanunu diye geçen kanun, Lahey Adalet Divanından çıkmış ve UEFA’nın kabul ettiği bir kuraldır. Buna göre futbolcu mal gibi alınıp satılamaz. Sözleşme süresi dolunca istediği yere gider. Eskiden nasıldı? Futbolcu satış listesine konurdu. Satılmazsa transfer ücretinin beşti biri hesabına yatırılır ve aynı kulüpte oynatılırdı.
Bu kurallar uygulandı ve uygulanmaya devam ediyor ama kulüp yapılarını değiştirmek bu ülkede mümkün değil. Bir bakıyorsunuz kulübün yönetimine rağmen bir başka güç ya da güçler kulübü yönetiyor. Divan diye bir kuruluş gerekirse yönetime “çocuk” muamelesi yapıyor. O kulübün içindeki derin yapılanma böylece dedikodu, yalan, dolanla Ergenekonvari bir tablo sergiliyor.
Bu nasıl oluyor. Kulüp büyüklerine her zaman “Padişahım çok yaşa” diyen bir kesim her zaman var. Kimi zaman bir medya mensubu, bir avukat, bir kulüp yöneticisi o derin yapılanmadan aldığı talimatlarla belden aşağıya vurmaya başlıyor. Bir bakıyorsunuz hedef yöneticinin aleyhinde bir haber yayınlanıyor. Ama iki üç gün sonra aynı yönetici bu kez aklanıyor. Biz buna “Çamur at izi kalsın” yöntemi diyoruz. Oluşturulan kamuoyu baskısıyla o yönetim istifaya zorlanıyor. Bunun için de değişik formüller var.
Suçlanan yöneticilerle ilgili haber yağmuru devam ederken, o yöneticinin hesap vermesi gereken kongrelere bakıyorsunuz; “Kabul edenler, etmeyenler. Kabul edilmiştir”. Yani ibra olduğunu görüyorsunuz.
Ama o yönetici, ileride bir zaman diliminde yeniden suçlanabilir ve çamur atılabilir. Üstelik perde arkasından çamur atılmasını sağlayanların dosyasına bakıyorsunuz; vukuatlar kalabalık. Kulübü borca sokmalar, takımı düşürmeler gibi affedilmez olaylara imza atanların, “camia büyüğü” havasıyla inanılmaz bir “Benim dediğim olur” dayatması sergileniyor.
İşte UEFA, bu tür yöneticilere sesleniyor; “Sizin modanız geçti. Artık kulüpleri şeffaf yönetmek ve sürekli hesap vermek zorundasınız. Her yönetici borç alacak konusunda kendi döneminden sorumlu” diyor.
Ama bizde böyle değil. Hala bir büyüğün iki dudağı arasından çıkacak sözlerle kulüp yönetme çabasındayız. Ne dersiniz? Bize bir UEFA açılımı gerekmiyor mu?