Profesyonel futbolculuğunu forma değiştirmeden noktalayanlardandı, Çağlayan Derebaşı... Bugünlerde altı ayda bir takım değiştirip formasını öpen ‘tribüncü’lere bakınca, Çağlayan, sıra dışı, ulaşılmaz oluyor.
‘Efsane’ giderek eksiliyor. Koca Kaptan Gürsel Aksel, kaleci Nevzat, Ali Artuner, Kamil ve de Çağlayan’la beş oldu, güzel insanların pisi pisine erken ölümleri...
Bazen uzaktan bakarak da kokusunu alabilirsiniz insanların... Bakışından, duruşundan, eylemlerinden, seyrederek etkilenirsiniz. Bir zamanlar ‘3 numara’ya ‘bütünüyle kemiksiz savunmacı sol bek’ denildiği o eski günlerde, ‘Çarli’, hızla santrayı geçer, o mithiş azgın sol ayağıyla adeta döverdi karşı kaleleri... ‘Hücuma kalkan bek’ kavramı belki de onunla daha bir yeşerdi, ete-kemiğe büründü, Alsancak’ın zımparayı andıran kömür tozlu zemininde...
Ben de 3 numaraydım o günlerde... Ve onu hep kıskandım. Onun benden iyi, etkileyici halini... İzmir karmasında birkaç maç birlikteliğimiz oldu. Adnan Abi (Süvari), dönüşümlü verdi üç numarayı ikimize, adaleti eşit dağıtma kaygısından... Oysa Çarli hep daha iyiydi, hak edendi. Büyük olasılıkla Nevzat’ın (Güzelırmak) öncülüğünde kuşandığı sarı-kırmızılı renklere, uzun yıllar, koşulsuz sadık kaldı. Ve şu kısacık coşkulu yaşamında sarı-kırmızı renklerin olduğu yerleri (Güzelyalı) futboldan sonra da terk etmedi. O mutluydu bu halinden herhalde... Ama şimdi bu önlenemez gidişte, geride onsuz ve eksik kalanlar, öyle hissedenler... Zor katlanmak...
Güle güle sevgili Çarli... Elbette çok özleneceksin...
* * *
27 yıl oldu yazmaya başlayalı... Amatör olarak... Elimdeki ‘tükenmez’ aynı... Sadece tükenince yeniliyorum. İnsanlar tükenince yenileyemiyorsunuz. Olmuyor... Bitiyor... Son... Tatsız...
Cumhuriyet’te yazdığım günlerden bir gün Nüvit (Tokdemir) aradı. “Abi başın sağolsun. Tarık Gencay’ı kaybettik. Kendini toparlayınca, Tarık Ağabey’i anlatan bir yazı yasar mısın” dedi... Açtım bir 35’lik ‘Yeni’, ilk yudumla yazmaya başladım. Sonra Seyfi Abi (Talay)... Sonra Gürsel Abi (Aksel)... Sonra Gode Cengiz (Kocatoros)... Sonra Altay’ın beş numarası Necdet... Sonra Necdet Abi (Elmasoğlu)... Sonra bir koca kaptan daha, Bayram Dinsel... Sonra Ali Artuner... Geçenlerde Vedat Okyar... Şimdi de Çağlayan...
Onlardan sonra, onları yazmak... Zorlanıyorum... Hiçbir şey yapmadıysak, birer çay içtik. Bazen de dalıp gidiyor, düşünüyorum. Yaşamda eskiyen, eksilen bütün şeylerin yerine yenisi geliyor. İnsanda da öyle... Ölümler, doğumlarla dengelenip eşitleniyor bir biçimde. Hızla değişiyor çok şey... Hele teknoloji baş döndürüyor. Anlıyor, algılayabiliyorum bütün olan, biteni... Ama birşey var, tam da yazarken aklıma takıldı. Üst satırlarda sözünü ettiğim yitirdiklerimiz... Oynadıkları zamanda takımlarına kimlik, kişilik katan, oyun alanındaki duruşlarıyla, eylemleriyle izleyeni etkileyen, çevrelerine ışık saçan bu adamlar, bir gün bittiler, gittiler... Ve bu kozmik düzende her şey değişip, gelişirken, o insanların yerine daha iyileri hala niye gelmedi?
Ve nihayet... İzmir kulüplerinin (futbolunun) son haline, gidenlerden oluşan boşluğun önlenemez bir biçimde çukurlaşması ‘neden’ olabilir mi? Örneğin herhangi bir İzmir takımının başında, kolunda kaptanlık pazubandıyla beş yıl kesintisiz oynayan, bir ‘helal süt emmiş’i en son ne zaman izlediniz? Ben izlemeyeli epey oldu da... Bir sorayım dedim...
Bülent Buda - Milliyet - 16 Ağustos 2009