Süleyman Alasya-Yenigün
İzmir'in kavakları
- Ayrıntılar
Süleyman Alasya-Yenigün
Kabul edilebilir bir gelişmenin yakalanamadığı sonuçları genellikle “başarısızlık” olarak niteleriz. Ama bizim anlayışımızda daha farklı bir olgu yaşanır. Bir garibanlık edebiyatıyla, cep delik cepken delik olup olmadığımıza bakmadan büyüklük rüyaları görürüz. Ve arkamıza dönüp baktığımızda yaptığımız değerlendirme mutlaka, “Bu koşullarda büyük başarı” söylemleriyle avuturuz kendimizi. İçine çekilmeye çalışıldığımız yarış, mantığımızı belli oranda değiştirebilir. Daha büyük hedef, daha büyük borç ve daha büyük başarısızlıklar bu mantığın hayata yansımasıdır.
Ne demek istedim? En kısa anlatımla; İzmir kalıcı olmayı başaramamıştır. Şöyle bir 40 yıllık futbol geçmişine bakarsanız, bu sürenin başlarında hasılat geliriyle kulüp yöneten yönetici profili görürsünüz. İsteselerdi o zamanlar İzmir’in dağını, taşını ucuza kapatabileceklerini şimdilerde söyleyen eskileri incelerseniz, rantın ne olduğunu geçmişte de bildiklerini Kordon boyuna diktikleri apartmanlardan, çevirdikleri geniş arazilerden anlarsınız.
Türk futbolunda, “naklen yayın” denilen ve çok kanallı tv’lerin artmaya başlamasıyla gündeme gelen yeni gelir kapısının ufak, ufak açıldığı günlerde kulüp yöneticilerinin bu gelirlere ceplerinden katkıda bulunarak bütçe oluşturduklarını görürsünüz. Ceplerden verilen paralar genel kurullarda kulübe bağışlanır ve kulüp yönetilirdi o günlerde. Kulübün güçlü bir hamisi ve sponsoru da varsa sorun yoktu.
Ve Sezar’ın hakkını, Sezar’a vermek gerekirse 1960’lı yılların başından sonuna kadar İzmir, jenerasyon açısından müthiş futbolcular yetiştirdi. Bugün tarihe geçmiş bir Metin Oktay, “Taçsız Kral” filmi çevirecek kadar büyük bir futbolcuydu. Unuttuğumuz isimler olabilir ama Mustafa Denizli belki de bu dönemin en iyi örneğidir. İlerlemiş yaşında Altay’dan Galatasaray’a transfer olması ve bugün teknik patronluğu bir idol haline gelmesi, belki de o günlerin “kurnaz” kulüpçülerinin yönetim anlayışıdır.
Bugün bazılarını rahmetle andığımız ama yaşayanların da kıymetini bilmediğimiz önemli isimler olmasaydı İzmir futbolu bugünlerini de göremezdi. Karşıyaka için Selçuk Yaşar; bulunmaz bir nimetti. Öylesine bir nimetti ki; camiayı hayırsız mirasyedi durumuna düşürecek kadar kulübün tek kaynağı oldu. Koca bir holdingi Türkiye gündemine sokan, tecrübeli iş adamı için “Karşıyaka” deyince akan suların durduğuna çok tanık oldum. Bunu bilen camia birçok kez kandırdı, yanılttı ve kızdırdı Yaşar’ı. O Karşıyaka’yı hiçbir zaman oyuncak gibi görmedi ama karşısındakiler Yaşar’ı bir oyuncakla kandırmaya çalışır gibiydi çoğu zaman.
Altay’da ise farklı bir yapı olmasına rağmen 1970’lerin sonuna kadar çok üst düzeyde yönetici profilleri görüyoruz. Bugün aramızda olmayan Mazhar Zorlu, Rıdvan Burteçin ve Esin Özgener, Altay’ın son 40 yılına damga vuran isimler. Doğruları, yanlışlar ve eksikleri hep oldu. Çünkü insandılar ve aynı Selçuk Yaşar’a yapıldığı gibi küçükler, büyükleri bazen kandırıyordu.
Ama önemli olan bu insanların varlığıydı. Hepsi de zengin iş adamıydı. Elit kesimin içinden sadece onlar futbola gönül vermiş, sadece onlar camialarının başında otorite sergilemişti. En azında 40 yıldan fazla süre camialarını yönetmişti. O nedenle diğer takımlar bu türden büyükleri olmadığı için bugün en sıkıntılı dönemlerini yaşıyor. Buna en önemli örnek de Göztepe’dir. Adnan Süvari, Sebahattin Süvari, Saffet Kuyaş, Haşmet Uslu, İsmail Tiryakiler gibi büyüklerini kaybeden Göztepe’nin yaşadığı sıkıntılar, hep o büyüklerin olmamasından kaynaklandı.
O günün gerçeği, böyle bir modeli kaldırabiliyordu. O günler için İzmir’i konuşursak, “Başarılıydı” diyebiliriz.
TSYD Genel merkez ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti Genel Kurulu nedeniyle birkaç günlük gecikmeyle konumuza devam ediyoruz. Türk futbolunda olduğu kadar, İzmir futbolunda da siyasi rejimlerin olumlu, olumsuz etkileri yaşandı. 12 Eylül 1980 sabahı siyah-beyaz televizyonlar ülkede bir darbenin başladığını haber verirken hiç kimsenin, gelecek yıllarda futbolun toplumu kurgulamak için böylesine kullanılacağını aklına bile getirmedi.80’li yılların başında demokrasiye izin verildiği kadarıyla gerçekleşen seçimlerde ülkeye damgasını vuran adam herkesi şaşırtarak iktidara geldi. Turgut Özal önce darbe yönetiminin ekonomiden sorumlu bakanı oldu sonra da kurduğu ANAP’ın iktidara gelmesiyle ülkeyi yönetmeye başladı.
İzmir o seçimlerde tercihini Özal’dan yana kullanmayınca sıkıntılı bir dönem yaşanmaya başladı. Tüm sıkıntılara rağmen “Demirel’ci” olan Yaşar Holding, sıkıntıları aşmak için Demirel’in iktidara gelmesiyle soluklandı. Bu yıllarda Karşıyaka’nın şampiyonluğa ulaştığını görüyoruz. Altay 1.Lig’in orta sıralarda ve sıkıntılara rağmen başarılı bir ekibi rolünü üstlenmiş. O zamanlar havuz geliri, İddaa geliri, naklen yayın geliri, sponsor geliri gibi şeyler hayallerde bile yok. Her kulübün bir hamisi, birkaç büyüğü ve tepe noktasında derin bir yönetimi var. Futbol o dönem pahalı bir tutku değil. Kulüpler hasılat geliri ve futbolcu satışıyla geçinebiliyor. Alt yapılara daha çok eğilim var. Örneğin Altay’da Ömeragiç’in “Piliçlerim” dediği gençler sonranın yıldız futbolcuları oluyor. Reha Kapsal, Erdi Demir, Turgut Uçar gibi oyuncular ülkenin gündeminde. Karşıyaka’da ise Muharrem Gürbüz, Muharrem Dirik, Recep Umut, Ülgen, gibi oyuncular ülkenin gündeminde.Özal, futbolu yeniden kurgulamak için ülkedeki tüm statların çim yapılmasını planlıyor. Profesyonel Futbolcular Derneği yöneticileriyle yaptığı bir toplantıda madde, madde önerilenlerin hayata geçirilmesini sağlıyor. Çünkü ülkede siyaset yasak topluma oyalanacak bir şey bulmak gerek.
Özal’ın dönüştürme çabası İzmir’de farklı da olsa sonuç veriyor. ANAP İzmir’de de güçlüdür artık. Ve geçmişte siyaset, ticaret ve sanayi gücünü elinde bulunduran Alsancak bu iktidarını yavaş, yavaş kaybediyor. Tıpkı Altınordu’nun geçmişinde kurulduğu mahallenin sakinlerini kaybetmesine benzer bir durum Alsancak’ta yavaş bir ivmeyle yaşanıyor. Yani İzmir tek merkezli bir kent olmaktan çıkıp, çok merkezli bir metropole dönüşüyor.
İzmir o günlerde futboldaki geleceğini ya da gelecekteki rolünü biçmeyi beceremiyor. Günlük sorunlar ve yöneticilerin verdiği paralarla döndürülen kulüpler, Türk futbolunun daha ayağa kalkmaya başlamadığı yıllarda sorunsuz ve plansız yaşayabiliyor. Karşıyaka’da Selçuk Yaşar, Altay’da Mazhar Zorlu, Rıdvan Burteçin, Esin Özgener hep işin başındalar. Göztepe yönetici hataları nedeniyle en sıkıntılı günlerini yaşıyor.Daha İzmir kulüplerini kıskaca alacak günler başlamadığı için her kulüp kendi içinde formüller geliştirip hayata geçiriyor. Karşıyaka’da “Yaşar versin”, Altay’da “Mazhar baba, Esin baba” sesleri yükseliyor. Göztepe’de ise Saffet Kuyaş büyük özveriyle kulübünü eski günlere taşıma çabasında.
İzmir 1980’lerde yerel rekabeti çok iyi yaşıyor. Göztepe-Karşıyaka rekabeti, Altay-Göztepe rekabeti futbol potansiyelini arttırıyor ama İzmir 1960’ların sonunda olduğu gibi bir Türkiye Kupası şampiyonu çıkaramıyor. Çünkü futbol aslında rakip sermayelerin rekabeti demektir. Kurulduğundan beri İstanbul sermayesine karşı farklı bir kompleks İzmir’in en göze çarpan yanlışıdır. Çünkü kendi modelini aramak yerine, İstanbul’u taklit etmenin sonuç getirmediği hala anlaşılamadı.
Ve geldik 1990’lara. Bu yıllarda hatırı sayılır bir tesisleşme aşkı yaşandı İzmir’de. Karşıyaka Selçuk Yaşar tesislerinin hizmete girmesi, Altay Kutlu Aktaş tesislerinin temeli ve inşaatı hummalı faaliyetlerle sürdürüldü. Karşıyaka Tesislerini Süleyman Demirel açtı. Tesis seferberliğinin temelinde futbolun sorunlarının çözümlüne inanılıyordu. Yani tesisini yapan kulüp geleceğini kurtarırdı. Dev bir spor tesisi fabrika gibi sporcu üretecekti. Ama kimse İzmirspor gerçeğini göremedi. İzmirspor 1980’li yılların ortalarında marul tarlısından spor tesisi yarattığında, Fenerbahçe’nin bile kendi tesisi yoktu. Trajikomik bir saptama olacak ama Altay da, Karşıyaka da aynı İzmirspor gibi Lig’den düştüklerinde modern tesisleri vardı.
Tesislerin hepsi de müstakil ve sadece kulüp sporcularına açıktı. Üstelik dünyanın gelişmiş ülkeleri bu tür tesisleri mutlaka otopark, çarşı ve dükkan gibi bölümleriyle gelir getirici ve o gelirle tesis bakımını amorti eden bir mantık geliştirmişti. Ama biz sadece yaptık ve karşıdan baktık. Sonunda tesisler de bizler gibi yaşlanmaya başladı.Rahmetli Mazhar Zorlu’nun o günlerde söylediği, “Düşerseniz o tesislerin sahalarını bile sulayamazsınız” sözü bugün bile kulaklarımda çınlıyor. Yani tesis tüm sorunları çözmüyordu. Tesis yapılmalıydı mutlaka ama işletmek daha önemliydi. Bu anlaşılamadı.
90’lı yılların ortalarında özel televizyonlar arasında rekabetler gelişti. Kaçaktı hepsi ama Özal’dan başlayan torpille bir “renkli televizyon” paranoyasına tutulmuştuk. Hedef 40 kanallı televizyondu. Bu rekabet önce TRT’nin verdiği naklen maç yayınlarının özel televizyon kanallarında gelir getirici bir meta haline dönüşmesiyle devam etti. Bir kere daha yırttı kefeni İzmir. O zamanlar her kulüp farklı kanallarla naklen yayın anlaşması yapar ortalama bir kulüp 40-50 milyar gelir elde ederdi. 2.Lig’de naklen yayın, gelir falan da yoktu tabii.
Yıllardır “kendi yağıyla kavrulma” felsefesini, futbolun fakirlik yıllarında başarıyla yürüten İzmir, bu kez de naklen yayından aldığı yağla kavrulmaya başladı. Eğer o naklen yayın gelirleri gerçekleşmeseydi, İzmir futbolu on yıl önce iflasa sürüklenirdi. Bütçeler yöneticilerin verdiği birkaç lira ve naklen yayın desteğiyle oluşturulur ve iddiasız takımlarla yakalanan başarıyla övünülürdü. Öylesine ki düşmekten kurtulduğunda bile bayram eden yöneticilerle kavgalar ettim ekranlarda.
Tehlike geliyordu. 40 yıl önce 1.Lig’de 5 takımla mücadele eden İzmir, şimdi bir takımını 1.Lig’e çıkarsa, bir takımının düşmesine engel olamıyordu. Yerel köylülük de “Biz kalalım, o düşsün” edebiyatıyla birbirini çelmeleme senaryolarıyla doludur yakın tarih. Yani 90’lı yıllar, “2000’e doğru” türden sloganlarla geçti. 2000 yılı geldiğinde hiçbir şey olmadığını anladık hep birlikte.
İzmir, 90’lı yılların sonlarında müthiş bir ivme yakaladı. İzmir kulüpleri için çok büyük bir şanstı Rahmetli Ahmet Piriştina. 1999’da İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na seçilmişti. O güne kadar hiçbir belediye başkanının yapmadığı, yapamadığı, akla hayale gelmeyecek bir destek verdi kulüplere. Üstelik maçlara gelerek, deplasmanlara giderek, verdiği desteğin tesise dönüşmesini bire, bir teftiş ederek. Karşıyaka’ya yüzme havuzu, yelken çekek yeri ve spor salonu, Bucaspor’a kamp tesisine destek, üçüncü sahanın yapılması, Altınordu’ya tesis, Altay’a destek derken o günün parasıyla 6-7 trilyon akıttı Ahmet Başkan. Onun döneminde Göztepe ve Altay 1.Lig’e çıkarak İzmir’i iki takımla temsil etti. Piriştina 2000’li yılların başında İzmir futboluna damgasını vurmuştu.
İlk görev döneminde verdiği destekle İzmir’in futbolda yüzünü güldüren Ahmet Başkan verdiği desteğe rağmen takımların sergilediği başarısızlığa çok üzülüyordu. İkinci kez seçildiği zaman bir kokteylde bana, “Alasya, görüyor musun? İkişer ikişer düştüler. Ben İzmir kulüpleri için yargılanmayı bile göze aldım” demişti. 2004 yılında Piriştina’yı kaybettik ve İzmir futbolu çöküşe geçti.
İzmir, aslında yüzyılın hastalığıyla binmişti Priştina’nın sırtına. Herkes sorun, Piriştina çözüm üretiyordu. Neydi yüzyılın hastalığı? Hazineden geçinmek. Bir Osmanlı mantığıyla hareket edince hep birilerinin vermesi üzerine kuruluyordu düzen. Sırtını devlete dayayıp sırtı yere gelen var mıydı? Hayır… Günümüzde de belediye sporlar böyle bir mantığın ürünü değil mi? Piriştina’nın verdiği desteklerin tesise dönüşenleri bugün ayakta hala. Ama kulüpleri yönetenlerin aldığı nakit destekler ki; onlar reklam gelirleri olarak geçti kayıtlara, hepsi buhar oldu.
Şirketleşme eğilimi Altay’a ve Göztepe’ye büyük dersler verdi. Futbol endüstrileştikçe futbolcu daha çok meta olmaya, kulüpler ticari işletmeler olarak daha çok kazanmaya başladı. Buna da imrendi İzmir. Altay’ın en başarılı olduğu dönemde şirketleşme tartışması takımın düşmesine neden oldu. Göztepe’nin şirketleşmesi ise tam bir fiyasko ile sonuçlandı ve arka, arkaya beş yıl durmadan düştü Göztepe. Bereket Karşıyaka şirketleşme olayını küçük zararlarla atlattı.
İzmir kendisine bir spor politikası geliştiremedi. Yarattığı kahramanları birer, birer tüketirken almayı ve istemeyi ön plana çıkardı. Vermeyi ve gelecek planı yapmayı beceremedi. Kulüplerin kurduğu İzmir Gücü Spor Vakfı bile kulüplerin kendi çıkarları söz konusu olduğunda çatışma yaşadı. Ve hala salonlarda, kürsülerde konuşulur İzmir futbolu. Ve hala hayaller kurulur. Ve hala bir kahraman beklenir ufukta. Gelsin, takımı alsın, şampiyon yapsın. Bize bu kadarı yeter.
YORUMLAR
KÖŞE YAZILARI
-
İnstagrama kayıtlı 52 milyonluk örneklem üzerinden bakarak Türkiye’de hangi takımın kaç taraftarı var?
10 May 2020Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk Hangi takımın daha çok taraftarı var? Bu soru çok iç gıdıklayan bir soru biliyorum. Pazar Pazar maçlar da yok. Nereden aklıma geldi diye sorarsanız Dövletimiz sağolsun. İnstagramda Kumluca-Olimpos alanının yüce Dövletmiz tarafından 1. derece sit alanı konumund...
-
Ülkemizde 1098, dünyada 108319 kişiyi covid19 kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik...
12 Nisan 2020Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk *Ülkemizde 1098, dünyada 108.319 kişiyi covid19'un kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik... *Ne mutlu bizlere değil ki ülkemiz, covid19 açısından müreffeh ülkeler düzeyini yakalama ve aşma yolunda koşar adımlar ile ilerliyor... Yine de arada iyi şeyler de var...
-
Gözyaşları...
21 Nisan 2019Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk Uzun zamandır yazasım gelmiyordu ligin ilk devresinde yazacak birşey yoktu pek, ya da dünyevi dertlerden yazasım gelmedi... Ligin ikinci devresinde de yazasım gelmedi bu sefer çoğunlukla dünyevi ailevi dertlerden... Dünkü gözyaşlarına kadar... Taraftarımızın,...
-
Göztepe TEK Büyüktür.
28 Nisan 2018Özkan Cengiz ozkan@ozkancengiz.net Göztepe TEK Büyüktür. Yıllar önceydi amatördeydik, takıma tribünlerin yoğun tepkisi vardı, hoca ve oyuncular fazlaca tepki alıyorlardı. O günlerin yöneticileri ile bir araya geldik. Şaşkındılar, bize nasıl profesyonel çalıştıklarını anlatıyorlardı. Video analizler...
Diğer yazılar: