Geceyarısıydı. Sadece nöbet tutan polisler ve belki 4 belki 5 dakika arayla geçen arabalardan başka, sadece sessizlik hakimdi şehrime. Saat 2 suları araba geçmiyor haliyle. Bir otostop yapalım dedim. Durdu ilki. O da fabrikada çalışıyormuş üstümdeki poları görmüş. Maça mı diye sordu hemen. Evet dedim. Fabrikada nöbetçiymiş bir arkadaşını bırakmış. Mobilyacıların oraya kadar bıraktı neyse ki. Üstümde yeşilim-siyahım altımdan geçen nehir ve stadın orada toplanmış, bir deplasman yolculuğuna daha hazır Tatangalar. Hami Baba için üzgündük hepimiz. Kimisi ağlamaktan gözleri kızarmış bir halde gelmiş, kimisinin dünyası başına yıkılmış bir halde. Geceyarısı düşünceliydi, hüzünlüydü, kahırdı, kederliydi. Gidip gitmemek arasında kaldık önce. Sonra dedik ki Hami Baba olsaydı gitmemizi isterdi. Zaten vefat etmeden önce, Olcay'a "Gidiyor muyuz İzmir'e?" diye telefon etmişti. Kara verdik bu yüzden gitmeye. Hami Baba için...
Bir otobüs ve bir otobüs sözü daha verilmiş, deplasmana gitmeyi hayal eden, fakat sadece 1 otobüs olduğunu görüp hüsrana uğrayan ve "bizi de alın" diye yalvaran çocuklar. Kıramadık çoğunu aldık. 70 yürek sıkış-tepiş yola çıktık.
Üçerli oturanlar, koridorda yatanlar neden bu kadar çileye katlanıyorlardı ki? Neden onlarca saat yol tepiliyordu ve neden durmadan iki haftadabir aynı şey yapılıyordu? Anlamsız mı? Hiç değil...Hami Baba için, aşk için...
Radyosu bozuk bir otobüsün, kafası bozuk yardımcı şöförüyle muhabbetler, aralarda makaralar başladı sonra. Hafiften tezahüratlar, arkada beste yapmaya çalışanlarıyla, 70 kocaman kalp yoldaki şeritlere arkadaş olmuştu bile.
Şehrin bu büyük yüreklere sahip çıkmayışını, koridorda yatanları gördükçe içinin sızlamasıyla anıp devam etmek yola. Birgün diyerek sinirlenmek. Elbet bir gün..Bir gün öyle bir nesil olacak ki; şehrin değerlerine öyle bir sahip çıkacak ki, utanacak insanlık. Sahiplenmemişler, insan içine çıkamayacak, geçmişi anamayacaklar
Molalar, bel ağrıları, radyosuzluk, sıkış tepişlik derken saatler sonra varılan Akhisar. Akhisar'ın sevecen yaşlıları ve orta yaşlılarıyla, Göztepe ile arası pek iyi olmadığını öğrendiğimiz Akhisarlı gençler.
Mercimek çorbası da ne güzelmiş Akhisar'ın. Arkadaşım, "bak bu gerçek mercimek çorbası" derken, yemek yemenin verdiği güzellik akıyordu her birimizin yüzünden, sevinç sonra..İnternet'e girilip haber veriliyor kalpleri deplasmana gidenlerle beraber olanlara. Selam ediliyor ve biliniyor ki onlar oralardan yeşil-siyah çekiyor.
Akhisar'da lokma ikram eden lokmacının iyi niyetiyle beraber yola devam ediyoruz 12:30 gibi. 1 saatlik yol sonrası Manisa'ya giriş yapıyoruz. Şehir içine girdikçe el sallayanlar, kornalarına basan araba sürücüleri ve sıcak bir karşılama bekliyor bizleri. Otobüsün önünde dalgalanan Sakaryaspor atkısı ve bu içten selamlar bütün yorgunluğumuzu alıyor yola devam ediyoruz. Tam çıkışa doğru bir üst geçitte toplanmış kalabalık görüyoruz. Manisa atkılı, Göztepe atkılı, Sakarya atkılı bir grubun otobüsümüze el sallaması sevindiriyor bizleri. Sakaryasporumuz'un, Tatangalar'ın sevilmesinin gururuyla, yola devam ediyoruz kornamızı çalarak.
Telefonla haber geliyor. İzmir çıkışında Göztepeli kardeşlerimiz daha önceden İzmir'e ulaşanlarla beraber bekliyorlar diye bizleri. Yola devam ediyoruz. İzmir çıkışında çevirme ve arama için bekleyen polislerle beraber Göztepeli kardeşlerin bulunduğu ve Hacıoğlu grubunun yaptığı otobüsle karşılaşıyoruz. Sonra polis çeviriyor, daha kardeşlerimizle selamlaşamadan. İndiriliyoruz otobüsten. Otobüs didik didik aranıyor, bagajlara bakılıyor. Sonra tek tek bizler aranıyoruz. Göztepe atkılı olanların atkıları çıkartılıyor zorla. Bindiriliyoruz tekrar otobüse. Hava sıcak. Otobüste 70 kişi. "Kapıları kapatacaksınız!" diyorlar sert tavırlarla. Sıcaktan pişme, bunalma, nefes alamamaya karşı diretiyoruz biraz, sert tavır yumuşamıyor. İlla ki kapatacağız kapıları. Diğer otobüstekiler indiriliyor, buna karşın bizler, otobüsümüzün içerisinden bakıyoruz sadece. Yalı'dan tanıdıklar var, Yalı'nın en eski isimleri aşağıda ve bizler otobüs içerisinde kardeşlerimizle sadece camdan selamlaşabiliyoruz. Göztepeli kardeşlerimizi almıyorlar. Göztepe formalılar formalarını çıkarsalar bile, bir kenara ayıklanıyorlar. Otobüsten bir-ikimiz inip, ısrar etmeye kalkıyoruz olmuyor.
Hani "fair-play" tamlaması vardı diyoruz olmuyor. Hani "dostça mücadele" vardı diyoruz olmuyor. "Kardeş kardeşe bir maçı izlemenin neresi suç?" diyoruz dinletemiyoruz, anlamıyorlar. Kilitlenmişler sanki sonuca: "Göztepeli kimse, Göztepe'ye ait hiçbirşey alınmayacak!"..
İkinci otobüs arandıktan sonra, motorsikletli polis eskortuyla, yola devam ediyoruz. Bunalmışız sıcaktan, onca yol tepmenin verdiği yorgunlukla, zaten ağır gitmekte olan otobüsün kapısını açtırıyoruz şöföre. Motorlular yanaşıyorlar hemen "Kapatın kapıları!" diye bağırıyorlar. "Bozuldu.." diyoruz, inanmıyorlar. Parmak gösterip, "Çabuk kapatacaksınız!" diye diretiyorlar. Kapatıyoruz..
Alsancak Stadı'nın orada indiriliyoruz. Bilet gişelerinin oraya gitmeden Başkan Yazıcı ve birkaç yöneticiyle selamlaşıyoruz. , yardımcı olmalarını istiyoruz. Ömer Başkan dinliyor sağolsun. Bilet sırasının orada Bahattin Küçük geliyor sonra yanımıza. "İzmir Emniyet Müdürü benim arkadaşım, herhangi bir durumda benimle bağlantıya geçin" diyor, "tamam" diyerek teşekkür ediyoruz. Göztepeli arkadaşlarla konuşuyoruz sonra telefonla; "Güzelyalı'da toplandık sizi karşıladıktan sonra şimdi bilet alıp geliyoruz stada doğru" diyor arkadaşlar. Bilet sırasında ağır hareket ediyoruz bilerek, bilet gişelerine de "Daha gelecek Sakaryalılar var.." diyoruz, Göztepeli kardeşlerimiz açıkta kalmasın diye. Zorla bizleri stada sokmaya çalışıyorlar ki maçın başlamasına daha 40 dk. var. Merdivenlerin oraya doğru sürüklüyorlar bizleri. İçeriye neredeyse Sakarya'dan gelenlerin % 90'ı girmiş durumdayken, merdivende neden Göztepeli kardeşlerimiz gelmedi diye meraklanıyoruz telefon ediyoruz cevap gelmiyor. Az ileride stadın girişinin orada bir hareketlenme görüyoruz. Bir minibüs, ve bir kalabalık.. Tekrar telefon ediyoruz kardeşlerimize. Açılıyor. Ne oldu diyoruz. Bizi aldılar, sokmuyorlar içeri diyorlar. Anlam veremiyoruz. Hemen Bahattin Küçük'ün sözlerini hatırlayıp yardım için onu arıyoruz. Bahattin Küçük telefonda "Çocuklar alkollüymüş, hap kullanmışlar o yüzden almıyorlar" diyor. Hayır diyoruz ". Bana öyle dediler diyor Bahattin Küçük. Sonra Göztepeli kardeşlerden biriyle Bahattin Küçük'ü konuşturuyoruz. Olmuyor problemi bir türlü çözemiyoruz. Biz konuşuyoruz kardeşlerimizle Sinirinden gülüyor telefondaki arkadaşımız. Bu akdar büyük yalan olamaz diyor. Nüfus cüzdanlarına bakıldığını İzmirli olanları direkt aldıklarını diyor ve ekliyor "Sizin yöneticiye yalan söylemiş
Sırf Göztepeli diye, sırf İzmirli diye, kardeş kardeşe maç izlemek için yanımıza gelemiyor kardeşlerimiz. Maç daha başlamadan bitiyor bizler adına. Merdivenden yukarıya çıkıyorum sonra bir polis illa ki içeri gir diye diretirken biraz da bir iki kişi daha gelir düşüncesiyle ağırdan alıyorum hareketlerimi. .......üstüme üstüme geliyor. Ya gir ya da git derken polarımdan tutuyor merdivenden aşağıya doğru itmeye çalışıyor ama direniyorum, elini itiyor, düşme tehlikesinin verdiği sinirle bağırıyorum, sonra yavaş yavaş biraz da aklımın kalmışlığıyla giriyorum çaresizce stattan içeri. Anlamsız geliyor çoğu şey. Hatta bir telefon daha geliyor ve Göztepeli arkadaşlarımıza ......tarafından bir kağıt imzalattırıldığını (fanatiklik formu), fotoğraflarının çekilip, para cezasına ve 6 ay maçlardan men cezasına çarptırıldığını öğreniyoruz. Çıldırıyoruz. Birşey yapamamanın verdiği acıyla ancak o anda elimizden "Göz Göz" çekmek geliyor, tribünden bağırıyoruz. ...... hareketleniyor. "Göz Göz" diye bağırmayacaksınız bir daha diyorlar. Dinlemiyor, yeniden çekiyoruz. ....... amirlerinden biri bir arkadaşımızı kenara çekip "Bir daha Göztepe lehine bağırırsanız hepinizi tek tek dövdürtürüm" diyor. Sonra tekrar bağırılıyor. .........geliyor kenarlara içimizden diyoruz ki tribün tabiriyle "Bunlar kilitlenmişler, bizi haşamat edecekler belli.."
Maç başlıyor. Saygı duruşu yapılıyor, Alican Atak'ın ruhuna. Karşıyaka tribünlerinden sesler geliyor tek-tük saygı duruşunda. "Bize ne sizin ölünüzden.." diyorlar. Terbiyesizlik yükseliyor İzmir semalarına. Susuyor, saygımızı bozmuyoruz. Alkışla protesto ediyoruz. Etrafıma bakıyorum saygı duruşundan sonra. Manisalı arkadaşlar, Göztepe tribününden zorla da olsa ....... sokmama gayretinden sıyrılmış arkadaşlar, Tatangalar, hep beraber Sakarya diye bağırıyoruz. Bir süre sonra gol geliyor. Bağırıyoruz. Göztepe, Manisa, Sakarya sesleriyle yıkılıyor İzmir.......gözümüzün içine bakıyor. Sanki "Haydi yanlış yapın artık.." dermişçesine yokluyorlar bizleri. Hatta bir Manisalı arkadaşı almaya kalkıyorlar, izin vermiyoruz. Göztepe atkılı bir iki kişiyi yakalıyorlar aldırmıyoruz. Mücadelemiz devam ediyor. Karşıyaka'yla maç, öyle böyle Karşıyaka tribünlerinin ve takımının beraberliğe çokça sevinmesi, bizlerin de baştan beri olan hüznünün artmasıyla bitiyor..
Bekletiyorlar bizleri maç sonu. Hafif gerginlik var hepimizin üstünde. ......... ikili diyaloglara giriyorlar azarlar gibi. Çoğumuzda herhangi birisinin yanlış bir söz söyleme, bu psikolojik baskıyı kaldıramama endişesi var. Sırf gülüyor diye bir kardeşimiz azarlanıyor. Bayanlar çıkartılıyor tribünden önce. Diyoruz ki içimizden "tamam şimdi hapı yuttuk.." psikolojik baskıya devam ediyorlar. Ya da psikolojik işkenceye. Herhangi bir olay olmaması için temkinli davranıyoruz. Sonra çıkma zamanı geliyor.
Aşağıya iniyorum. Ben indikten sonra yine sesler geliyor. Sonradan öğrendiğime göre Manisalı birkaç kişiyi daha alıyorlar kenara. Aşağıda otobüslerin yanında kardeşlerimizi beklememize izin vermiyorlar. Hemen otobüse binin diye bağırarak üstümüze geliyorlar. Diyoruz ki; "Sakaryalılar alındı. Onları bırakın öyle gidelim." Bağırılıyor, küfür ediliyor. O bırakılır merak etmeyin, siz yola çıkın deniyor. Diyoruz ki; "Onlar nasıl gelecek Sakarya'ya?", "Gelirler.." diyorlar. Dinlemiyoruz bırakılmaları için diretiyoruz. En sonunda başarıyoruz. Manisalı arkadaşlar önümüzden geçiyorlar sonra vedalaşıyoruz hızlıca
Herkes otobüslere bindikten sonra çıkıyoruz dönüş yolculuğuna. Telefonla teşekkür ediyoruz Göztepeli birkaç arkadaşımıza. "Kusura bakmayın" diyoruz. "Olmadı" diyoruz..Üzüntü had safhada, yanımızda motorlu eskortlar, başlıyor dönüşümüz Ada'ya.
Bursa'ya yaklaşıyoruz saatler sonra. Koridorda yatan Keto'nun üstüne bilmem kaçıncı kez basılmasına rağmen uyanmıyor, öyle derin uyuyor ki..Birden duruyor otobüs Akçaova rampasında. "Haydaa" diyerek iniyoruz otobüsten. Şimdi yapılır, oldu olacak derken olmuyor düzelmiyor otobüs. Gecenin bir yarısı, umulmadık bir yerde bozuk bir otobüsleyiz. Bir iki telefon ediyoruz cevap gelmiyor. Gece saat 02:00. Karşı tepede o rampada kalanların unutmayacağı ışıklandırılmış E.C.A. reklamı, içerisinde uyuyanlarıyla bozuk bir otobüs, aşağıda tamir etmeye çalışanlarıyla, ağır ağır geçen araçlarıyla dolu bir rampa ve yolda kalmışlık, yalnızlık
Sabaha kadar uyuyalım diyoruz bari kimse yardım edemiyorsa. Fakat uyumaya gidiyoruz. Aç susuz kalmış kardeşlerimizi görüyor, yardım için telefonlara sarılıyoruz yine. Yorgunuz, üşüyoruz, birilerinin yardım etmesini bekliyor ama cevap alamıyoruz her telefon çevirişimizde. Azımızda hem kontör, hem şarj kalmış. Gece karanlığında tuşları çeviriyoruz. Bir otobüs Sakarya'dan ayarlayacakken, mazot parası bulamıyoruz otobüs şöförüne. Otobüs de yan durmuş biraz yola doğru. Ateş yakıyor çocuklar gelen arabalar otobüsü görsün de çarpmasın diye. Hacıoğlu otobüsü bizden geride. Bekliyoruz biraz onu. Saatler sonra geliyor Hacıoğlu otobüsü. Biraz daha uğraşılıyor bizim otobüsle. Sabah işe yetişmesi gerekenler bari Hacıoğlu otobüsüyle gidilsin deniliyor. Bindiriliyorlar Hacıoğlu otobüsüne. Gidiyorlar biraz fazlaca kişiyle, biraz da aceleyle. Biraz sonra telefon geliyor; "Hacıoğlu otobüsü de yolda kalmış" deniyor. Bizim otobüsten o otobüse binen, o işe yetişmesi gerekenleri indirmiş şöför yoluna devam etmiş, bizden transfer olanlar da gecenin soğuğunda, işe gidemeyecek olmanın üzüntüsüyle tekrar yanımıza doğru yola çıkıyorlar. Onlar da geldikten sonra uyuyakalıyorum, üşümüşlüğüm, yalnız bırakılmışlığımız ve sinirimle..
Uyanıyorum sabah 9:00 gibi. Gün ağarmış, sırtımda ve belimde müthiş bir ağrı. Aşağıya iniyorum tamirci gelmiş uğraşılıyor otobüsle. Sonra etrafta bekleyen 70 yürekten birkaçı. Açlıktan rampa kenarındaki ormanda erik ağaçlarından dallar koparıp otobüse getirmişler. Bir de erik ararken plastik bir top bulmuşlar ormanda. Sanki futbol şehrinin çocuklarına, Tanrı'nın verdiği bir armağan gibi bulunan plastik top. Tamirci akşama kadar olmaz diyor otobüse. Telefonlara sarılıyoruz yine. Birkaç kişi de şarj var artık. Ömer Başkan'ı arıyoruz. Yakın olduğumuz Bursa Terminali'nden "Otobüs ayarlayın, beni arayın" diyor. Trafik polisi bizim için bir otobüs durduruyor terminale gidiyoruz
Bir otobüs firmasıyla Başkan Ömer Yazıcı'yı görüştürüyoruz. Anlaşıyorlar sonra. Gemlik'ten bir otobüsün bizler için yola çıktığını söylüyorlar. Bekliyoruz. Kardeşlerimize simit alıp tekrar Akçaova Rampası'nın yolunu tutuyoruz. Bizim için ayarlanan otobüsü "nihayet eve döneceğiz" diyerek beklemeye koyuluyoruz
Dakikalar geçiyor, fakat ayarlanan otobüs gelmiyor. Sonra telefon ediyoruz. Cevaba çok şaşırıyoruz. "Sizin için gelen otobüs ineğe çarptı biraz gecikecek"..Hayret ediyoruz. İnanamıyoruz. Beklerken çocuklar top oynuyorlar karşı yolda. Keto makara yapıyor bizler için. Eğlendiriyor bizleri. Tezahürat ediyoruz otobüsü beklerken. Davullar dışarıda, polarlarımızla, atkılarımızla taşın üstünde Ketolar'ın maçını izliyoruz. İçimden diyorum ki "İşte futbol aşkı..".
Futbol; bir deplasman dönüşü, rampada, yolun ortasında, aç-susuz kalmışken, sabaha karşı ormanda bulduğun plastik bir topla oynadığın bir oyun. Şimdiye kadar futbol hiç böyle tarif edilmemiştir sanırım.
Otobüs geliyor sonra. İneğe çarpmanın verdiği sağ ön tarafındaki kırığıyla, inanmamızı sağlıyor kazasına. "Geçmiş olsun" diyerek biraz da "Artık eve döneceğiz" sevinciyle biniyoruz yeni otobüsümüze. "Radyo da var hem" diye makara yapıyoruz. Polisin tavrını, maç pozisyonlarını, başımızdan geçen komik anları konuşuyor, en önde şöförü de muhabbete ortak ederek, otobüsün şarj aletiyle telefonları şarj edip sevdiklerimizin merakını da giderdip, eve doğru, yorgun ama sevdalı, 70 yürek Hami Baba ile birlikte dönüyoruz...
tatangalar.com'dan ArtWork un yazısıdır

YORUMLAR

KÖŞE YAZILARI

  • İnstagrama kayıtlı 52 milyonluk örneklem üzerinden bakarak Türkiye’de hangi takımın kaç taraftarı var? İnstagrama kayıtlı 52 milyonluk örneklem üzerinden bakarak Türkiye’de hangi takımın kaç taraftarı var?
    Written by Oguz Resat Sipahi 10 May 2020
    Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk Hangi takımın daha çok taraftarı var? Bu soru çok iç gıdıklayan bir soru biliyorum. Pazar Pazar maçlar da yok. Nereden aklıma geldi diye sorarsanız Dövletimiz sağolsun. İnstagramda Kumluca-Olimpos alanının yüce Dövletmiz tarafından 1. derece sit alanı konumund...
  • Ülkemizde 1098, dünyada 108319 kişiyi covid19 kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik... Ülkemizde 1098, dünyada 108319 kişiyi covid19 kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik...
    Written by Oguz Resat Sipahi 12 Nisan 2020
    Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk *Ülkemizde 1098, dünyada 108.319 kişiyi covid19'un kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik... *Ne mutlu bizlere değil ki ülkemiz, covid19 açısından müreffeh ülkeler düzeyini yakalama ve aşma yolunda koşar adımlar ile ilerliyor... Yine de arada iyi şeyler de var...
  • Gözyaşları... Gözyaşları...
    Written by Oguz Resat Sipahi 21 Nisan 2019
    Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk Uzun zamandır yazasım gelmiyordu ligin ilk devresinde yazacak birşey yoktu pek, ya da dünyevi dertlerden yazasım gelmedi... Ligin ikinci devresinde de yazasım gelmedi bu sefer çoğunlukla dünyevi ailevi dertlerden... Dünkü gözyaşlarına kadar... Taraftarımızın,...
  • Göztepe TEK Büyüktür. Göztepe TEK Büyüktür.
    Written by Özkan Cengiz 28 Nisan 2018
    Özkan Cengiz ozkan@ozkancengiz.net Göztepe TEK Büyüktür. Yıllar önceydi amatördeydik, takıma tribünlerin yoğun tepkisi vardı, hoca ve oyuncular fazlaca tepki alıyorlardı. O günlerin yöneticileri ile bir araya geldik. Şaşkındılar, bize nasıl profesyonel çalıştıklarını anlatıyorlardı. Video analizler...
Diğer yazılar:

Diğer başlıklar

Twitter