Henüz Radikalin spor sayfalarına transfer olmamışken, Tuğrul Eryılmazın –kuşkusuz bir onur olan!- şefkatli horgörüsü altında Radikal İkide arada sırada futbol yazıları yazarken, 27 Şubat 2000de “Bir kulüp kimindir?” sorusunun peşini kovalamıştım. Taraftarın kulüp üzerindeki iddiasını da konu etmiştim orada. İlgili kısımları aktarayım: Sn Tanıl Bora nın konumuzla ilgili yazısı icin... “Kulübe sahiplik iddiasında en tutkulu olanlar, muhakkak taraftarlardır. (…) Yönetici bıkar gider, futbolcu transfer olur, taraftar durur. Kulüp ne uzayıp ne kısalarak ehemmiyetsizlik çukurlarında da sürünse, küme de düşse, taraftar takımının arkasındadır. (…) [Öte yandan] Taraftarlar futbol kulüplerinin en şekilsiz unsurudur. Tribünde bir görünüp bir kaybolurlar, kendilerinden mâşerî vicdan gibi bahsedilir, onlar da kendilerini bilirler ama -idman basan uçbeyleri dışında- elle tutulur bir varlıkları yoktur. (…) [Oysa] Taraftar ortamı, ergen öfkelerini okşayan egemen futbol kültürünün perdesini yırtabilirse, kulüplerine sadece gıyaben değil fiilen daha fazla sahip çıkabilecek hale gelirse, emin olun çok şey demektir bu!”Geçtiğimiz yıl Avrupa’da, taraftarın “meselenin sahibi” olmaya soyunduğu çarpıcı örnekler yaşandı. Nedeni, UEFA kriterleri, TV şirketlerinin malî krizi falan derken, birçok kulübün dara düşmesi idi. Ki bunlar neticede futbol endüstrisinin “futbolun endüstri halini” abartmasından gelen problemlerdir. Ve has taraftarın günümüz futbolunda içine sindiremediği de tam budur… Lâkin işte bu örneklerde içlerine sindirememekle kalmadılar, vaziyete el koydular.En meşhur ve anıtsal örnek, kuşkusuz, anlı şanlı Fiorentina’nın başına gelen… 29 Ekim 2002 tarihli Radikal Futbolda, Kaan Bora (akrabam değil, tanışmıyorum), güzel güzel anlatmıştı, İtalya futbolunun bu abidevî kulübünün başına gelenleri. Geçen sezon 2. Lige (Seria B) düşen Fiorentinanın, “maddî kriterler açısıdan yetersiz” bulunarak iflâsı istenmişti. Kulübün sahibi olan ama menekşe ruhun asla teslim edilmediği Cecchi Gori, sıfır noktasına kadar batırmıştı koca kulübü! Bu noktada kulübü Floransalı bir ayakkabı fabrikatörü satın aldı ve sıfırdan başlandı: 4. Lige tekabül eden C2 kategorisinden. Cecchi Gori’nin borç takibatına yakalanmamak için, isim de değiştirildi: “Florentia Viola” (malûm, “Viola”, “Menekşe” demek). Bu “küllerden diriltme” kalkışması, kuşkusuz, “Menekşeler”in taraftarlarının oluşturduğu müthiş potansiyel sâyesinde gerçekleşebildi. Düşünün ki 17 bin kombine bilet satıldı, 4. ligdeki sezon öncesinde! İlk maçta 25 bin kişi, takımı ananevî şarkılarını söyleyerek karşıladı: “Oh Fiorentina, di ogni squandra ti vogliam regina” (“Ah Fiorentina, bütün takımların kraliçesi olacaksın sen”). İlk deplasmanda takıma 8 bin kişi refakat etti. “Rönesans”ın yurdunda, tam bir futbol rönesansı hikâyesi bu! Taraftarlarının tabiatıyla “Fiorentina” adıyla anmakta ısrar ettiği Florentia Viola (Türk usûlü adlandırmayla “Yeni Fiorentina”!), 3-4 yıl içinde Serie Aya geri dönmeyi hedefliyor ve bunda kesinlikle ciddi. Başlangıç gayet iyi: 18 takımlı Serie C2’de, ilk devreyi, Rimini’yle puandaş olarak lider tamamladılar. Pek o kadar bilinmeyen başka bir taze hikâye, İngiltere’den. (Malûmatı 11 Freunde Dergisinin Ekim 2002 sayısına ve Wimbledon AFCin internet sitesine borçluyuz.)Wimbledon FC, uzun yıllar, amatör bir Güneybatı Londra kulübü olarak yaşamıştı. “Mahallenin” tenisteki ününün gölgesinde neşesini bulan, mütevazı bir işçi sınıfı takımıydı. Derken, “ne eksiğimiz var?” dediler ve lig “kriterlerinin” de zorlamasıyla, 1977de işi ciddiye bindirdiler, profesyonelleştiler. Hızla yükseldiler ve 1986’da İngiliz futbolunun en üst ligine çıkmayı başardılar. İki sene sonra Wembleyde FA Cup’ı kaldırmayı bile başardılar. Gerçi yegâne başarıları bu oldu, 1999/2000’e dek tutundukları Premiership’te pek ciddiye alınmayan bir takımdılar. İngilizleri bile bıktıracak kadar “eski İngiliz” bir oyun oynuyorlardı. Gary Lineker, Wimbledon’ın maçlarına ancak teletextten bakmaya tahammül edebileceğini söylemiş bir seferinde! Öğrenci ve göçmen ağırlıklı mahallenin şen ama tezahüratta “etkisiz” seyirci kitlesi de bir başka alay konusuydu. İşte bu sakin ve “beceriksiz” taraftarlar, geçtiğimiz yaz, gayet şahsiyetli bir inisyatif göstererek ayakta alkışlanmayı hak ettiler.Mesele, kulübün taşınmasıyla başladı. Daha doğrusu, stadın taşınmasıyla… Hikâye 1990ların başına kadar geri gidiyor. Kulübün sahibi Sam Hammam, emektar stad Plough Lane in, federasyonun koyduğu kriterlere uygun bir yapıya dönüştürülemeyeceği kanısındaydı. Bunun üzerine stadın yıkılmasına karar verildi ve “çok amaçlı” stad kompleksini gerçekleştirmesi umuduyla kulüp süpermarket zinciri Safeway’s’e satıldı. Takım, bir süre, mahallî rakibi Crystal Palace ın 45 dakika uzaklıktaki stadı Selhurst Park’ta sahne aldı. Bu arada yeni stad “procesi” hep sürüncemedeydi, taraftarlar “hadi artık!” diye sokurdanıyordu. Derken yönetim, “mahallede stad yapmaya uygun yer bulunmadığını” söyleyerek, kulübü Dublin (İrlanda!) veya Cardiff e (Galler!) taşımaktan söz etmeye başladı. Taraftarlar “aman!” diye ses verdiler: “Biz iki haftada bir Selhurst Part a taşınmaya razıyız.”Sonra, kulübü 27 milyon Pounda bir Norveçli konsorsiyum satın aldı ve duyurdu ki, Wimbledon FC kulübü, Milton Keynes e taşınacaktır. Milton Keynes, 1967’de kurulmuş bir modern yerleşimdi ve Wimbledon’ın “mahallesinin” tam 115 kilometre uzağındaydı! Bu “yatakhane-kent”in müşteri potansiyeline hitap eden stad 2004’de hizmete girecek, o vakte kadar da maçlar yine orada geçici bir alanda oynanacaktı. Taraftarlar isyan ettiler. Protestolar aldı yürüdü. Mahallelinin “işçi sınıfı onuruna” dokunmuştu bu olay; kendilerinin hiç hesaba katılmamasını içlerine sindiremiyorlardı. Futbolun “Amerikan usûlü bir pazarlama nesnesine” dönüştürülmesine isyan ediyorlar ve soruyorlardı: “Milton Keynes te oynayan bir takım ne diye Wimbledon ın adını taşısın ki?”Fakat kulübün yönetiminin/sahiplerini tavrı netti: “Ya taşınma, ya iflâs.”Protestocu taraftarlar da net tavır koydular: “Biz oraya gelmiyoruz!” “Kulübümüz, yani taraftarların Wimbledon’u, bugünden itibaren ölmüştür.” Bu bildirinin yayımlandığı günün akşamında, taraftar girişimi, sadece protesto etmeyip kendi yolunu çizmeye karar verdi. Kendi Wimbledonlarını kuracaklardı. Wimbledon Association Football Club, Wimbledon AFC, ossaat doğdu. Altı hafta sonra Wimbledon AFC ilk dostluk maçına çıkarken, sefil bir kenar mahalle stadını hıncahınç dolduran 5 bin seyircisi tarafından selâmlanıyordu. Mavi-sarılı formayı giyenler arasında, 1970li yıllarda Wimbledonda oynamış bir eski topçu da vardı, Selhurst stadına gitmeyi bile reddetmiş bir kıdemli taraftar da! (Yeni-Wimbledon un oyun kurucusunun Mehmet Mehmet adını taşıdığını da not edelim!) Bir seferlik eğlence değildi bu. “Taraftarların Wimbledonu”nun, İngiltere’de 7. Lige tekabül eden Combined Countries League e katılımı sağlandı. 1500 e yakın kombine bilet satıldı. Yerel medya bu “olayı” izlemeye aldı. Potansiyeli farkeden bir küçük bilgisayar firması da kulübe sponsor oluverdi! Kiralanan (“mahalleye” yarım mil uzaklıktaki) Kingstonians Stadında her maç beş bine yakın seyirci çekiyor. Seyirci ortalamasının üç haneli rakamlarda gezdiği bu kıytırık ligde, muazzam bir rakam. Wimbledon AFC in deplasmanlarında da bine yakın taraftarın katıldığı seferler organize ediliyor. “Resmî” Wimbledon’ın 1. Lig’deki ilk maçına 2476 seyircinin geldiğini de düşünürseniz, şahâne bir intikam! “Yeni-Wimbledon”, 24 takımlı bu ligin ilk yarısı sonunda, 2. sırada bulunuyor ve terfiye doğru ilerliyor. (“Resmi” Wimbledon mı? 24 takımlı 1. Ligde 17. sırada.)Ve memleketimizden iyicene çaresiz bir örnek. 1940lardan 1960lara dek Ankara’nın en “sağlam” takımlarından Hacettepenin makûs talihi… (Bu kara baht hikâyesinin teferruatını Levent Cantek e borçlu olduğumu belirteyim.)Hacettepenin çöküşünün gerisinde, 1960lı yıllarda, bir “asayiş problemi” olarak görülen mahallesinin dağıtılması var. Mahallede istimlâklerin bittiği yıl, takım da birinci ligden düşüyor. Mahallenin “yerine” kurulan Hacettepe Hastanesinin banîsi Prof. İhsan Doğramacı “takımı bırakmayacağına, Hacettepe yi Arsenal yapacağına” söz vermiş, tabii boşuna… Maddî desteği kıt takımı yaşatan mahalle halkının dağılmasıyla, Hacettepe 3. Lige kadar düşüyor. 1980lerin ortasında kebapçı İsmet Camuzoğlu sahip çıkıyor takıma. “Hacettepe Camuzoğluspor” adını alan kulüp beş sezon uğraşıp 2. Lige çıkamayınca o da pes ediyor. Kulübü dönemin Keçiören belediye başkanı Melih Gökçek devralıyor. “Camia” once hevesleniyor. Ama Gökçek’in niyeti, kendi seçim bölgesine kolay yoldan bir takım getirmek! 1988/89 sezonunda, Hacettepenin adı akla sığmaz bir biçimde “Keçiörengücü”ne dönüştürülüyor! “Hacettepe” adının tahitne silinmesi, eski Hacettepeliler için küfür demek. Dava açıyorlar. Nice zaman sonra kazanıyorlar da… Ama Melih Gökçeke kim ne edebilir ki? Bir genel kurul toplanıyor, mahkeme kararına uyularak kulübün ismi Hacettepeye çevriliyor, ardından bir oylama daha, ismin “Keçiörengücü” olarak değiştirilmesi kararı alınıyor! Hacettepelilerin göremeyeceği, bilemeyeceği küçük bir gazetede yayınlanıyor karar ve itiraz süresiyle birlikte geçip gidiyor...Kulübün ve kendilerinin kabadayı zamanlarında Hacettepeliliğin gururunu yaşamış olan amcalar, geçmişe ve çıkarıldıkları mahallelerine duydukları özlemi yaşatmaya çalışıyorlar yine de. Hamamönünde bir kahvehanede hiç değilse bir dernekçik olarak yeniden kuruyorlar “Hacettepe”yi. Duvarlarda eski başkanların, muhterem futbolcuların resimleri… Çay-sigara… Eski Hacettepenin hatırâtını, sohbetini yaşatıyorlar, mor-beyazı gaspedenlere verip veriştiriyorlar. Orada duruyorlar, inadına.Hacettepe mor-beyazdı, Fiorentina eflâtun-beyaz… Futbolda romantizmin katledildiğinin kanıtı mıdır nedir, bu renk soyunun başına gelenler?

YORUMLAR

KÖŞE YAZILARI

  • İnstagrama kayıtlı 52 milyonluk örneklem üzerinden bakarak Türkiye’de hangi takımın kaç taraftarı var? İnstagrama kayıtlı 52 milyonluk örneklem üzerinden bakarak Türkiye’de hangi takımın kaç taraftarı var?
    Written by Oguz Resat Sipahi 10 May 2020
    Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk Hangi takımın daha çok taraftarı var? Bu soru çok iç gıdıklayan bir soru biliyorum. Pazar Pazar maçlar da yok. Nereden aklıma geldi diye sorarsanız Dövletimiz sağolsun. İnstagramda Kumluca-Olimpos alanının yüce Dövletmiz tarafından 1. derece sit alanı konumund...
  • Ülkemizde 1098, dünyada 108319 kişiyi covid19 kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik... Ülkemizde 1098, dünyada 108319 kişiyi covid19 kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik...
    Written by Oguz Resat Sipahi 12 Nisan 2020
    Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk *Ülkemizde 1098, dünyada 108.319 kişiyi covid19'un kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik... *Ne mutlu bizlere değil ki ülkemiz, covid19 açısından müreffeh ülkeler düzeyini yakalama ve aşma yolunda koşar adımlar ile ilerliyor... Yine de arada iyi şeyler de var...
  • Gözyaşları... Gözyaşları...
    Written by Oguz Resat Sipahi 21 Nisan 2019
    Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk Uzun zamandır yazasım gelmiyordu ligin ilk devresinde yazacak birşey yoktu pek, ya da dünyevi dertlerden yazasım gelmedi... Ligin ikinci devresinde de yazasım gelmedi bu sefer çoğunlukla dünyevi ailevi dertlerden... Dünkü gözyaşlarına kadar... Taraftarımızın,...
  • Göztepe TEK Büyüktür. Göztepe TEK Büyüktür.
    Written by Özkan Cengiz 28 Nisan 2018
    Özkan Cengiz ozkan@ozkancengiz.net Göztepe TEK Büyüktür. Yıllar önceydi amatördeydik, takıma tribünlerin yoğun tepkisi vardı, hoca ve oyuncular fazlaca tepki alıyorlardı. O günlerin yöneticileri ile bir araya geldik. Şaşkındılar, bize nasıl profesyonel çalıştıklarını anlatıyorlardı. Video analizler...
Diğer yazılar:

Diğer başlıklar

Twitter