
Sonra terörün terörle önlendiği bir kara bulut çöktü üstümüze ve , “Aman insanlar ölmesin” diye anayasa dahil her şeyi askıya aldık. Düşünmeyi, özgürlüğü, büyümeyi, gelişmeyi ve barışı unutup mektuplar yazdık, “Ben daha çok Atatürkçüyüm. Beni meclise alın ne olur?” diye.
O günlerde spor çok daha barışçı, çok daha uygar ve bir iki küçük olayın dışında süt liman gidiyordu bu ülkede. Sonra o baskı döneminin örgütsüzleştirdiği, depolitize bir nesil yaratıldı, kafasına vura, vura. “Sen düşünme” denildi önce, “Sen uslu çocuk ol” diye uzatıldı tehdit parmakları. Kapatıldı dernekler, partiler, demokratik örgütler. Barış isteyip imza atanlar bile çürüdü hapislerde. O zamanlar futbolu bile parmaklayıp bir Başkent ekibini şikeyle 1.Lige bile çıkarmışlardı. Ve ben o zaman, “Hepimizi Mao’nun askerleri gibi bir düzene soktular. Şimdi de sporu kullanacaklar” diye düşünüp söylemeye bile korkmuştum etrafıma. Evet sevgili okurlar o günlerde herkesin yaşadığı tek bir duygu vardı: Korku...
Ve geldik günümüze. Yirmi dört yıl boyunca yetiştirdiğimiz (Aslında beyinlerini mahkum edip, uyuşturduğumuz) nesiller şimdi Galatasaraylı, Fenerbahçeli, Karşıyakalı, Göztepeli olarak bölünüp saldırdı birbirinin üstüne. Bu ülkenin ekonomik sorunları, siyasal çıkmazları, hırsız politikacılar, hortumcu iş adamları, katiller, faili meçhul cinayetler, Cumartesi anneleri, açlık grevleri ilgilendirmedi onları. Çünkü tam yirmi dört yıldır beyinlerindeki düşünceler yok edilmiş ve “Sen maçını izle” diyerek betondan bir akvaryuma mahkum edilmiş bir nesildi onlar. Uyuşturucu, fanatizm, sokak kavgaları ve sarhoşlukla kendini gösteren, sözüm ona futbol sevgisinin cehennem savaşçılarıydı hepsi de.
Hasan Tahsinin anlatımındaki geleceği, parası ve umudu olmayan insanlardan oluşan yeni bir ordu kuruldu. İşsizlerin, güçsüzlerin, geleceksizlerin ve umutsuzların ordusu değil, işsizleştirilen, geleceksizleştirilen, mesleksizleştirilen ve umutsuzluğa mahkum bir neslin kendini terörle ifade eden evlatları onlar. Siz beslediniz, şimdi gözünüzü oyuyor.