Ahmet Talimciler
Uzun bir süreden bu yana ülkemizde futbol konuşulmaya başlandığında işin dönüp dolaşıp paraya odaklandığı ve her şeyin para üzerinden ölçüldüğü bir anlayışın herkesi adeta esir aldığını görmekteyiz. Naklen yayın gelirlerinin arttırılması, kulüplerin daha fazla paralar kazanmaları, kulüp mağazalarının cirolarını arttırmaları vb. gibi pek çok maddeyi daha listeye ekleyebiliriz. Hatta taraftarların artık kulüplerinin bütçeleri üzerinden kendilerini konumladıkları yeni bir süreç başlamıştır. Her şeyin ‘başarı’ kavramına endekslendiği ve bu doğrultuda bir ahlak anlayışının devreye sokulduğu bir ortamda değerlerin aşınması kaçınılmazdır. Gücün ve paranın konuştuğu bir dünyadan söz ediyoruz ve bu dünyada sporun-futbolun anlamı da yeniden tanımlanmaktadır. Son on yıldır devşirme sporcular üzerinden başarı elde etmeyi adeta bir spor politikası haline getiren zihniyetin son noktası erkekler tenisinin 17 numaralı ismi Bernard Tomic’in Türk yapılmasıdır. Yedi yüz elli bin dolar karşılığında dünya tenisinin ilk 20’si içinde bir Türk yer alacaktır. Onun başarıları ile gururlanacak ve spor medyasına haber olacak bir spor yapılanmasına böylece sahip olacağız.
Futbol da durum biraz daha karışık gibi gözükse de aslında son derece net: içinde bulunulan durumdan kurtulmanın yolu Süper Lig A.Ş.’nin kurulması. Ardından borçların yapılanması, naklen yayın gelirlerinin daha büyük fiyatlarla pazarlanması ve paranın katlanması. Peki ya sonra ne olacak? Hiç kimse asıl vurucu soruyu sormaya yanaşmıyor: tüm bu paralar, vergi indirimleri, şirketler, göz boyamalar, ihtişamın gözlerimizin içlerine dek sokulması kimin uğruna? Farkında mısınız hiç kimse ülkemizdeki çocuklarımızın spor yapmalarından, futbol oynayabilmelerinden, hayata sportif aktiviteleri sayesinde tutunabilmelerinden söz etmiyor. Varsa yoksa para ve para üzerinden gelecek olan iktidardan söz ediyorlar. Zirveler düzenleyip çağ atlamak, tüm sorunları çıkartılacak olan bir yasa üzerinden ya da şirketleşme ile aşacağını zanneden bir birlik var karşımızda. Hedefler ise her zaman olduğu gibi dünyanın sayılı ülkelerinden birisi olmak üzerine kurulu. Öyle bir kültürel koda sahibiz ki hangi alan olursa olsun ilk sıralarda kendimizi görmekten hiç ama hiç geri kalmıyoruz. İşin asıl çalışma kısmı geldiğinde ise ne yazık ki söylediklerimizi yerine getirmeyi beceremiyoruz. Söylem iyi ancak iş eyleme geldiğinde durum tersine dönüyor ve çabuk unutma hastalığımız devreye girip bu büyük adamları tekrar ‘büyük’ olarak hatırlamamızın zeminini tekrar oluşturuveriyor. 2020 yılında dünyanın en büyük dört liginden birisi olmayı hedefleyen ve şirketleşme sonrasında naklen yayın ihalesini 600 milyon dolara satacağını söyleyen bir kulüpler birliğimiz var. Öte yandan 2015 yılında dünyada futbol seyircisi ortalamalarında sadece 8.000 kişi ile yirmi ikinci sırada yer alıyoruz. Almanya 42.000’lik seyirci ortalaması ile birinci sıradayken Bundesliga-2’nin seyirci ortalaması bile 16.000 ile ülkemizin marka değeri göz bebeği süper ligin iki katı düzeyinde ve on ikinci sırada. Taraftarların stadyumlara gitmediği hatta sezonun ilk yarısındaki seyirci toplamının gişe hasılatı rekorları kıran Düğün Dernek Sünnet kadar bile kişiye ulaşmadığı bir lige sahibiz. Marka değeri ile yatıp kalkanların, bir markanın alıcıları olmadan nasıl ayakta kalabileceğini biraz olsun düşünmeleri gerekiyor. Ayrıca sırtını tamamen devlete dayayan bir naklen yayın ihalesinin parasal anlamda yükseliş gösterebilmesi için de rekabetin daha çetin geçeceği ve ilginin katlanacağı bir ortama ihtiyacı bulunmakta. Sporun/futbolun duygu üretme ve insanlara dokunma yanını tamamen devre dışı bırakmak demek oyunun köklerinden biraz daha kopmasına ve paranın gücünün biraz daha fazla artmasına hizmet edecektir. İngiltere Premier ligi örneğini önümüze koyanlara, bilet fiyatlarından başlayarak futbola dair atılan adımlar içerisinde oyunun asli unsuru olan taraftarlarında söz sahibi olduklarını hatırlatmak isterim. Bütün bu paralar, ülkemizdeki çocukların futbol oynamak ya da spor yapmak yerine birer izleyici haline getirilmelerinin önünü ardına kadar açıyorsa; bilin ki bindiğiniz dalı kesiyorsunuz!!!