Ahmet Talimciler-Taraf
2015 yılını geride bırakmak üzereyiz ve maalesef pek de hayırla anmayacağımız bir yıl olarak tarihin sayfalarındaki yerini alacak. Güzelliklerden çok ölümlerin damgasını vurduğu ve gerginliklerin tavan yaptığı bir yılı geride bırakıyoruz. Toplumsal tarihimize damga vurmuş isimlerin ölümleri ile eksildik. Bunun yanı sıra iki seçim arası kaybettiğimiz canlarımızla içimiz yandı. Son günlerde ise sokaklarında çocuklarının özgürce oynayamadığı bir ülke hâline geldik. Şehit cenazelerinde babalarını kaybeden çocukların vakur hâllerini izliyoruz, ölümlerin ardından verilmeye devam eden sözleri dinlemeyi sürdürüyoruz. “Kemiğe dayanan bıçak” metaforu üzerinden kaybedilen canlar, umutlar ve yarınlar. Oysa en çok o çocukların mutlu, mesut ve huzur dolu bir yaşam için kaybettiklerine ihtiyaçları vardı. Yarınlarını ellerinden almaya, onları öksüz bırakmaya hiç kimsenin hakkı yoktu.
Ölümlerin arkasından bile ortak bir paydada bulaşamadığımız günleri, ölen yurttaşlarını yuhalayan insanlarımız olduğunu gördük. Klasik “neler oluyor bize” sorusu üzerinden durum tahlilleri yapmak suretiyle yaşananların ne kadar incitici olduğunu ortaya koymaya çalıştık. Hâlbuki her geçen gün biraz daha gerilen ve biraz daha ayrışan bir coğrafyada yaşadığımızı ve siyasetin kirli dilinin zehirlediği insanlarımızın vicdanlarını da kaybetmeye başladıklarını görmezden geldik. Ölümlerin dini, etnik kökeni, milliyeti, ideolojisi olmadan kınanması gerektiği ve ölenlere saygının nişanesi olarak bir dakikalık bir duruşu bile yerine getiremedik. Kendi insanımızdan esirgediğimiz davranış tarzını, ‘gâvur’ olarak nitelediğimiz insanlara karşı gerçekleştireceğimizi beklemek de herhâlde safdillik olurdu. Benzer şekilde kendimize yapıldığında ortalığı kaldırdığımız ulusal marşa saygısızlık konusundaki ustalığımızı da yine gösterdik. Dostluk maçı olarak planlanan ve başbakanların birlikte seyrettiği karşılaşmada Yunan milli marşını protesto etmek suretiyle nerede durmak istediğimizi dünya âleme afişe ettik.
Taraftarların tribünden uzaklaşması ve boş tribünlere oynanan karşılaşmalar kimsenin umurunda bile olmadı. Nasılsa naklen yayın gelirlerimiz var diyen ve borçlanmaktan korkmayan kulüp yönetimlerimiz için taraftarların varlığı adeta “küçük birer ayrıntı” pozisyonuna indirgendi. İstenen kitlenin maçlara gelmesi yeterli görülüyordu; zaten onlar için de ülkenin dört bir yanında başlatılan stadyum hamleleri sürdürülmekteydi. Son model devlet destekli stadyumlar inşa edelim, açılışları parti mitinglerine döndürelim ve icraatlarımıza spora verdiğimiz destekler üzerinden devam edelim. Bu arada passolig öncesinden daha fazla tribün kapatma cezasının yağdırıldığı Süper Lig ve Birinci Lig’imizin olduğu gerçeğini de es geçiverelim. Denetlemenin sevilmediği ülkemizde, bu durumdan en fazla şikâyet edenlerin başında futbol kulüplerinin gelmesi hiç şaşırtıcı değildir. Kulüp yönetimlerinin sürekli olarak şikâyet mercii olarak gösterildiği, buna karşın kimsenin iktidarın gücünü bırakmak istemediği bir ülkeyiz. Borçlanmanın ve israfın Dernekler Yasası’na göre ibra edilerek üzerinin örtüldüğü bir futbol kültürüne sahibiz ve burada hiç kimse gelecekte yaşanabilecekler konusunda umutlu değil. Oysa başta futbol olmak üzere spor bu ülkenin milyonlarca çocuğu ve genci için bir umut kapısıdır. Yeni yılın bu umut iklimini besleyecek huzur, barış ve mutluluk içinde geçmesi en büyük dileğimdir. Umarım kulüplerimiz asıl gerçek işlevlerinin farkına varmak suretiyle özlerine dönerler ve ülke çocuklarının, gençlerinin yarınlara sağlıklı bir şekilde hazırlanmalarında aracılık rollerini yerine getirirler. Vicdan sahibi, merhametli, adil ve dürüst insanlara dün olduğundan çok daha fazla ihtiyacımız var. Bu insanların yetiştirilmesinde futbol/ spor dünyası yeni bir yıl ile birlikte yepyeni umutların kapılarının açılmasına vesile olmak durumundalar. Aksi takdirde gelecekte kendilerini destekleyecek kitlelerden mahrum kalma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaklar.
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.