Ahmet Talimciler-Taraf
Son üç aydır hemen hemen her gün televizyon ekranlarından verilen ölüm haberleri ile sarsılıyoruz. İnsanlarımızı kaybetmenin yanı sıra birarada yaşama irademizi de her geçen gün biraz daha yitiriyoruz. Birlik ve beraberlik laflarının ardında varolan asıl gerçeklik hiç de aydınlık bir geleceği, birlikte oluşturabilme umudunu içermiyor. Çünkü ölenlerin ardından etnik, mezhepsel kökenlerine ya da ideolojilerine bakılmak suretiyle tepkiler veriliyor. Ölenlerin ne uğruna öldükleri üzerinden gidilmek suretiyle ölmeyi hak ettiklerine kadar gidebilen son derece gayriinsani bakış açısı giderek daha fazla yandaş buluyor. Tüm bu tepkiler verilirken bu topraklarda bir zamanlar geçerli olan “ölenin arkasından kötü konuşulmaz” anlayışı bile unutuluyor. Ölümü kutsadığımızı, ölenleri bizim ölümüz ya da ötekilerin/ onların ölüleri olarak gördüğümüz için de bir türlü ölümlerin ardı arkası kesilmiyor. Adeta bir cinnet hâli yaşıyor ve yaşadığımız bu cinneti her geçen gün biraz daha fazla besliyoruz. Nefreti artıran, şiddeti besleyen dili keskinleştirdikçe ölümleri çoğaltıyor ve biraz daha insanlıktan uzaklaşıyoruz. Ne üzüntü de ne de sevinçte biraraya gelen ama söylemsel düzeyde birlik ve beraberlik edebiyatını hiç ama hiç terk etmeyen bir ülke olmaktan ne kadar gurur duysak azdır! Çözüm üretmeyen, her yaşananın ardından komplo teorileri üzerinden ülke kurtaran yurdum insanı açısından, durum gayet açıktır: yaşananların ardında bizi bölmek, birlik ve beraberliğimizi bozmak isteyen dış güçler bulunmaktadır! Ülke içinde politika üretmek için kurulan partilerin bunu yapmak ve sorumluluk almak yerine benzer komplolar üzerinden durumu idare etmeleri de işin bir başka trajikomik yönüdür.
Salı gecesi Konya’da milli maç öncesi yaşananlar buz dağının üzerindeki durumumuzu göstermesi açısından anlamlıydı. Milli marş konusunda 2005 yılındaki İsviçre milli maçında yaşadıklarımızı tekrar hatırlayalım. İsviçre’de oynanan karşılaşmanın ardından milli marşımıza yapılan saygısızlıktan başlayarak eleştirilerimizi sıralamış ve futbol tarihimizin utanç verici sayfalarından birisinin oluşmasına neden olmuştuk. Milli marşına karşı bu kadar hassas olan bir milletin aynı oranda diğer ülkelerinin marşlarına da saygı göstermesi beklenir! Ama her nedense ülkemizde gerek ulusal marşlara gerekse de ölenlerin ardından yapılan saygı duruşlarında hiç ama hiç saygı gösterilmez. Saygıyı sürekli olarak başkalarından bekleyen ama buna karşın kendisinin dışında hiç kimseye saygı duymayan bir toplumun işi her açıdan zordur! Bir dakikalık saygı gösterisini bile kendi takımının propagandasına dönüştürmekten çekinmeyen ve bunu takımı adına yaptığını zanneden milyonlarca taraftar var bu ülkede. İşin asıl dikkat çekici noktası ise tüm bunların sorumluları tribünlerdeki insanlar değiller. Çünkü gündelik hayat içerisinde yaşadıkları toplumsal ilişkilerde nasıl davranıyorlarsa tribünlere geldiklerinde de aynı tepkileri vermeyi sürdürüyorlar. Evrensel kültür, hümanizm gibi değerlerin ülke içerisinde karşılık bulmuyor, bunların yerine kendisi gibi olmayana yaşam hakkı tanımayan ya da zımni olarak yaşamasına izin veren bir kültürün yansımaları karşılık buluyor. Konya’da olanları bir kente özgü davranışlar olarak görmemeliyiz, ülkemizin pek çok kentinde benzer tepkilerin verildiğini gayet iyi biliyoruz. Futbolu yaşadığımız kötülüklerin üzerini örtebileceğini zanneden zihniyet her defasında futbolu biraz daha fazla ayrışma alanı hâline getiriyor. Ölenleri ıslıklayanlar, bir dakikalık saygıyı gösteremeyenler gibi son dakikada golü atan futbolcumuzun mezhepsel kökeni üzerinden yaşananlara yanıt verdiğini zannedenler de aynı noktada buluşuveriyorlar: ne iyi günde ne de kötü günde biraradayız. Eğer kötü günde birlikteyiz düşüncesi bu ülkede gerçek anlamda olsaydı, insanlar ölülerin milliyetine, dinsel inanışına ya da ideolojisine göre yuhalamazlar, ıslıklamazlardı.
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.