Ahmet Talimciler
Taraf
Taraftarlık, futbolun en önemli iki unsurundan bir tanesini oluşturmaktadır. Tıpkı futbolcu olmadan futbol olamayacağı gibi taraftar olmadan da olamaz! Taraftarlık bir kimlik göstereni olarak insanların hayatında büyük bir yer teşkil etmekte ve diğer insanlarla kurduğumuz bağlantılar üzerinde de etkili olmaktadır. Kendimizi nasıl tanımladığımız kadar başkalarının bizi nasıl gördüğü noktası taraftar kimliği açısından da önem taşımaktadır. Taraftarlar, gündelik hayatın koşuşturması içerisinde kendi farklılıklarını taşıyan sembolleri, kelimeleri sık sık kullanmak suretiyle durdukları yeri göstermeye çalışırlar. Bu durum karşı takım taraftarlarını kızdırmak, iddialaşmak, eğlenme boyutlarının ötesine geçtiğinde farklı bir yapı kazanır. Geçmişte her şey güllük gülistanlıktı, her ne olduysa yakın zamanda meydana geldi anlayışı, nasıl toplumsal hayatın içinde olup bitenleri anlamlandırmamıza yardımcı olamazsa futbol sahalarında olanları da açıklayamaz! Hattâ geçmişi aklamak suretiyle yaşananları normalleştiriverir.
Türkiye’de taraftarlığın toplumsal hayatımızda yaşadığımız dönüşümün etkisi ile 1980’lerin ikinci yarısından itibaren başka bir anlama büründüğünü söyleyebiliriz. Son dönemde ise hiç şüphesiz işin içerisine daha büyük paraların girmesiyle birlikte ‘mutlak surette kazanma’ duygusu dizginlerinden boşanmış bir şekilde futbol sahalarında görülür olmuştur. Arenalar olarak adlandırılan yeni stadyum düzenlemeleri ile birlikte rakip takım taraftarlarının da olmadığı ezeli rekabetler içinde taraftarlık, ‘öteki’ olanın mevcut olmadığı bir şekle büründürülmüştür. Şiddetin daha fazla hissedilir olduğu bu yeni düzenlemelerin ardından taraftarlar arasındaki küçük takılmalar, iddialaşmalar, kızdırmalar da yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştır. Hayata renk katan farklılıkları görebildiğimiz alanlardan bir tanesi olan futbol sahaları giderek karanlık bir atmosfere bürünmüştür. Kendisini kıyaslayabileceği rakip taraftar olmadığı durumlarda ev sahibi takımın taraftarları daha saldırganlaşmakta ve özellikle sözel şiddet üzerinden rakibi aşağılamayı abartmaktadır. Bu durumu sadece futbol sahalarında değil basketbol, voleybol hattâ tekerlekli basketbol karşılaşmalarında bile uygulamaktan çekinmemektedirler.
Taraftar olmanın dayanılmaz hafifliği tam da bu noktada son dönemde karşı karşıya kaldığımız olaylar üzerinden bir kez daha karşımıza çıkmaktadır. Fenerbahçe kafilesini taşıyan otobüse Trabzon’da yapılan silahlı saldırı sonrasındaki gelişmeler aslında bu durumun en uç noktasıydı. Yıllardır deplasmana gelen taraftarların kentte kaldıkları otelin önünde gürültü yapmaktan, küfürlü tezahüratlara, otobüslere yönelik yumurtalı saldırılara kadar pek çok şey zaten yaşanıyordu ve bunlar taraftar olmanın olmazsa olmazlarından görülüyordu. Aynı durum kendi takımının futbolcuları için de geçerliydi. Beklenen başarı gelmediğinde “Formaları çıkarın çıplak oynayın, Futbolcular sahtekâr” sloganları atılıyor, takım otobüsüne saldırılarda bulunuluyor ve göklere çıkartılan futbolculara sözel ve fiziksel şiddet göstermekten kaçınılmıyordu.
Futbolun medya ile bağlantısının güçlendiği ve taraftarların ekonomik birer değer olarak görüldüğü son dönem ile birlikte yeni bir slogana sahip olduk: “12. ADAM” Mikrofon uzatıldığında herkes galibiyeti onlara armağan etmekte ve onlar sayesinde başarılı olduklarını vurgulamaktadır. Bu durum hiç kuşkusuz bir yanılsama yaratmakta, taraftarlar gerçek olmayan bir kimlik içerisine sokulmakta ve böylece gururları okşanmaktadır. Olumsuz örnekler için “bir avuç kendini bilmez, x takımının taraftarları olamazlar” ifadelerinin de yine aynı kitle için kullanıldığı gerçeğini unutmayalım. Ligin sonu yaklaştıkça istenen şampiyonluğun gelmediğini gören taraftarların, kendi takımlarına yönelik saldırıları taraftarlığın olmazsa olmazı olarak gören zihniyet sayesinde benzer görüntüleri her yıl görüyoruz. Taraftarlığı, başarıya endeksli olduğu bir ülke olduğumuz için başarısızlık karşısında çılgına dönüyoruz ve taraftarlığı hafifleştirmek suretiyle işi daha da içinden çıkılmaz bir hâle büründürüyoruz. Rakipleri sevmiyoruz onlara saygı da duymuyoruz ancak kendi takımımızı da gerçekten sevmiyor ve onlara inanmıyoruz; bir başka deyişle kendimizi de sevmiyoruz!
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.