Ahmet Talimciler
Taraf
Her fırsatta dünyanın çocuk bayramına sahip tek ülkesi olmakla övünüyoruz ancak iş bu çocuklara yaşanası bir ülke/dünya bırakma aşamasına geldiğinde ne yazık ki durum tersine dönüveriyor. Türkiye İstatistik Kurumunun(TUİK) verilerine göre Türkiye nüfusu 2014 yılı sonunda 77.7 milyon iken çocuk nüfusumuz 22.8 milyon ve toplam nüfus içerisindeki oranı %29.4. TUİK’in Gelir ve Yaşam Koşulları araştırmasının verilerine göre, Türkiye’deki toplam 16 milyon 706 bin yoksul nüfusun içindeki çocuk oranı %44.3. Bölgeler arasındaki farklılık da bir hayli dikkat çekici: Güneydoğu Anadolu bölgesindeki yoksulluk içindeki çocuk nüfusunun oranı %55.8 iken bu rakam Batı Marmara bölgesinde %30.4’e düşüyor. Bir başka dikkat çekici istatistik ise cezaevine giren çocuk sayısındaki artışta kendisini gösteriyor. 2013 yılında ceza infaz kurumuna giren hükümlü sayısı 161 bin 711 iken, çocuk hükümlü sayısı 6 bin 132 oldu. Ceza infaz kurumuna giren hükümlüler arasında 12-17 yaş grubundaki çocukların 2009’daki oranı %1,5 iken, 2013 yılında %3.8’e yükseldi. Cezaevine giren çocuklarda hırsızlık %35.3 ile ilk sırada yer aldı. Hırsızlığı %14.5 ile yağma ve %11.2 ile yaralama izledi. Yaş grupları dikkate alındığında, çocuk hükümlülerin %18.5’ini 12-14 yaş grubu, %81.5’ini de 15-17 yaş grubundaki çocuklar oluşturdu.
Rakamların 23 Nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramı gününde gazetelerde yer almış olması, çocuklarımıza yaşattıklarımızın bir tokat gibi yüzümüzde patlamasıdır. Bir günlüğüne koltukları çocuklara devretme tiyatrosuna son verip çocuklarımıza gerçekten barış, sevgi ve huzur içinde yaşayabilecekleri bir ülke inşa edelim. Hamaseti, ucuz politik ayak oyunlarını ve ikiyüzlülüğü bir tarafa bırakmak suretiyle, en değerli varlıklarımız olan çocuklarımıza karşı dürüst olalım. Çocuklarımız, tıpkı yazımızın başlığında kullandığımız büyük şairimizin dediği gibi ‘rahatça şeker de yiyebilsinler’. Ya da ekmek de alabilsinler, okullarına da gidebilsinler, hepsinin ötesinde rahatça gönül ferahlığıyla oynayabilsinler. Oynayabilsinler ki oynamanın çocuk ruhlarında yarattığı etki ile birlikte hayata karşı bir duruş gerçekleştirebilmeyi öğrensinler. Çocuklar oynayarak öğrenirler ayrıca oynamanın hazzıyla birlikte hayata, dünyaya ve kendilerine dair yeni şeyleri de keşfederler. Sokakta, okulda ve evde oynayamayan çocukların sayısını her geçen gün biraz daha fazla arttırıyoruz ve ardından çocuklarımızın kendi içlerine kapanmaları, şiddete meyilli olmaları karşısında şaşırıp kalıyoruz. Enerjilerini atmayı beceremeyen, koşamayan, ellerini kullanmayı beceremeyen çocuklar yetiştirdikten sonra obezite, kalp, tansiyon, şeker ve benzeri sorunlarla boğuşan çocukların haberlerini gördüğümüzde ‘bizim zamanımızda çocuklar böyle değildi, şimdi neden böyle oldular?’ diyerek failleri dışımızda aramayı sürdürüyoruz. Ama en çok da spor/futbol tutkusunu aşılamak için onları götürdüğümüz stadyumlarda/spor salonlarında canlarını yakıyoruz. Çocuk ruhlarında kapanması güç olan travmaların açılmasına, hayatları boyunca bu müsabakalardan uzak kalmalarına yol açacak izler almalarına neden oluyoruz. 23 Nisan 2015 Perşembe günü İzmir’de Fenerbahçe ile Galatasaray kadınlar voleybol karşılaşmasına ailelerinin yanında giden çocuklarımız, kendilerini taraftar zanneden iki takıma mensup mahluklar nedeniyle en mutlu günlerinde şiddete, öfkeye, küfre maruz bırakıldılar. Hiç kimse onların minik ruhlarında yaşadıklarının hesabını veremez! Ezeli rekabetiniz de, takım sevginiz de yerin dibine batsın! Birbirinize duyduğunuz karşılıklı nefretin son kurbanı olarak çocuklarımıza kıymayın! Hayatımızın her alanında olduğu gibi spor alanında da çocuklarımıza kıyılmasına izin vermeyelim!!!