Röportaj: Fethi Aytuna

 

Çayırlıbahçe… İzmir’in bu güzide amatör kulübünü hafızası güçlü sporseverler 1980 yılında Türkiye İkinci Ligine yükselen basketbol takımıyla hatırlayacaktır. 1952 yılında kurulan kulübün Türk futbol tarihine Nevzat Güzelırmak gibi bir ismi kazandırması da gurur duyabileceği bir başka olaydır. Bu büyük ustayla sohbet etmek için Orhan Berent’le birlikte Kahramanlar semtindeki kulüp lokalinin yolunu tuttuk. Nevzat Hoca iki saat boyunca sorularımızı yanıtlayıp anılarını anlattı.

Çocukluk yıllarını ve futbola nasıl başladığını onun sözleriyle aktarıyoruz:
“1 Ocak 1942’de Kahramanlar semtinde doğdum. Ailemin kökeni Balkanlara dayanıyor, annem Üsküplü, babam Kumanovalı; Balkan Savaşı zamanında İzmir’e gelmişler. O zamanlar annem dört, babam sekiz yaşındaymış. Annemin babasını Yunan işgali zamanında Menemen’de Yunan askerleri öldürmüş. Babamı beş yaşındayken kaybettim. Annem büyük fedakârlıklara katlanarak beni büyüttü. Burası Fuarın 26 Ağustos kapısına kadar yangından kalma boş araziydi. Buradan Halk Sahasını da, Alsancak Stadını da görürdük. Hiç yerleşim yoktu o zamanlar. Burada sonradan işçi evleri yapıldı. Eskiden İzmir’in tamamı Girit’ten, Batı Trakya’dan, Makedonya’dan gelmiş insanlardan oluşuyordu.

Babamın ailesi memlekette hayvancılıkla uğraşırmış. Babam annemle evlendikten sonra celeplik yapmaya başlamış. Sık sık vapurla İstanbul’a gidip gelirmiş. Halam Çengelköy’de otururdu. Babam ölmeden on beş – yirmi gün evvel yine oraya gittiğinde bana bir lastik top getirmişti. Lastik top deyince bugünkü ince plastik toplar anlaşılmasın, bayağı kalın kauçuktan yapılmış bir toptu. Kolay kolay patlayacak cinsten değildi. Sanki babamın içine doğmuş da, ‘Oğlum ben gidiyorum, sen bunla istikbalini kazanacaksın,’ der gibi onu hediye olarak getirmiş bana. Ben senelerce o topla yattım kalktım, mahalle arasında arkadaşlarımla o topla oynadım. Bir de burada bir tenis kulübü vardı. Çocukken biz orada top toplardık. Eski Türkiye şampiyonu tenisçi Ziya Kıpkızıl vardı, o bizim büyüğümüz, abimizdi. O zaman Esin Özgener, basketçi Turhan Tezol kulübün müdavimleriydi. Topların üstündeki tüyler aşındığı zaman bize verirlerdi. Ben bütün gün o yumruk kadar toplarla oynardım. O zamanlar futbol antrenmanlarında sürekli şut çekilen bir duvar olurdu. Teniste de aynı şekilde bir duvar vardı, raketle sürekli idman yapılırdı. Rahmetli Metin Oktay Yün Mensucat’ta oynarken sürekli duvara şut çekerdi. O isabetli sağ ve sol şutlarını o idmanlara borçluydu.”





Küçük Nevzat’ın futbola olan sevgisini Yeni Asır gazetesinin, jübilesini yaptığı 1976 Ağustos ayında altı bölüm halinde yayınladığı yazı dizisinden aktaralım: “1953’lerdeydi. Fuar’da, Macar pavyonunda film gösterileri yapılıyor, folklor ve çeşitli propagandalarının yanında futbol maçlarını da gösteriyorlardı. Macarlar o günlerde futbolun en büyüğüydü. Propagandada, Londra’da İngiltere’yi 6-3 yendikleri ve Budapeşte’de 7-1 bozguna uğrattıkları maçların filmleri yer alıyordu. Her akşam yemeğinden sonra anacığımı üzme pahasına soluğu Macar pavyonunda alıyordum. Bugün bile Puşkaş’ların, Bozsik’lerin, Hidegkuti’lerin hareketleri, maçı anlatan spikerin cümleleri ezberimdedir.”

Nasıl lisanslı bir futbolcu olduğuysa aynı yazı dizisinde şöyle anlatılmış: “Ortaokulun ikinci sınıfına devam ederken Kahramanlar’da herkes onun büyük bir futbolcu olacağına inanmıştı. Semtin büyüklerinden Mahmut Lüleciler bir sonbahar günü minik futbolcuyu alıp fotoğrafçıya götürdü. Oradan da o güne dek lisanssız formasını giydiği Gençlerbirliği (şimdiki Çayırlıbahçe) kulübüne götürüp fiş doldurttu.”

1957’de lisanslı futbolcu olan bu doğuştan yetenekli çocuğun büyük bir takım tarafından keşfedilmesi fazla uzun sürmedi. Daha aradan bir yıl geçmemişti ki, şimdi yerinde kapalı yüzme havuzunun bulunduğu Halk Sahasında Göztepe B takımının Çayırlıbahçe’yle yaptığı hazırlık maçında talihi dönüverdi.

“Abbas Göçmen – o da bizim taraflıdır –  futbola karşı olağanüstü sevgisi vardı ve devamlı takımın içindeydi. Göztepe genç takımını çalıştırmış ama hayatında eşofman giymiş insan değil. Fakat grup olarak futbol oynayan çocuklara baktığı zaman cımbızla çeker gibi oradaki iyi oyuncuları bulurdu. Beni de takip ediyormuş. Göztepe sahasında amatör maçlar oynanırdı; Havagücü, Karagücü, Bucaspor, Bornova, Kadifekale gibi takımlarla maç yapardık. O gün Halk Sahasında Göztepe ile oynadığımız maçta iki gol attım. Çıkarken saha kenarında demir parmaklıklar vardı. Onun da boyu ufaktı. Ben çocukken sarışın olduğum için beni, ‘Sarı, gel bakayım buraya,’ diye çağırdı. ‘Sen Göztepe’yi sever misin?’ diye sordu. Ben Göztepe’yle birlikte bütün takımları takip ediyordum aslında. Alsancak Stadına sürekli gider, duvardan atlardık, ağaçtan maç seyrederdik; kale arkasındaki Devlet Demiryollarının bulunduğu kısımdan çıkar seyrederdik, yani büyük sevgimiz vardı futbola karşı. ‘Severim,’ diye cevap verdim. ‘O zaman yarın malzemelerini al, Göztepe sahasına gel,’ dedi. Ertesi gün bütün mahalle arkadaşlarımla birlikte sahaya gittik. O zamanlar takımda Güler ve Gürsel Aksel kardeşler, Fikri Abi, Yücel, Tuncer, Rahmi, Hakkı Abi gibi oyuncular vardı. Abbas Abi beni görünce, ‘Çabuk soyun, oyuna gir,’ diye seslendi. Onlar tam maça başlamak üzereyken Abbas Abi, ‘Durun, durun, bir çocuk geliyor,’ dedi. İsmimi yine hatırlamamıştı. Yıllar sonra rahmetli Gürsel Abi sahaya o ilk girişimi sık sık anlatırdı. ‘Karşıdan bir baktım, sapsarı bir oğlan, siyah bir şort giymiş geliyor.’ Bizim Çayırlıbahçe’nin de forma rengi sarı-kırmızıydı. ‘Seni o formayla koşarken görünce birden kanım ısındı,’ diye anlatırdı rahmetli. Onunla beraber on üç sene oynadık, on iki sene de kamplarda aynı odayı paylaştık. Nur içinde yatsın, ağabeyim yoktu ama onlar benim için birer ağabeydi. Gürsel ve Güler’in dışında Sedat Abi, Mustafa Orçinos gibi çok değerli insanlar vardı. Şevket Filibeli o dönemde kulüp başkanıydı.”





Genç Nevzat bir yandan Göztepe’de futbolunu geliştirirken bir yandan da İzmir’deki okullar arasında en kuvvetli futbol takımına sahip Namık Kemal Lisesinde okuyordu. “Ayhan’la (Elmastaşoğlu) birlikte Alsancak İlkokulunda okuduk. Sonra Namık Kemal Lisesine girdim. Oradayken genç milli takıma seçilmiştim. Lise takımında benden başka Yavru Ayhan, kaleci Ali ve Ertan vardı. Biz dört kişi sonra A milli olduk. O dönemde Namık Kemal takımını kimsenin yenme şansı yoktu.”



“Göztepe’de rahmetli Ruhi Karaduman vardı, eski oyuncumuz. Benim sırtıma ilk formayı Emin Çandarlı’yla beraber veren büyüğümüzdür. Emin Abi sol açık oynardı. Elit bir sporcuydu. Gerçek değerini bulamayan ağabeylerimizden biridir. Ruhi Abi her yerde, ‘Bu çocuk futbolcu olur,’ diye konuşuyormuş. Bunu bana sonradan Gürsel Abi anlatmıştı. ‘Bir genç milli takıma gidip geldin, zaten iyi futbolcu olacaktın ama oradan döndüğünde müthiş gelişmiştin, çok farklı döndün, kendine güvenin gelmişti,’ derdi Gürsel Abi.”

Nevzat Güzelırmak’ın Göztepe A takımında ilk kez görev aldığı 1960-61 sezonunda antrenör Andrea Kutik’ti. “Macar antrenör Kutik Beşiktaş’tan sonra bize geldi. Fakat yaşlıydı o dönemde. Adnan Süvari ilk geldiğinde hem onun yardımcısı hem tercümanı gibi görev yaptı ama bu dönem çok kısa sürdü. Kutik bir sezon çalıştırdı bizi. Göztepe’nin yavaş yavaş meydana geldiği dönemdi. Adnan Abi geldiğinde ben, Gürsel ve Çağlayan oynuyorduk. Ondan sonra süratle Nihat, Ali, Fevzi, Halil geldi. O takım yavaş yavaş basamakları çıkarak, özellikle biz vatani görevimizi yaptıktan sonraki dönemde tam kadro oluştu. Genç milli takımda beraber oynadığımız Çağlayan’ı ben yöneticilere tavsiye etmiştim, Konya’dan getirdiler. O sene genç milli takıma İzmir’den bir tek ben gitmiştim. Sonra Fevzi geldi. 62 senesinde Ali, Halil, Nihat oynamaya başladı. 64’ten sonra B. Mehmet, K. Mehmet, Ertan takıma girdi. Göztepe kendi kaliteli oyuncularını muhafaza ederken, 64-66 arası Gürsel Abi, ben, Çağlayan, Ali, Halil beşimiz de askere gittik. Bir tek Gürsel Abi yedek subay öğretmen olduğu için oynuyordu, bizimse oynama şansımız yoktu. O dönemde takım büyük sıkıntı yaşadı. O zaman Beşiktaş’tan stoper Sabahattin Abi geldi. O müdafaa olarak bizi ayakta tuttu. Ondan sonra Hüseyin, sonra da Ali İhsan geldi. İstanbul’dan gelen bu üç oyuncu Göztepe’ye büyük hizmetler yaptılar. Yabancı oyuncu olarak bir tek Danimarkalı Nielsen geldi, o da çok büyük hizmet yaptı.”

Göztepe’deki ilk yıllarında en iyi oyun sergilediği maçlardan biri 1964 Şubat ayında Alsancak’ta Beşiktaş’ı 3-2 yendikleri maçtı. “O maçta en iyi oyunlarımdan birini oynamıştım. Suat Mamat Beşiktaş’ın sağ kulvarında oynuyordu. Ben de sol kulvarda oynuyorum. Adnan Abi maçtan önce soyunma odasında enteresan bir söz söyledi. ‘Bugün Nevzat Suat’tan daha iyi oynarsa biz kazanacağız, Suat daha iyi oynarsa Beşiktaş kazanacak,’ diye konuştu. O zamana dek öyle iddialı bir cümle kullanmamıştı Adnan Abi. Maç 3-2 bitti ama böyle bir maç olmaz. Ben Özcan’a bir de gol attım.”

Göztepe’de başarılı futbolunu sürdürünce genç milli takımın ardından ümit ve A milli takım formalarını da giydi: “İstanbul, Ankara ve İzmir arasında ümitler karması maçları yapılırdı. O sene biz şampiyon olduk. Ayhan Elmastaşoğlu, Güven Önüt – kuvvetli olduğu zaman yapamayacağı hiçbir şey yoktu – gibi oyuncuların yer aldığı iyi bir kadromuz vardı. Sandro Puppo ümit milli takımına seçti beni. İngiltere’ye gittik. Özcan Arkoç, Ogün Altıparmak – henüz Karşıyaka’daydı, Candan Dumanlı, Nedim Doğan, Selim Soydan, Tugay Özçeri, Erkan Yanardağ, Talat Özkarslı gibi isimler vardı kadroda. Demek iyi oynamışız ki Bobby Moore arkamdan koşmuş, formasını çıkardı bana verdi, forma değiştirdik. Sonra Macaristan kadrosuna çağırdılar beni. A milli formayla oynadığım ilk maç oydu.”

Söz Macaristan maçından açılınca ilginç bir anısını anlatıyor: “Çocukken Beşiktaş’ı tutardım, sebebi de şu. Annem babam Balkan kökenli. Balkan Savaşlarında Beşiktaşlı futbolcular cepheye savaşmaya gitmiş. Aslında Fenerli de gitmiş, Galatasaraylı da ama o anda dağarcığıma giren bilgi bu. Beşiktaş İzmir’e maç yapmaya geldiği zaman ağacın tepesinden, duvarlardan, nereden denk gelirse stada giriyorum. Recep Adanır’ı çok beğenirdim ben, evde fotoğrafı vardı. Metin Oktay Palermo’ya gidince Galatasaray, 1962 senesinde o sırada Kasımpaşa’da oynayan Recep Abi’yi transfer etti. Süper bir form tuttu o sezon.

Macaristan’la oynamaya gidiyorduk. Uçakta Recep Abi’yle yan yana düştük. Ona bu olayı anlattım. ‘İnşallah sana da ileride seni beğenen bir futbolcuyla yan yana oynama şansı doğar,’ dedi. Çok enteresan, dünyada az rastlanan bir olaydır, çocukluk kahramanımla milli takımda yan yana oynadım. Yıllar sonra ben Bursaspor’u çalıştırırken Galatasaray’la oynadığımız bir maçımızda gözlemci olarak görev yapacaktı. Isınma koridorunda karşılaştım kendisiyle, soyunma odasına götürdüm. Nejat Biyediç, Beyhan gibi oyuncular var kadroda. Bizim çocuklara, ‘Bakın bu büyüğümüzün posteri benim çocukluğumda odamın duvarını süslerdi, isterseniz bugün kötü oynayın bakalım,’ diye espri yaptım.  Bizim çocuklar hakikaten güzel oynadılar o gün, yanlış hatırlamıyorsam Galatasaray’ı 2-1 yenmiştik.”

“İzmir’de milli takımlarda oynayıp da madalya alan ilk sporcuyum – 25 kez milli olduğum için gümüş madalya aldım. 26 yaşında bir rahatsızlık geçirdim ve sekiz ay boyunca oynayamadım. Bu yüzden daha fazla milli olma fırsatını kaçırdım. Bu da enteresan bir olaydır. Tekrar oynamaya başladığım sırada Coşkun Abi (Özarı) milli takım antrenörüydü. İzmir’de Galatasaray’la maçımız vardı. O takip ediyormuş beni, tekrar milli takıma kazandırayım diye düşünmüş. Fakat maçtan önce bunu bana söylediler, sanki biz on – on beş yaşında çocuğuz, elim ayağım kesildi. Sahada sıfır verim ve çok kötü bir oyun sergiledim. Söylemeseler belki beğenilecektim. O yüzden 26 yaşından sonra milli takımda oynayamadım.”

Nevzat Güzelırmak milli takım forması altında 1966 yılında Sovyetler Birliği’ni Moskova’da 2-0 yendiğimiz maçta unutulmaz bir oyun sergiler. “Turgay Şeren’in elli birinci maçıydı Moskova’daki maç. Ondan önce Lefter elli kez milli olmuştu. Benim kanaatime göre Lefter Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük futbolcusudur.

Turgay Abi’nin ellinci maçı Ankara’da Batı Almanya’ya 2-0 yenildiğimiz maçtı. O da Türkiye’de kaleci deyince akla gelen insanların başındadır. Jübilesine  Göztepe’den benimle birlikte Ali ve Fevzi’yi çağırmıştı. Batı Almanya maçından sonra Moskova’ya gittik. Maça yine Turgay Abi’yle başladık. Ben Ogün’e derinlemesine bir pas attım. Ogün süratli bir oyuncuydu, sağ kulvarda oynuyordu. Topu çizgiye kadar taşıyıp geri çıkardı ve Fevzi golü attı.

Sonra Turgay Abi sakatlandım diyerek çıktı, yerine bizim Ali geçti kaleye. İkinci devrenin başıydı; isimleri hiç unutmuyorum, Sabo diye bir oyuncuları vardı. Önümde bir hareket etti, yirmi pas civarı, ceza sahasının üstünde fevkalade bir şut çekti. Top doksana doğru gidiyordu, Ali o topu çıkardı. O şut gol olsa maçın seyri değişirdi. Büyük bir seyirci kitlesi önünde oynayan Sovyetler moral kazanırdı.

İkinci golü bizim Faruk Karadoğan sol kulvardan sağ iç koridoruna doğru çok uzun bir orta yaptı. Ayhan gelen topa bir çaktı, tam aksi köşeden doksana giden süper bir gol oldu. Mithatpaşa stadının soyunma odasında bir havuz vardı. Maçtan sonra oyuncular sıcak suya girsin diye yapılmış ama o havuza bir kere bile girmek nasip olmamıştı. O havuz hep dururdu öyle. Ama adamlar öyle mi? Moskova Lenin Stadında bir baktık sıcak su havuzu dolu, şortlarla atlayan atlayana, nasıl olsa 2-0 kazanmışız maçı. Bir dönem 1966’daki dünya kupasını kendi arabamızla seyretmeye gitmiştik. O sene Sovyetler Birliği dünya dördüncüsü olmuştu. Hiç unutmuyorum Lev Yaşin, o da rahmetli oldu, dünyanın en büyük kalecilerinden biriydi. Sonradan ayağını kesmişlerdi, tahminim yüksek şekeri vardı. Yaşin maçtan sonra kravatını takmış, giyinmiş kuşanmış, o dev gibi yapısıyla bizim soyunma odasına girdi. Biz hala havuzun içindeyiz. Bize Türkçe, ‘Tebrik ederim Türkler,’ dedi ve bizi alkışladı. O büyük centilmence davranışı hayatım boyunca unutmam.”

Milli takımın ardından Göztepe’nin bazı unutulmaz maçlarından bahsediyoruz. Bunların başında elbette Atletico Madrid maçı geliyor: “Atletico Madrid maçının evveliyatı var. Brezilyalı antrenörleri İzmir’de oynadığımız Anvers maçına gelip izlemiş. Belçika’daki ilk maçı kazanmıştık. O akşam rahmetli Mazhar Zorlu’nun Bergama restoranında kokteyl vardı. Necmi Tanyolaç, Halit Kıvanç gibi İstanbul’un bütün üstatları maça geldi, daha doğrusu Göztepe onların İzmir’e gelmesini sağladı. Adam Madrid’e dönünce bütün gördüklerini anlatmış. Orada 2-0 mağlup olduk. Döndük, Efes otelinde kamptayız. Onlar tur atlamayı garanti gördüler herhalde, özel uçakla ve eşleriyle birlikte geldiler. Efes’in salonuna girerlerken her taraf insan seli, ‘Göztepe’ sesleriyle yıkılıyor ortalık; adamlar bembeyaz oldular. ‘Biz bunları yarın eleyeceğiz,’ dedim. Atletico Madrid maçı deyince ilk akla gelen isim bizim Halil. Olmayacak bir noktadan penaltı golünü attı, olmayacak bir mesafeden de üçüncü golü attı. Hepimiz güzel oynadık ama hafızalarda kalan bizim Halil oldu.”


Göztepe’nin iki kez Türkiye Kupasını kazanmasına karşılık neden lig şampiyonu olamadığını sorduğumuzda şunları söylüyor: “Burada yönetimin acemiliği söz konusu, teknik adam istediği kadar iyi olsun. Adnan Abi büyük antrenördü ama demek ki onun da eksikliği varmış. Gelelim futbolculara, onların da hiçbiri bir şampiyonluk yaşamamış ki. Ayrıca bizim dışımızda dört tane İzmir takımı vardı, bunların üç tanesi kesin küme düşmeme mücadelesi içinde olurdu. Sahaya çıktığımız zaman karşımızda oynayan kişiler arkadaşlarımız. Yalvarma yakarma hep oluyordu. Biz her maça yenmek için çıkıyoruz ama böyle olduğu zaman elimiz kolumuz bağlanıyordu. Yine bir İzmir takımıyla oynuyoruz, rakibimizin durumu kritik. Bir şut çektim, top kaleye doğru gidiyor. Gol olacak diye neredeyse kalbim duracaktı. Top üst direğe vurup auta çıktı da rahat bir nefes aldım. Sahada oynamayan insan bu psikolojiyi bilemez.”



O yıllarda herkesin dilinde dolaşan “İngiliz” lakabını nasıl aldığını şöyle anlatıyor: “Çok sevip saydığım Göztepeli yöneticilerden David Franko vardı. Bir maçta uzun bir top atmışım, tribünde ayağa kalkmış, ‘Hey yavrum, aynı İngiliz gibi!’ diye bağırmış. Rahmetli Abbas Göçmen de bana ‘Macar’ derdi ama ‘İngiliz’ lakabı yürüdü gitti.”

İzmir futbolunun geçmişteki parlak günlerini sorduğumuzda ilginç bir duruma dikkat çekiyor: “İzmir’den beş takım vardı Birinci Ligde. İstanbul takımları geldiği zaman öyle elini kolunu sallayarak çıkamazdı buradan. İstanbul medyasını eskiden İzmir’e çekerdik. Şükrü Gülesin, İslam Çupi, Necmi Tanyolaç, Namık Sevik gibi isimler Göztepe’nin maçlarını takip ederdi. Biz getirtiyorduk onları İzmir’e. Şimdi İstanbul İzmir’den kurtulduğu için rahat. O zaman böyle rahat değillerdi.”


Yetmişli yılların ortalarında Göztepe’nin şaşaalı günleri geride kalmış, efsane kadronun birçok oyuncusu futbolu bırakmış ya da takımdan ayrılmıştır. Nevzat Güzelırmak bu kadronun son temsilcisi, son büyük kaptan olarak 1974-75 sezonuna kadar futbol oynamayı sürdürür ve olgunluk döneminde de büyük takımların canını yakmayı sürdürür. “Son senemde burada Atatürk Stadında Beşiktaş’ı 2-0 yendik.

Metin Türel Beşiktaş’ın antrenörüydü, bana sonradan anlatmıştı. O zaman Beşiktaş’ta Kahraman diye bir oyuncu vardı. Ona, ‘Nevzat’a yakın markaj uygula,’demiş. O da hocasına, ‘Nevzat Abi 34-35 yaşında oldu, markaj altına alıp ne yapacağız,’ diye karşılık vermiş. Kahraman bu uyarıyı yeterince ciddiye almayınca ben de salladım pasları, böylece Beşiktaş’ı 2-0 yendik.”


1974-75 sezonu Göztepe’nin gelecekte yaşayacağı çöküşün habercisi gibidir. Takım ligde kalmayı İzmir’de Samsunspor’la 1-1 berabere kaldığı son maçta sağlayabilir. Nevzat Güzelırmak o maçın devre arasında artık futbolu bırakma zamanının geldiğine karar verir. Ardından teknik direktörlük günleri gelir: “O zamanki statüde 25 kez milli takımda oynayanlar C kursunu atlayıp otomatik olarak B kursundan başlıyordu. Ordu milli takımından hocam olan Doğan Andaç’a ‘ben hakkımı kullanmayıp en başından başlamak istiyorum’ dedim. Nitekim C kursundan başladım ve başarılı oldum. Bana, Sanlı’ya ve Eskişehirsporlu Nihat’a genç ve amatör milli takım çalıştırıcılığını teklif ettiler. O zaman Metin Türel A milli takımı çalıştırıyordu. Sanlı pek sıcak bakmadı. Ben Candan Dumanlı’yla birlikte genç milli takımda görev yaptım. Üç dönem, A kursunu bitirinceye kadar bu böyle sürdü. Ondan sonra yirmi üç sene süren antrenörlük hayatımız başladı. İlk çalıştırdığım takım İkinci Ligdeki Antalyaspor’du. O sezon Kocaelispor şampiyon oldu, çok kaliteli bir takımı vardı. Güvenç Kurtar o zaman oynuyordu, biz ikinci bitirdik. Bursaspor ve Kayserispor’u üç dönem, Denizlispor’u iki dönem çalıştırdım. Bolu’da iki sene hizmet verdim. Sarıyer’i çalıştırdım. Sonra dışarıda çalışmaktan yorulunca İzmir’e döndüm. Göztepe’de, Altay’da, Karşıyaka’da birer senelik hizmetim oldu. En son 1997-98 sezonunda Kuşadası’nı çalıştırdım.”



Kuşadası’nı çalıştırdığı sırada Türk futboluna büyük bir yıldızı kazandırmayı başarır Nevzat Hoca: “Menajerlik yapan bir tanıdığımın daveti üzerine kulüp ve belediye başkanı Engin Berberoğlu ile Almanya’ya gittik. Münih Türkgücü takımının antrenmanı vardı. Bir çocuk dikkatimi çekti, kim bu diye sordum. Adı İlhan Mansız dediler. Altı ay Gençlerbirliği’nde oynamış, beğenilmeyince Almanya’ya geri dönmüş.  Ertesi gün kaldığımız otele çağırdık konuşmaya. Babasıyla beraber geldi görüşmeye. Başkan babasıyla konuştu, anlaştı. İlhan bildiğiniz gibi ondan sonra hızla yükseldi.”
Fakat ilk keşfettiği yıldız İlhan Mansız değildir: “Boluspor’a teknik direktör olduktan sonra Rıdvan ve Sercan’ı Muğla’dan transfer ettik. Rıdvan geldiğinde 48 kiloydu. Seminerlerde karşılaştığımız zaman bana, ‘Hocam sen o halimle bana nasıl şans verdin?’ diye sorardı.”

Nevzat Hoca’yla konuşurken zaman su gibi akıp geçmişti. Sohbetten sonra bize kulüp lokalindeki fotoğrafları gösterdi. Bayram Dinsel, Özer Yurteri gibi milli takım forması giymiş büyük oyuncuların yanı sıra saf futbol aşkıyla amatör takımların formasını terletmiş pek çok insanın fotoğrafları asılıydı duvarlarda. Çocukluğunun geçtiği semtten, ilk kez formasını giydiği kulübünden ve arkadaşlarından kopmayan bu vefakâr ustayla vedalaşıp Alsancak sokaklarına çıktık. Doğma büyüme Alsancaklı olan Orhan Berent için kuşkusuz bu buluşma daha özel bir anlam ifade ediyordu. Bense gazetelerin spor sayfalarında resimlerini gördüğüm, radyoda maçlarını dinlediğim çocukluğumun kahramanlarından birini görmenin bahtiyarlığını yaşıyordum.

 

 

http://dinyakoskrampon.blogspot.com.tr/

YORUMLAR

KÖŞE YAZILARI

  • İnstagrama kayıtlı 52 milyonluk örneklem üzerinden bakarak Türkiye’de hangi takımın kaç taraftarı var? İnstagrama kayıtlı 52 milyonluk örneklem üzerinden bakarak Türkiye’de hangi takımın kaç taraftarı var?
    Written by Oguz Resat Sipahi 10 May 2020
    Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk Hangi takımın daha çok taraftarı var? Bu soru çok iç gıdıklayan bir soru biliyorum. Pazar Pazar maçlar da yok. Nereden aklıma geldi diye sorarsanız Dövletimiz sağolsun. İnstagramda Kumluca-Olimpos alanının yüce Dövletmiz tarafından 1. derece sit alanı konumund...
  • Ülkemizde 1098, dünyada 108319 kişiyi covid19 kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik... Ülkemizde 1098, dünyada 108319 kişiyi covid19 kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik...
    Written by Oguz Resat Sipahi 12 Nisan 2020
    Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk *Ülkemizde 1098, dünyada 108.319 kişiyi covid19'un kanlı ve mukuslu kırbacı ile kaybettik... *Ne mutlu bizlere değil ki ülkemiz, covid19 açısından müreffeh ülkeler düzeyini yakalama ve aşma yolunda koşar adımlar ile ilerliyor... Yine de arada iyi şeyler de var...
  • Gözyaşları... Gözyaşları...
    Written by Oguz Resat Sipahi 21 Nisan 2019
    Oğuz Reşat Sipahi http://www.sipahi.tk Uzun zamandır yazasım gelmiyordu ligin ilk devresinde yazacak birşey yoktu pek, ya da dünyevi dertlerden yazasım gelmedi... Ligin ikinci devresinde de yazasım gelmedi bu sefer çoğunlukla dünyevi ailevi dertlerden... Dünkü gözyaşlarına kadar... Taraftarımızın,...
  • Göztepe TEK Büyüktür. Göztepe TEK Büyüktür.
    Written by Özkan Cengiz 28 Nisan 2018
    Özkan Cengiz ozkan@ozkancengiz.net Göztepe TEK Büyüktür. Yıllar önceydi amatördeydik, takıma tribünlerin yoğun tepkisi vardı, hoca ve oyuncular fazlaca tepki alıyorlardı. O günlerin yöneticileri ile bir araya geldik. Şaşkındılar, bize nasıl profesyonel çalıştıklarını anlatıyorlardı. Video analizler...
Diğer yazılar:

Diğer başlıklar

Twitter