Bahri Altıntabak - İzmir'in Altın Çocuğu
Bahri Altıntabak genç yaşta oynamaya başladığı Göztepe’de parlayınca o yıllarda rekor sayılabilecek bir transfer ücretiyle Galatasaray’a gitti. Fakat İzmir’den gittikten sonra İstanbul’da kalan futbolcuların aksine o yüksek öğrenim yapmak uğruna tekrar şehrine döndü ve futbolu İzmir’de bıraktı. İşte Bahri Altıntabak’ın yaşam öyküsü:
“1938’de Yunanistan’ın Gümülcine şehrinde doğdum. 1945 yılında İstanbul üzerinden İzmir’e geldik ve Bornova’ya yerleştik. Üç kardeştik. Bir ağabeyim ve bir ablam vardı. İlkokulu Bornova’da okudum. Sonra İzmir Atatürk Lisesine girdim. Top oynamaya mahalle arasında başladım. Babam işçiydi, ağabeyim de çalışmak için liseyi bırakmak zorunda kalmıştı. Ailemizin maddi durumu iyi değildi. Babam ayakkabılarım eskiyecek diye top oynamama kızardı. Daha sonra Bornova Gençlik takımında oynamaya başladım.”
“Lisenin ardından 1955-56’da Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesine girdim. O yıllarda Göztepe’nin kendi lokal takımları arasında yapmış olduğu ligler vardı. Üniversitede okurken bazı arkadaşlarım bu takımlarda oynuyordu. Onların aracılığıyla son şampiyonluk maçına beni çıkardılar. O maçı 3-2 kazandık, üç golü de ben attım. Maçlar zaten Göztepe sahasında oynanıyordu. O maçtan sonra beni hemen Göztepe kadrosuna aldılar. O sırada Bornova formasıyla amatör ligde de gol kralıydım.”
“Göztepe’de oynarken babama, ‘Okul takımında oynuyorum,’ diyordum. Ama bir gün Altay’la bir maçımız vardı. Maçı 2-1 kazandık. Ertesi gün gazeteler yarım sayfa benim resmimi koymuşlar, altına da ‘Bahri 2 Altay 1’ yazmışlar. Hatta bir golü doğrudan kornerden atmıştım. Gazeteyi ağabeyime göstermişler. Çok şaşırmış tabii, haberi yok. Beni çalıştığı yere götürdü. Oradakiler beni görünce büyük tezahürat yaptılar, omuzlara filan aldılar. Bir tantana koptu. Ağabeyim, ‘Yahu ben bunlarla dört-beş senedir beraberim, beni tanıyan yok, seni nereden tanıyorlar?’ diye sordu. Tabii futbol oynadığım öyle meydana çıktı. Spora meraklı bir ağabeyimiz vardı, o da bana destek verdi. Onun da ikna etmesiyle mutlaka okulu bitirmek şartıyla ailemden izin aldım.”
Göztepe'deki ilk günler.
“Takıma girdiğim sırada Göztepe forvetinde benimle birlikte Güler, Gürsel, Rahmi ve Fikri vardı. Beni sol açığa aldılar. Ama ben geriye dönük sol haf gibi oynuyordum. Dolayısıyla dört forvet gibi oynanıyordu. Yani iki-dört-dört gibi bir diziliş vardı. Ben hem sol haf hem sol açık oynuyordum. Hocamız Ruhi Karaduman’dı. Sonra Alman bir hoca gelmişti. Türkçe telaffuzu kötü olduğu için forveti, ‘Gulaa, Gursaal, Fikii, Ramii, Bariii,’ diye sayardı. Göztepe’nin o zamanki yöneticilerinden Zeki Çırpıcı kuyumcuydu, Şakir Sözügür Konak taksinin sahibiydi, Ahmet Sevil, Sevil mağazalarının sahibiydi.”
Böylece 1956-57 sezonundan itibaren Göztepe forması giyen Bahri Altıntabak önce İzmir mahalli profesyonel liginde mücadele ettikten sonra 1959’da başlayan Milli Ligin ilk iki sezonunda da Göztepe formasıyla oynadı: “İlk üç sene Göztepe’de cüzi paralara oynadık. Dördüncü sene rahmetli Gürsel, ‘Kulüpte para yok, parasız mukavele imzalayalım,’ dedi. O zaman iki sene parasız mukavele imzaladık. Fakat ben, ‘İzmir dışından transfer teklifi gelirse bana bedava bonservis vereceksiniz,’ demiştim. Nitekim bir sene sonra beni Galatasaray istedi. Bizi çalıştıran Reha Eken beni Galatasaray’a tavsiye etmiş. ‘Bir adam var, gidin bakın, hiç kaçırmayın alın,’ demiş. Bana sonradan söylemişti. Sonra Gündüz Kılıç gelip bir maçımızı seyretmiş. Bunu sonradan Coşkun Özarı’dan dinlemiştim. Maçtan önce ona benim için şöyle oynuyor, böyle oynuyor diye övücü şekilde anlatmışlar. Maçtan sonra gazeteciler, ‘Bahri’yi alıyor musunuz?’ diye sormuşlar. Gündüz Kılıç, ‘Daha çok genç, biraz pişsin. Ondan sonra düşünürüz,’ demiş. Fakat içeriye girer girmez Coşkun Abi’ye, ‘Hemen alın bunu, hiç kaçırmayın,’ demiş. Metin, Turgay ve Kamil okula geldiler, beni yaka paça alıp götürdüler.”
“Göztepe önce vermeyiz dedi. Fakat ben ısrar edince transferim gerçekleşti. Fakat benden sağlanan transfer ücretiyle Göztepe kulübü UEFA kupasında başarı kazanmasını sağlayan on sekiz tane futbolcuyu aldı. O zaman kulübe yaklaşık 3.200.000 lira para vermişlerdi. Ben de 130.000 lira civarında bir rakam aldım. O zaman aldığım parayla bir ev değil en azından üç-dört tane daire rahat alınırdı. Nitekim Galatasaray’dan aldığım parayla Bornova’da bir arsa alıp bir ev inşa ettirmiştik. Göztepe’ye ilk gittiğimde ilk sene hiçbir şey vermemişlerdi. Bir sene sonra 6.000 lira almıştım. 200 lira veya 300 lira bir maaş alıyorduk. Fakat rahmetli babamın o zamanki maaşı 200 liraydı. Ben Bornova’da oynarken her hafta gol atıyorum, başarılı oynuyorum diye bana her maç ayrıca 30-40 lira prim veriyorlardı. Göztepe’de oynarken amatör olduğum için her maçtan sonra bana bir paket hediye getirirlerdi.”
Böylece 1960’da Galatasaray’a gittim ve 1967’ye kadar oynadım. O arada hep sol haf oynuyordum. Fakat zaman zaman da Ergun’un önünde kesici santrhaf gibi oynuyordum. Bir ara Ergun sakatlanınca ben santrhaf oynadım. Herhalde başarılı olduk ki devamlı olarak ben oynamaya başladım. İzmir’den giden dört beş kişi vardık. Fakat takımda direkt oynayan ilk bendim, benden sonra da Yavru Ayhan oldu. Hatta Metin Oktay Palermo’ya gittiğinde ben santrfor olarak oynadım. O sene neredeyse gol kralı olmak üzereydim. Son maçta Ankara Demirspor-Ankaragücü galiba, ikisi anlaşmışlar. Maç 3-3 bitti. Fikri Elma gol kralı oldu. Ben ikinci olmuştum. Metin dönünce sol iç oynadı, ben santrfor oynadım.”
“Galatasaray’a gittiğim zaman benim gibi bekâr oyuncular için Etiler’de bir ev tutmuşlardı. Etiler o zaman daha çok yeni bir yerleşimdi. En fazla on sıra ev vardı. Bir hayli yeşil saha vardı, bütün Boğaz’a hakimdi. Orada bir tür kamp hayatı yaşadık. Ev arkadaşlarım Cenap ve Ayhan’dı. Zaman zaman Erol kalırdı. Aile evi gibi bir yerdi. Bir buçuk sene kadar orada kaldıktan sonra ben Şişli’de kendime ev tuttum. Evlenince Bahçelievler’e yerleştim. İdmanları Ali Sami Yen stadında yapıyorduk. Onun yanında küçük bir sahamız daha vardı. Hatta orayı Gündüz Kılıç zaman zaman ıslatırdı. Bayağı bir çamur olurdu. Hem ayağımız kuvvetlensin hem top kullanma tekniğimiz gelişsin diye o çamur havuzu içinde maç yapardık. O zamanın iptidai şartları içinde böyle antrenman teknikleri kullanıyorduk. Cumartesi-Pazar ve bazen Çarşamba maç olurdu. Geriye kalan dört günde en az iki idman yapardık. Sahalar da kötüydü. Hollanda’da PSV ile maç yapacaktık. Sahaya bir çıktık, yemyeşil halı gibi. Takımda on sekiz kişi varsa en az on beş kişi kalecilik yapıyor! Herkes çimlere filan atlıyor, o kadar zevk duymuştuk. Sonradan bizim Ali Sami Yen stadı, Dolmabahçe stadı da çimlendi ama maç oynandıkça ortası kelleşiyordu.”
“Galatasaray’da oynarken her sene mutlaka Avrupa kupalarında yer alırdık. İsviçre’nin Zürih takımıyla eşleşmiştik. Orada çok kötü iki gol yedik ve yenildik. Dolmabahçe’de 2-0 yendik. Üçüncü maç Roma’da oynandı. 2-1 galip durumdaydık. Maçın son saniyeleri bir frikik oldu. Ondan evvel bir pozisyonda Uğur sol açıktan topu getirmişti. Bir pas verse bomboş kale, ben kaleciyle karşı karşıyaydım. Yüzde doksan gol olurdu. Gol atamasam bile avuta atardım, maç biterdi. Uğur şut atınca top kalecinin dizine çarpıp santraya kadar gitti. Oradan devam eden pozisyonda faul oldu. Adamlar topu hemen dikip vurdular. Turgay yumruğa çıktı ama vuramadı. Top çizgiyi bir karış geçti ve gol oldu. Hakem bitiş düdüğünü çaldı, santra bile yapılmadı. Maç 2-2 bitti. O zaman yazı tura atışı yapılıyordu. Atışı kaybettik. Hakem parayı attığı zaman tura geldiği belliydi, paranın üstünde at resmi vardı. Kadri hemen atladı, biz kazanmışız gibi ‘Caballero! Caballero!’ diyerek parayı aldı ama hakem kanmadı. O maçı hiç unutmam. Unutamadığım bir başka olay da şu, bir Fener maçında şut attılar. Top benim kalçama çarpınca yön değiştirdi ve gol oldu. Turgay, ‘Ne yaptın’ diye bana kızdı. On – on beş dakika kadar sonra bir korner atacaktık. Ben de gittim ve kafaya çıktım, gol oldu. Üstelik bu galibiyet golüydü. O maçtan sonra yurt dışından gelen bir takımla özel maç yapmıştık. O sırada İstanbul’a bir sirk gelmişti. Onun bir yıldızı kupayı verecekti. O zaman Turgay kaptan olarak beni çıkartmıştı, ben de kupayı almıştım.”
“Üç defa milli oldum. Yaklaşık on sene boyunca milli takıma devamlı çağrıldım ama o kadro pek bozulmuyordu. Hem o zamanlar sene içinde yapılan maç sayısı çok azdı. B milli takım için Moda’da yaklaşık on sekiz gün kamp yaptık. O sırada İran şahı hastalanmış. Sabah uçağa binmemize iki saat kala haber geldi ve maçlar iptal edildi. A milli takımda sol bek oynuyordum, orada rakibim Basri’ydi. Ankara’da İskoçya ile oynamıştık. O maçta ben kadrodaydım. Sandro Puppo kadroyu ilan etti, ben vardım. Formayı o zaman bize bir gece evvelden veriyorlardı. Ben yastığın altına koydum formayı. Gece on buçuk civarı Basri geldi ve formayı istedi. Biz tabii daha küçüğüz, o ağabeyimiz sayılır. Verdim formayı gitti. Hemen kaptan Turgay’a gidip durumu bildirdim. ‘Alsın boş ver, sabahleyin verir,’ dedi. Sabahleyin kahvaltıdan sonra toplandık. Sandro Puppo kadroyu okudu, ben yokum. Ben durumu söyleyince, ‘Beş dakika, sonra sen oynuyor,’ dedi. Maç başladı, beş dakika on dakika derken maç bitti. Ben kenarda oturdum kaldım tabii.”
Bahri Altıntabak o yıllarda futbolcuların korkulu rüyası olan menisküs sakatlığı yaşamamış ama bir maçta ciddi bir tehlike atlatmış: “Ankara’da Ankaragücü- Galatasaray Türkiye Kupası maçı yapıyorduk. Maç 0-0 devam ediyordu. Bitmesine on beş – yirmi dakika kalmıştı. Bir pozisyon oldu. Karambolde çıktım kafayı vurdum, düştüm. Top belime geldi. O sırada kalktım, dizimle vurdum topa, gol oldu. Ama o arada tam benim boşuma bir tekme geldi, kıvrıldım kaldım. Maç yaklaşık beş-altı dakika durdu. Kendime geldim, maçı bitirdik. Maçtan sonra devamlı bir ağrı. İstanbul’a döndüğümüzde beni rahmetli Ali Uras’a götürdüler. Yapılan kontrolde böbrek kanaması geçirdiğim meydana çıktı. Yaklaşık on beş yirmi günlük yoğun tedaviyle ameliyatsız atlattım.”
Bahri Altıntabak Galatasaray’da başarılı performansını sürdürmesine rağmen üniversite eğitimini tamamlamak amacıyla İzmir’e döndü ve 1967-68 sezonundan itibaren Altınordu’da oynamaya başladı: “Üniversiteye iki sene ara vermiştim çünkü imtihanlara hiç giremedim. O zaman Galatasaray yönetim kurulunun üç defa toplantısına girdim. ‘Sana izin veriyoruz. Git okulunu bitir, gel,’ dediler. Ben de ‘o zaman beni kiralık olarak verin ki, ben de sezon içinde oynamış olayım,’ dedim. Ama bu teklifimi kabul etmediler. ‘Ne zaman dönersen takımda yerin var,’ dediler. Fakat üçüncü toplantıya girdiğimde Altınordu’ya gitmemi kabul ettiler. İki sene orada santrhaf olarak oynadım. Fakat iki sene sonunda dönmek istediğimde bu sefer Altınordu bırakmadı. İki sene daha o şekilde oynadım.”
“Altınordu’ya ilk geldiğim sene 120.000 lira almıştım. Başkan Candoğan Sakaoğlu’ydu. ‘Okulu bitirdiğin an ben sana bonservisini vereceğim,’ demişti. Fakat ben okulu bitirdiğimde Candoğan Sakaoğlu başkanlıktan ayrılmıştı. O ayrılınca hiçbir yönetici bonservisimi vermedi. Üç sene boyunca Galatasaray bana geri dön çağrısı yaptı ama yöneticiler yüksek transfer ücreti istedi. Dolayısıyla transfer gerçekleşmedi. Beşinci senede Altınordu bırakmamakta ısrar edince ben futbolu bıraktım. Yoksa üç-dört sene daha rahat oynardım. Bıraktığımda otuz üç yaşındaydım ama zorlanmazdım. Altmış yaşına kadar kilom hiç değişmedi.”
Altınordu'nun gençlerini çalıştırdığı sırada bir idmanda.
“Altınordu’da iyi bir dönem yaşadık. Bir ara puan cetvelinde dördüncülüğe kadar çıktık. Ben hem takım kaptanlığı, hem antrenör yardımcılığı yaptım. Hatta takım bazı yerlere giderken ben ilgilenirdim. O yüzden ismim “baba”ya çıkmıştı. Diğer oyuncular yaşça benden küçük olduğu için bana “baba” diyorlardı. Futbolu bıraktıktan sonra antrenör kursuna gittim ve diplomayı aldım ama antrenörlük yapmadım. Kısa bir müddet Altınordu’nun gençlerini çalıştırdım. Ankara’dan ve Adana’dan teklifler gelmişti ama İzmir’den ayrılmayı düşünmedim. Futbolu bırakınca yaklaşık bir buçuk sene gazetecilik yaptım.”
Bahri Altıntabak futbolu bıraktıktan sonra Türk Hava Yollarına girdi. Kendi ifadesiyle memuriyetten başlayıp havaalanı istasyon başmüdürlüğüne kadar yükseldi. İzmir Çiğli’de başladığı görevine Adnan Menderes havaalanında devam etti. Uzun bir süre Almanya’nın çeşitli kentlerinde görev yaptıktan sonra Dalaman havaalanı müdürlüğü yaptı. Yirmi beş sene görev yaptıktan sonra Türk Hava Yollarından emekli oldu.
Kaynak: http://dinyakoskrampon.blogspot.com.tr