Dünyanın en çok izlenen sporu, insan hayatını kurtaracak kadar güçlü olabilir mi?
Albert Einstein, atomu parçacıklarına ayırdığında bilim adına harika bir buluş yapmıştı. Fakat atom fiziği kitaplarının en güzel sayfalarında yerini almak yerine, tarihe “Amerika’nın yaptığı nükleer bombanın temelini oluşturan mucit” olarak tarihe geçti. Elbette Einstein ve zekâsı tarihte hak ettiği yeri zamanla aldı fakat atom bombası daima onun en önemli çalışmasına yapışan bir kara leke olarak kaldı.
Futbolu bu noktada Einstein’a benzetmek, futbol adına yapılacak en güzel benzetmelerden birisi olabilir. Çünkü insanlar futbol adına tribün dehşetinden, hayatını kaybedenlerden ya da harcanan astronomik rakamlardan burun kıvırarak bahsederken, dünya üzerinde futbolun sağladığı sosyal, ekonomik ve kültürel gücü görmezden geliyor. Peki, nasıl oluyor da futbol kimisi için cehenneme gidecek kadar günahkâr, kimisi içinse şükran duyulacak kadar muzaffer olabiliyor?
İngiliz işçilerden, Hint kadınlara…
Daima anlatılan bir hikâye olarak futbolun doğuşu, Sanayi Devrimi’nin ilk dumanlarının atıldığı İngiltere’de gerçekleşmiş. Fabrikalarda çalışan işçi kesim için bu oyun, o dönemde eşi bulunmayacak kadar harika bir eğlence hâline gelmiş, ardından da kurumsallaşmış. Futbolun sosyal gücü işte tam da buraya, onu doğuran bu ihtiyaca dayanır.
Tarihin ilk fabrika işçileri, günde 20 saat çalışmak zorundaydı. Bu koşullar altında futbola ayırdıkları zaman onlar adına bir sosyal aktiviteden çok daha fazlasıydı. Bütün hafta süren yoğun çalışma temposundan bir kaçış görevi görüyordu ve işçilerin birçoğu futbolcu olmayı seçmişti. Ardından geçen 120 yıllık süreçte futbolun sosyal gücü aslında hiç değişmedi. Modern dünya düzeninde insanlar, destekledikleri takımın hafta sonu oynayacağı tek bir maç için gün sayarken hissettikleri, 120 yıl öncesiyle tıpatıp aynı. Fakat futbolun gücü bununla sınırlı değil. Örneğin; Almanya’da bir madende çalışan Dortmund taraftarı için çalışma hayatından bir an olsun kaçış görevi görebilir. Fakat kıtalarca ötede, örneğin Hindistan’da, Filistin’de ya da Katalonya’da bundan çok daha fazlası…
En büyük sosyal-kulüp örneği olarak: Barcelona
Barcelona, sosyokültürel açıdan futbol kulüpleri arasında en etkin rolü üstleniyor. Elbette bunda uzun yıllar boyunca Katalan halkın özerkliğini savunarak, bir anlamda sosyal-kulüp profili çizmelerinin etkisi çok büyük. Fakat üstlendikleri sosyal görevler bununla sınırlı değil.
Uzun bir süre boyunca forma reklamı almayı reddeden ve ilk forma reklamını UNICEF’ten alan Barça, 2006’dan bu yana bu organizasyona düzenli olarak yardım ediyor. Lionel Messi’nin bu bağlamda UNICEF’in yardım kampanyalarına katıldığını da düşünürsek Birleşmiş Milletler, UNICEF adına en büyük yardımı İspanyol devinden alıyor.
Fakat bu örnek bile Barcelona’nın sosyal gücünü tanımlamak için yeterli değil. Uzun bir dönemdir aralarında kanlı sürtüşmeler bulunan İsrail ve Filistin’deki “barış sürecine destek” amacıyla bu iki ülkede kamp dönemi geçirerek iki ülkeden çocukların bulunduğu müsabakalar düzenleyen Barcelona; birçok siyasinin, güçlü ülkenin veya uluslararası barış örgütlerinin üstlendiğinin çok daha fazlasını “sadece bir futbol kulübü” olarak üstlendi.
Tüm bu girişimlerin yanında, geçtiğimiz günlerde Santos maçına Down Sendromlu Anna Vives’in font tasarımlı formalarıyla çıkan Katalanlar, ona maddi olarak destek olmanın yanında futbolcularla bir araya gelmesini ve sosyal hayatta bir rol üstlenmesini sağlayarak örnek olunması gereken bir projeye daha imza attı. Peki futbol, daha geniş kitleler adına neler sağlayabilir? Bu oyun, bir ülkedeki sağlık sorunlarını ya da mesela ahlâksızlığı ortadan kaldırabilir mi?
Futbol sağlık sorunlarını ve ahlâksızlığı nasıl yendi?
Futboldan bahsederken, insanlar bu uğurda ölen taraftarları öne sürerek futbolun bir cinayet olduğu düşüncesini geliştirirler. Fakat insan öldürmek, ancak bunu düşünebilecek kadar hastalıklı bir beynin ürünüdür. Bunu futbol özeline yayarak ondan nefret edemezsiniz. Bu oyun insanları öldürmez, aksine onları yaşama bağlar!
Dünya Kupası, futbolun en geniş kitlelere ulaştığı organizasyon. Dört senede bir düzenlenir ve milyar dolarlık yatırımlar yapılır. Günümüzde birçok insan bunun maddi bir kayıptan fazlası olmadığını düşünse de; Almanya, 2006 Dünya Kupası sayesinde tam 44 vatandaşını ölümden döndürdü!
Bir intiharın ana sebebi olarak kişinin yaşadığı psikolojik sorunlar gösterilir. İntihar eden ya da etmeyi başaramayan insanların tümünde bu bulgulara rastlanır ve gerekçeleri “Hayatın artık yaşanmaz bir hâl almış oluşu”dur. Fakat futbol turnuvaları düzenlendiği dönemde insanlar intihar etmek istemiyor! 2006 Dünya Kupası esnasında Almanya’ya onlarca farklı ülkeden ziyaretçi geldi, bu da büyük bir sosyal etkileşim demekti. Etkileşim de içine kapanık bir insan için onu hayata döndürecek yegâne şey. Almanlar, Dünya Kupası’nı kazanamadı ama sıradan bir yıla oranla intihar etmesi muhtemel 44 vatandaş, ülkelerinde böylesi bir eğlence varken ölmeyi tercih etmedi (Simon Kuper & Stefan Szymanski: Futbolun Şifreleri). Dahası, “alkolizm” dışında tüm hastalıklarda büyük oranda bir azalma görüldü. Sizce “katil bir spor” bunu yapabilir miydi?
Almanya’nın gelişmiş bir ülke olduğunu ve bunu sıradan gördüğünüzü düşünüyorsanız bundan dört yıl sonrasına, 2010’da Güney Afrika’da düzenlenen Dünya Kupası’na bir göz atmanızda fayda var.
Bildiğiniz gibi Afrika; dünya üzerinde açlığın ve suç oranının en yüksek olduğu ülke. Fakat FIFA, Afrika’ya Dünya Kupası organizasyonunu verirken tüm bunları göz önüne alıp buna bir fayda sağlamak adına burayı seçmişti (elbette Avrupa ile arasındaki saat farkı gibi başka etkenler de vardı). Turnuva sonunda Afrika, ülkeye döviz bırakan binlerce insanın yanı sıra çok daha önemli bir şey kazandı. Turnuva sonrası açıklanan rakamlara göre o yıl Afrika’da, özellikle o dönemde suç oranı ortalaması toplamda yüzde 8,6’lık bir düşüş yaşamıştı; bir önceki yıldan tam yüzde 60 daha azdı ve sadece 194 dava Adalet Bakanlığı’na ulaştı (BBC analisti Alan Hansen, Güney Afrika Adalet Bakanlığı). Bu toplumsal bilinci “katil bir spor” sağlayabilir miydi? Dahası, Afrika’da stat yapımlarından turnuva esnasındaki görevlilere kadar büyük bir istihdam sağlanmıştı. Yokluk çeken bir ülke için bunlar harika şeylerdi. Her şey bir yana, Afrikalılar milyonlarca kilometre ötede kendilerinden kilometrekarelerce küçük bir ülke olan İngiltere Premier Ligi’ni “biraz futbol” umuduyla seyrederken, futbolu kendi topraklarında görmüştü. Bu, yıllarca beklenen bir kavuşmaydı.
Futbol, Hindistan’a kadın-erkek eşitliğini nasıl getirdi?
Hindistan’da kadınların sosyal yaşantısı daha çok sahip oldukları 10’a yakın çocuğa göz kulak olmakla sınırlıydı. Bu da büyük bir eşitsizliği beraberinde getiriyordu. Dünyanın en büyük ikinci nüfusuna sahip ülkenin milyonlarca kadını, evinde oturmak zorundaydı. Fakat bu böyle devam etmeyecekti…
Hindistan’da erkekler adına en popüler spor kriket, futbola olan ilgiyi oldukça azaltıyor. Fakat Hindistan, dünyanın en büyük sporuna dair yeni bir umuda sahip: Kadınlar!
Şu anda FIFA klasmanında 51’inci sırada bulunan Hindistan Kadın Milli Takımı’nın oyuncuları, FIFA’ya verdikleri röportajda şöyle diyorlar:
“Futbolu seviyoruz. Futbol oynamak çok eğlenceli, bazen erkeklerle birlikte bile oynuyoruz. Onları yenebiliyoruz!”
Hindistan’da futbol adına en büyük umut ise Müslüman kadınlar. Ülkedeki kadın futbolu konusunda gönüllü çalışmalar yürüten Sara Pilot, Müslüman ailelerin kadın futboluna yönelmemelerinin sebebini ailelerin, özellikle ağabey ve babaların kızlar üzerinde dini konularda yaptığı baskılar olarak gösterse de, gerekli görüşmelerle birlikte son dönemde bu tür ailelerden de olumlu sonuçlar aldıklarını ifade ediyor. Üstelik kadın futboluna dair en önemli kazançlardan birisi de, genç Hint kızların tüm bu eğlenceye rağmen eğitime dair planlarını en üst seviyede tutmaları. Takımın en yetenekli oyuncusu olarak görülen ve Real Madrid’den teklif atan Tanvi Bhargava, Futbol Mundial programında o dönemi şöyle özetliyor:
Hollanda Kadın Futbol Takımı’nı 1-0’la geçerek geleceğe dair umut saçan Hint kadınlar için futbolun, sosyal yaşantılarında şimdiden çok büyük bir yer ettiği aşikâr. Okullarda kızlar futbola yönlendiriliyor. Dahası; Hindistan, geleceğe dair en büyük gücü olan nüfus gücünü futbol konusunda ciddi bir şekilde kullanmak konusunda oldukça istekli. Bu da kadınlara daha fazla imkân ve sosyal statü sunuyor. Futbol, hâl-i hazırda dünyanın en büyük sosyal gücü konumunda ve onu yorumlayabilmek adına öncelikle ona dair tüm gerçekleri ortaya dökmek gerekiyor. Elbette dünya üzerindeki tüm düzensizliklere çözüm olabilecek kadar güçlü değil. Fakat bir Filistinli çocuğun yüzünü güldürmek, bir Hint kadına toplumda yer sağlamak ya da kimsesiz çocuklar için fon oluşturmak bile yapılabilecek en güzel şeylerden sadece birkaçı. Bu yüzden futbola “katil” sıfatını yapıştırmak, ona dair en büyük haksızlık olacak; zira dünya üzerinde yaşama dair inancını futbolla kazanan o kadar çok farklı insan var ki…
Kaynak: Fourfourtwo / Şahin Ateş / Ağustos 2013