kaYNAK: http://caylakhaber.com/bu-sese-kulak-ver-1/
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Talimciler ile Taksim Gezi Parkı ile başlayan ve ardından bütün Türkiye’ye yayılan direniş hareketleri üzerine gerçekleştirilen söyleşi...
Gezi Parkı direnişçilerinin çoğunluğunun gençlerden oluştuğunu görüyoruz. Sosyolojik olarak bu durumu nasıl okuyorsunuz, bununla ilgili neler söylemek isterseniz?
Gazi Park’ı direnişi konusunda önce şuradan başlamak lazım; bugüne kadar Türkiye Cumhuriyet tarihi boyunca gerçekleşmemiş olan bir sosyolojik hareket var aslında. Yani bugüne kadar bizim alışkın olduğumuz siyasal hareketlerden çok daha farklı çok daha sosyolojik temelleri olan bir harekete karşı karşıyayız bu birincisi. Bir ikincisi bu hareketi gerçekleştirenlerin büyük çoğunluğu yaşları, yaş grubu, yaş kuşağı itibariyle son derece genç bir kitle olması; alışıldık, eski bilindik tekniklerin, bu hareketini yorumlama konusunda yetersiz kaldığını ortaya koyuyor ve bu kitle ile eski anlayışın, eski siyasal argümanlar üzerinden konuşmanın hiçbir yararı yoktur. Çünkü bu kitle son derece zeki, son derece yaratıcı ve bambaşka bir talepler üzerinden kendini var eden bir kitledir.
Ve burada baktığımız zaman en önemli nokta tıpkı, bu kuşağın en önemli özelliklerinden bir tanesi özgür yaşama isteği ve kendi hayat tarzını herhangi birinin, ister babalarının, ister başbakanın, ister hocalarının vs. kim olursa olsun müdahale etmemesini istemeleri. Böyle bir anlayışları var. Burada kendi hayat tarzlarını kendileri belirlemek istediklerini açık açık dile getiriyorlar. Yani, nasıl yaşayacakları, ne içip içmeyecekleri, kaç çocuk yapıp yapmayacakları, hayatlarını nasıl sürdürüp sürdürmeyecekleri tamamen kendilerini ilgilendirdiğini ve bunlar üzerinden bambaşka bir dünya algısına sahip olduklarını ortaya koymaktadırlar. Böyle olduğu içinde bu yapı önce bir ağaç üzerinden başladı ama baktığınızda ağaçlar artık semboller olarak bir yerde durmasına rağmen bambaşka bir yere doğru gitmeye başladı. Ve bunun içerisinde toplumun farklı farklı katmanlarının, farklı farklı düşüncelere sahip insanların olduğunu görüyorsunuz.
Siz Gezi Parkı’nı gördünüz mü? Gördüyseniz orada olan kitle hakkında neler söyleyebilirsiniz? Burada ve Türkiye’nin birçok yerinde direnişe destek veren insanların taleplerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben Perşembe günü Gezi Parkı’nı dolaştım. İstiklal Caddesi’nde bulundum. Habertürk programı için gitmiştim. Gezi Parkı’nda son derece bir festival havası vardı. Yani oradaki gençlerin, eğlenmeleri, coşmaları, yaşamaları, birbiriyle konuşmaları son festival havası içerisinde yaşanıyordu ve burada hiç de Başbakan’ın söylediği gibi, yasa dışı örgütler, ya da başka grupların olmadığını hatta bizzat İstiklal Caddesi’nde 1500-2000 kişilik bir grup geliyordu. Başlarında “Faşizme karşı omuz omuza” diye bağırtmaya çalışanlar olmasına rağmen büyük bir kitle bağırmıyordu. Yani ellerinde “bedenime dokunma” gibi çeşitli yazılar taşıyan gruplar vardı. Ve buraya baktığınız zaman da bu kitleden çıkarak birden bire Türkiye’de aslında sorunuzla bağlantılı tekrar döndüğümüzde şunu görüyoruz; Türkiye’de son yıllar içerisinde özellikle son 4-5 yıl içerisinde kutuplaşma giderek artıyor. Bu kutuplaşmanın artması insanların kendi içerisinde giderek kendini öteki hissetmesine, ötekileşmesine yol açan uygulamalarla karşı karşıya bıraktı.
Her ne kadar Başbakan bunun böyle olmadığını söylese de kullandığı ifadeler, jargon giderek insanlar tarafından böyle algılanmaya başlandı. İnsanlar içki konusunda, 4+4+4 konusunda, diğer bütün uygulamalar konusunda bunu hissetmeye başladılar ki, asıl problem de buradadır zaten. Yani, işin ağaç mevzusu ya da oraya yapılacak olan Topçu Kışlası boyutu belli bir yerden sonra giderek “burası benim kentim, burası benim alanım, burası benim mekanım, buraya sen benden habersiz dokunamazsın, benden habersiz şekillendiremezsin”e dönmeye başladı.
Ve ilginç bir şekilde baktığınızda orada öyle farklı gruplar var ki, bunlardan bir tanesi de örneğin benim ilgimi çeken taraftar grupları. Taraftarlar da işin içerisinde, bu işte önemli bir yerde duruyorlar. Aslında bütün bu yapı karşımıza şöyle bir ortam çıkartmaya başladı, bir taraftan polisin gazı, toması, su sıkması, güç kullanması var. Ama karşı tarafta da asimetrik bir mücadele taktiği var. Yani doğrudan bir mücadele olmadığı için polis de ne yapacağını kestiremiyor. Karşısındaki kitle bundan önce mücadele ettiği kitleler gibi bir kitle değil. Daha önce mücadele ettiği kitleler, doğrudan doğruya temas haline gelip bitiriliyordu. Ama böyle bir kitle değil şu andaki. Yani daha yaratıcı sloganlar üreten, hatta o sloganlar üzerinden örgütlendiği için de uluslar arası bir boyut kazandığı bir kitle var karşımızda. Daha önceki kitleler daha dar, daha yerel, daha sınırlı ölçekler içerisinde mücadele ederken daha keskin bir söylem içerisindeyken, bu kitle bunların hiç birine uymayan ve uluslararası destek de bulabilen bambaşka bir yapıdır. Bu yapıyı herkes, neden böyle, ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Ama neden böyle olduğunun anlaşılması için yeni bir dile ihtiyacımız var. Bu arkadaşların en güzel şekilde ortaya koydukları da budur.
Hala Başbakanın söylemlerinde o eski vurguları, eski anlayışlar söz konusudur. Bunlarla, bu yapıyı ikna edebilmek ya da bu yapıyı eylemden vazgeçirebilmek mümkün değildir. Başbakanın ve etrafındakilerin bunu görmesi gerekmektedir. Burada başka bir yapının olduğunu görmeleri gerekir.
Seksen sonrası kuşak için apolitik gençlik tanımlamaları yapılıyordu, bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Burada mesela şu vardır; apolitik dediğimiz bu kuşak kendi içerisinde bambaşka bir politik mesaj verdi. Ama bu mesaj içerisinde dediğimiz gibi o alışıldık keskin, kesin çevreleri belli olan yapı değil, özellikle özgürlükler üzerinden yürüyerek kendini ifade etme tarzı ile net bir mesaj verildi. Baktığınızda burada en temelde farklı farklı kitleleri bir arada buluşturan ortak bir payda üzerinden yürüyen bir hareket söz konusudur. İlginç olan da bu hareketin bir liderinin olmamasıdır. Bu hareketin kesin sınırlar içerisinde, bir yönlendirici yönetici kitlesi yok. Her ne kadar Taksim Platformu dense de bu olay Taksim Platformunu da kat be kat aşmış vaziyettedir.
Gezi Parkı direnişleri çerçevesinde taraftar gruplarının aldığı siyasal tavır hakkında neler düşünüyorsunuz?
Benim daha evvel yaptığım şöyle bir tespit var, bugün Türkiye’de en örgütlü kitlesel eylem hareketleri taraftar gruplarından çıkar. Çünkü taraftar gruplarının ortak bir aidiyet ve kimlik etrafında hızlı bir şekilde bir topluluğu bir araya getirebilme gücü pek çok örgütten çok daha yüksektir. Yani, hızla geniş bir kitleyi bir araya toplayabilme şansları var. Çünkü ortak bir aidiyet, forma, sembol üzerinden bir araya toplayabilirler. Bunun örneğini 3 Temmuz sonrasında Fenerbahçe’de yaşadık. Başka örneklerde de yaşadık. Şimdi işin böyle bir boyutu var bir; ikincisi taraftarlar biz zannediyoruz ki bu toplumsal hayatın bir parçası değil, çünkü futbol bize hep ideolojilerden bağımsız bir bütünmüş gibi gösterildi. Halbuki futbolun kendisi de bir ideolojik argüman olarak ortadadır. Örneğin Türkiye’de hep şu vurgu yapılır; Simon Kuper’ın futbolla ilgili bir kitabında “Futbol asla sadece futbol değildir” der. Öyledir, çünkü futbol küçük, hayat büyüktür. Futbol karşılaşmasının ardından yeniden medya aracılığı ile 90 dakikalar yaratılır. Baktığınızda futbol taraftarları sözüne ettiğimiz kitleyle örtüşen genç bir kitledir. Yani, futbol taraftar gruplarının içerisindeki önemli bir kesim aslında birebir Gezi Parkı’nda yer alan elektronik medyayı, sosyal medyayı çok iyi kullanan kitle gibi futbolun bu genç kitlesi de dünyayı ve ülkesinde olup bitenleri sosyal medya üzerinden çok iyi şekilde takip edebiliyor. Zaten uzun bir zamandır mücadeleler artık alanlarda değil, daha çok klavye başında gerçekleştirmektedir. Bu açıdan da örtüşmektedirler.
Bir diğeri, özellikle var olan yapı içerisinde stadyumların da dizayn edilmesi fikri var. Bunun da farkındalar. En son stadyum ve üniversitelere polis görevlendirme meselesi taraftarlarında dikkatini çekmiştir. Böyle bir yapılanma içerisinde dönüp dolaşıp bütün problemin taraftarlarmış gibi gösterilmesinden taraftarlarda rahatsız. Bunların başında Çarşı Grubu gelir. Çarşı Grubu’nun kendisi zaten, daha kuruluş anından bu yana bütün eylemlilik süreçlerinden baktığınızda, diğer taraftar gruplarından farklı bir konumda duran ve onlardan çok daha farklı mesajları toplumsal hayata sürekli veren bir kitledir. Günün anlam ve önemine binaen, yeri geldiğinde ırkçılığa da dur diyen, yeri geldiğinde kandil mesajları da veren, yeri geldiğinde içinde bulunanlar duruma karşı olduğunu belirten bir gruptur.
Böyle bir yapısı içerisinde ilginç şeyler yaşandı. Bu uygulamalar bize şunu gösterdi, bir arada bulunmayan kitleler bu olaylarda beraber bir araya geldiler. Ben Karşıyaka’da geçen hafta Perşembe günü 40-50 kişilik kızlı-erkekli yaşları, 15-20 arasında değişen bir gruba rastladım. Çarşının ortasında, bildik taraftar jargonunu kullanıyor, öbür taraftan da bir tarafın elinde Göztepe, bir tarafın elinde Karşıyaka atkıları var. Aynı çarşı üzerinde 20 gün önce Göztepe küme düştükten sonra, Göztepe’nin ruhuna lokma döktürülmüştü. Şimdi baktığımızda yan yana İzmir’de de İstanbul’da da eylemler gerçekleştirebiliyorlar.
Böyle bir ortamın oluşmasının temelinde yatan sosyolojik nedenleri nelerdir?
Bunun nedenine gelirsek, Gezi Parkı’na kesilen ağaçlar bu işin sembolik boyutudur. Öbür tarafında ise tamamen “Benim özgürlük alanım” anlayışıdır. Benim yaşam alanıma dokunmayın, kendi hayatımla ilgili konulara ben karar veririm. “Bu yeni kuşağın en önemli özelliklerinden birisi budur. Ve şunun da farkındalar, Gezi Parkı üzerinden başlayan bu tartışma dönüp dolaşıp diğer alanlara da sirayet ediyor. Yani Gezi Parkı, bir sembol olarak duruyor. Yani Gezi Parkı, bir sembol olarak duruyor, Gezi Parkı’ndan ziyade taraftarların bu işin içerisine girmesi, buna bu kadar sahip çıkması, kitleyle çok yakından irtibat içinde olma durumu var. Oyunlarına dönük müdahalelerin de farkında olmalarının da etkisi var.
Farklı taleplerin bu olayla artış göstermesi asıl istenilenin içeriğini boşaltmıyor mu?
Hayır. Asıl istenilen şeyin içeriğini boşaltmıyor. Şu olmaktadır, bundan sonra buna benzer eylemleri çok sık görme ihtimalini doğurmaktadır. Bundan sonra karşı karşıya kalınan sorunlarda bu olay aslında bir rol modeli haline dönüşmektedir. Başka türlü gelişmeye başlamıştır. Gezi Parkı’ndan çıkıp, İstanbul, İzmir, Ankara ve yurdun her yerine yansımaya başladı.
Burada eylemlere katılan kendini var etmeye çalışan kitle geçmişte çoğunlukla hiçbir siyasal düşünceye, ideolojiye çok yakından temas etmeyen bir kitledir. Böyle de bir farklılıkları var. Bir diğer ilginç boyut ise eylemlere ilk kez katıldıkları için eylemlerde nasıl davranacaklarını bilmeyen bir kitle ile karşı karşıyayız.
Gelişmekte olan bir ülke olduğumuz için dış kuvvetlerin bize karşı komplolar kurdukları gibi söylentiler sıkça medya da ve Başbakan tarafından da dillendirmektedir. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Bu söylemler hep vardı ve hep var olacak ancak artık insanlar bunları benimsemiyor. Bu düşünceyi benimseyen insanlar hala var olabilir. Bu sürecin en önemli etkilerinden biri şu olmuştur; medyayı çok yakından ilgilendiren bir süreç yaşandı. Artık özellikle gazetelere olanın ilginin bundan sonra iyice azalacağını düşünüyorum. Televizyonlar da aynı şekilde. Artık insanlar sosyal medya üzerinden daha fazla haber kaynaklarına daha rahat ulaşabildiklerini düşündükleri için oraya daha fazla yönelecektir. Çünkü ne yazık ki Türkiye’de medya çok kötü bir sınav verdi. Burada emekçileri kastetmiyorum, medyanın tepe yönetim kitlesi hükümet yanlısı bir anlayış olayları görmezden geldi.
Roboski olaylarında medyanın tavrı ile bugün Gezi Parkı olayları arasındaki tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Roboski olayları ile Gezi Parkı olaylarının medyadaki sunumu arasında farklılık var. Roboski gibi olaylar içerisinde görmezden geldiğinde ya da bazıları üzerini örttüğünde geniş kitleler belki bundan haberdar olmadı. Ancak Gezi Parkı olaylarında bu kadar geniş bir kitlesellik sosyal medya üzerinden insanlara ulaşmaya başlayınca bu sefer insanlar şunu düşünmeye başladı, “Ben kendi ülkemde, kendi şehrimde olan bitenden haber almak için yurt dışında ki kanallara bakacaksam o zaman ne yapayım bu kuralları” insanlarda böyle bir düşünce görülmeye başlandı.
Roboski’de tek bir yerde olan bir olay vardı. Gezi Parkı’nda ise Türkiye’nin çeşitli kentlerinde olan olaylar var ve bu olaylarla ilgili insanların haber alacakları bir gazete, TV kanalı yok. Başka dış kanallardan bunu görmek insanların canını acıttı ve kızgınlığını arttırdı.
Taksim Gezi Parkı olaylarıyla direnişte bulunanların her kesimden, her düşünceden olması ve gruplar arasında hiçbir çatışmanın yaşanmadan birliğin sağlanması, Türkiye’deki toplumsal çatışma halini kırıyor olabilir mi?
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganını düşüncesini ortaya koyan kitlelerin her birinin de bu jargonu sahiplendikleri için kullandıklarını zannetmiyorum. Yeni modern hayat, kentli olma, laik olma adı altında Mustafa Kemal’e vurgu yapmanın da onların hayatında onların kafasında etkisi olduğunu düşünebilir. Burada doğrudan doğruya Mustafa Kemal’in askeri olarak gösterme, Cumhuriyet mitinglerinde olduğu gibi bir anlayış olduğunu da zannetmiyorum. Çünkü medyada bir grup yorumcu, bir grup yazar, doğrudan doğruya olan biteni Cumhuriyet mitingleriyle eşleştirmeye çalıştı. Sanki bu hareketler, Cumhuriyet mitingleriyle benzer hareketlermiş ve aynı tarzda örgütleniyormuş gibi hava oluşturmaya çalıştılar ki öyle bir şey yoktur.
Bu kadar eleştiri getiren kitlenin tamamının gidip sorsanız hepsinin AKP’nin gitmesi gibi bir düşüncenin olduğunu da sanmıyorum. Bunu isteseler bile, isteme şekillerinin bir darbe yapılması yoluyla olacağını zannetmiyorum. Böyle bir anlayışa sahip değiller. Çünkü bu kuşak 70-80 kuşağından farklı yetişti. Bir açıdan daha fazla pohpohlanarak yetiştirildi. Böyle büyüyen bir nesil bir anda her şeye karışan bir yapıyla karşılaşma hayatın gerçekleriyle karşılaşınca özsaygılarına dayanarak böyle bir kitle haline gelmiştir.
Bu nesil, birbirilerini belli bir şeyin içerisine sokabiliyorlar, bu çok önemlidir. Eskiden olduğu gibi düşünce tartışmaları olmakta, ancak hemen yatışmaktadır. Bu durumda farklı ve alışılmadıktır.
Bu eylemlilik ve direniş ortamı bundan sonra oluşabilecek eylemlilikleri şekillendirmede nasıl bir etkisi olabilir?
Bundan sonra artık bu kuşağı gündeme almadan bu kuşağın dileklerini muhatap almadan siyaset yapmanın mümkün olmadığını artık kitlelerin görmesi gerekecek. Bu kuşak ilerleyen aşamalar başka bir yere doğru gidecek. İkincisi, bu kuşak sayesinde Türkiye farklı bir dil, eylemlilik türü öğrenmeye başladı. Bundan sonrasını daha yakından etkileyecek. Bu yapıyı ve bu gençlerin kullandığı dili sayesinde klasik fosil siyaset tipi giderek tasfiye olacak. Başka bir aşamaya doğru gidilecek, bu çok açıktır.
‘Devlet baba’ imgesinden ‘kanka devlet’ anlayışının dile getirilmesi bile Türkiye’de çok farklı bir boyuttur.
Toplum mühendisliği meselesi aslında ne kadar tehlikeli olduğu ve “her şeyi ben belirlerim”in, “ben yaparım” anlayışının aslında içinde bulunduğumuz dönemde mümkün de olmadığını görüyoruz. Çünkü geçmişte belki buna uygun koşullar varken bugün bu kadar teknolojinin geliştiği, bu kadar insanların dünyayla entegrasyonun gerçekleştirildiği bir kuşak üzerinde bunu yapabilmek mümkün değildir. Biz şöyle algılıyoruz; sanki bu kitle her biri yekpare bir bütün ve bunlar solcular, ulusalcılar, İslamcılar olarak ayrılmakta. Ancak böyle değildir. Burada her biri kendi içinde beraber olan bir kitle var. Her birinin ön plana aldığı kendi özgürlükleridir. Burası çok önemlidir. Bu kitle iyi yaşamak istiyor. Ancak iyi yaşarken de özgür olmak istiyor. Kararlarını kendi vermek istiyor. Kararlarını bir başkası tarafından verilmesini kabul etmiyor.
Artık Türkiye’deki demokratik zihinsel yapının da değişmesinin belki de tohumları bu şekilde atılmış olacak. Türkiye’de bundan sonra siyasetle uğraşacak olan siyasetçilerin kısır çıkar ilişkileri üzerinden siyaset yapmak yerine gerçekten hak ve özgürlükleri genişletecek tahammüller, hoşgörüyü farklı kitleleri bir arada tutabilecek, insanların nasıl davrandığını, nasıl yaşadığını, nasıl inandığını değil de tamamen insan olduğunu, asıl vurgunun buraya yapılması gerekir.
İnsan unsurunu ön plana almadığınız sürece, diliyle, diniyle, cinsiyle, ırkıyla, ne yiyip ne içtiğini kaç çocuk yaptığıyla uğraştığınız andan itibaren bu yapı değişmeye başlıyor.
Türkiye’de ilk kez kentlerde, gençler tarafından böyle bir durumun ortaya çıkması aslında çok önemli bir gösterge. Türkiye’de kentli büyük çoğunluğu, eğitimli, dil bilen, sosyal hayatın içerisinde olan ve dünyayla entegrasyon süreci içerisinde olan bit kitleyle karşı karşıyayız. Bu kitle artık bize başka şeylerin de ortaya konabileceğini göstermeye başladı. Yani başka bir siyasal dilinde mümkün olabileceğini başka bir yaşam biçiminin de mümkün olabileceğini ortaya koyuyor ki bu bizim için çok önemli. Çünkü anti-demokratik yapılarda şiddeti bastırmak vardır. Yani şiddeti mümkün olduğunca bastırmak yok etmek değil daha barışçıl bir ortam üzerinden yaşamı sağlamak yoktur.
Bu kitle ise başka bir dünyanın da mümkün olabileceğini, kullandığı bu anlayışla ortaya koymaya başlıyor ki bu Türkiye için çok yeni bir şey. Gerçek anlamda olayların farkına varan insanlar, şiddet gruplarını zaten onaylamıyor işin içerisine yağmayı, yıkmayı, yok etmeyi onaylamıyorlar. O yüzden de iktidarın başka bir dil üretmesi gerekiyor. “Bunlar benim gençliğim değil” demesi bir şey ifade etmiyor. Zaten onların, bir başkasının gençliği olması gibi bir derdi de yok. Asıl vurgunun buraya yapılması gerekiyor ve iktidarın bunu görmesi gerekiyor.
İktidar içerisinde Cumhurbaşkanı başta olmak üzere bunu farklı şekilde gördü. “Mesaj alındı”, “Demokrasiler sadece sandık değildir” dendi. Çok önemli bir ifadedir bu.
Türkiye’de sağ partilerin büyük çoğunluğunda hep, sandıktan gelen iktidar meşrudur. Böyle bir anlayış vardır. Cumhurbaşkanının ifadesi ise çok başka bir ifadedir. Başbakanın söyledikleriyle hiç örtüşmeyen bir ifadedir. Bambaşka bir yerde durduğunu gösteriyor. Aynı zamanda bir diğer önemli fark, Cumhurbaşkanının twett atan, bu yapıyı kullanan biri olması, başbakanın ise tweeti baş belası olarak nitelendiriyor olmasıdır.
Evren Kızılağaç/Kader Teker/Seda Peker