Türker Arslan-Hürriyet
İki haftadır süren ve Türkiye'yi sarsan Gezi Parkı direnişi taraftarların aldığı konum ve direnişe eklediği yeni boyutla spor dünyası için de şaşırtıcı oldu. "Ne sağcıyım ne solcu futbolcuyum futbolcu" esprisi etrafında örülen Türkiye'deki taraftarlık tanımları yaşanan sokak pratiğiyle beraber tuzla buz oldu.
Peki ama bu nasıl oldu? Siyasete uyarlanmış, esprili sloganları ve 'marşlarıyla', kitlelerin korumasını üstlenen şövalye ruhlarıyla taraftarları sokaklara döken ve direnişin merkezine sokan duygu neydi?
MAKUS KADERLERİ BİBER GAZI
Konuyla ilgilenen çok sayıda akademisyen ve araştırmacı yazara göre Gezi Parkı direnişinin temel dinamiğini de oluşuran polisin orantısız güç kullanması zaten futbol taraftarlarının çok yakından bildiği bir gerçek. Öyle ki Türkiye'de polisin orantısız gücünü en yakından tanıyan insanlar sol görüşlü gruplarla her haftasonu çeşitli gerekçelerle polisle karşı karşıya kalan taraftar grupları.
İnönü Stadı'nın yıkımı öncesindeki son maçta Beşiktaş civarında toplanan Çarşı grubu ile polis arasında yaşanan çatışma ya da '3 Temmuz süreci'nde sarı lacivertli taraftarlar ile polis arasında sayısız kez yaşanan çatışmalar bunun en yakın tarihli örnekleri.
Gezi Parkı direnişinin ilk günlerindeki polisin orantısız şiddeti de işte bu görüntüleri yakından tanıyan taraftar gruplarını sokağa döken en önemli etmenlerden biri oldu.
Ege Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nden Doçent Doktor Ahmet Talimciler de, Türkiye'de polisle en sık karşı karşıya gelen gurubun taraftarlar olduğuna dikkat çekiyor ve şu eklemeyi yapıyor, "Türkiye'de polisle en sık karşı karşıya gelen ve orantısız gücü en iyi bilen kesim taraftarlar. Polisin nasıl davranacağını da bu yüzden iyi biliyorlar. Bu insanların kitlenin en önüne geçmesi de bu anlamda tesadüf değil."
KİTLELERİ SOKAĞA DÖKME VE YÖNETME POTANSİYELLERİ
Taraftarın Senle kitabının yazarı gazeteci Murat Toklucu'ya göre taraftar gruplarının kitleleri yönetme potansiyelleri de son olaylarda öne çıktı ve çok sayıda insanı şaşırttı. "Taraftar gruplarının internet üzerinden haberleşerek koordine olmaları, hep birlikte hareket etmeleri ve sokaktaki kitleleri yönetme başarıları onları tanımayanlar için şaşırtıcı olabilir. Ancak onlar her haftasonu zaten bunu yapıyorlar."
Doçent Doktor Talimciler ise Türkiye'de çok sayıda siyasi parti ya da sivil toplum örgütünün organize edemeyeceği kalabalıkları taraftar gruplarının her hafta yönettiğine dikkat çekiyor. "Futbol taraftarlığı hayatın dışında bir alan değil. Bu insanlar maçlara gidip sonra bir anda ortadan kaybolmuyorlar. Hayatın içindeki insanlar. Üstelik bu insanlar en hızlı şekilde en kalabalık grubu toplayabilecek kapasiteye sahipler. Türkiye'de, aynı kimlik çerçevesinde toplanan büyük bir grubu bir yerden başka bir yere götürecek sivil toplum örgütü ya da parti çok az, belki de yok."
"SİYASETLE UĞRAŞMA TARAFTARLIK YAP"
12 Eylül 1980 darbesi sonrasında kadim devlet geleneğinin gençleri politikadan uzaklaştırmak için bulduğu 'pratik' çözüm gençleri taraftarlığa kanalize ederek 'kaynayan kanlarını' bu mecrada dindirmekti. Çarşı grubunun AKM'ye büyük bir pankartını astığı, grubun kurucularından ve geçtiğimiz yıllarda hayatını kaybeden Mehmet Işıklar (Optik Mehmet) verdiği bir röportajda bu durumu ilginç bir şekilde özetlemişti. "O yıllarda taraftarlar derbi maçlar öncesinde sabahlama yaparlardı. Taraftar grupları birbirleriyle kavga için randevulaşır ve yüzlerce genç sabaha karşı birbirine girerdi. İlginç olan ne polis ne asker bu duruma müdahale etmezdi."
Doçent Doktor Ahmet Talimciler de bu sürece dikkat çekiyor ancak gelinen noktada bu politikanın başka 'kimlik' sürecine evrildiğini söylüyor. "Türkiye'de gençlerin çoğunluğu, 1980 öncesi kör terörden çok çekti. Sonrasında ise siyaset gençlere 'futbolla uğraşın' dedi. Bu mesele kitlenin kendini gösterdiği bir alan oldu. Tutulan takımların formalarıyla maça gitmek, o taraftar gruplarıyla birlikte hareket etmek... Gençler kimliklerini takım tutma üzerinden oluşturdu."
KÜFÜRLÜ DİL TARAFTARLARIN ETKİSİ Mİ?
Eylemlerin en çok tartışılan yanlarından biriyse hem atılan hem de duvarları süsleyen 'slogan'larıyla diliydi. Esprili ve zeka kokan bu 'sloganlar' yeni bir siyaset diliyle karşılaşmamız açısından toplumun tüm kesimlerinin hem ilgisini çekti hem de şaşırttı. Bunun yanında küfürün bu yeni dilde sıkca kullanılması tepki de çekti. Belirli bir siyasi örgütlenmenin hegamonyasından çok uzak, tabana yayılmış bu eylemlerde ortak bir dil zaten beklenemezdi ancak küfürün yükü de bazı kişiler tarafından taraftarlara yüklendi. Akademisyen Talimciler'in bu konuda da dikkat çektiği bir nokta var. "Eylemler sırasında taraftarların etkin bir rol almasıyla ülkemizdeki taraftarlık kültürünün baskın, erkeksi dili de kullanıma girdi. Ayrıca akademisyen olduğum için üzerinde çok konuşulan bu gençleri de yakından tanıyorum. Bu yeni kuşağın en önemli özelliklerinden biri erkeklerinin de kadınlarının da küfürlü bir dil kullanması. Bunlara yabancı olduğunuzda garipsiyorsunuz ancak bu bir gerçeklik."