Banu K. Yelkovan-Radikal
Robert Lewandowski. Real Madrid’e 4 atan Polonyalı. Şimdi herkes tanıyor onu. Oysa 2010 yazında Borussia Dortmund’la imzalamadan önce, Lech Poznan’da oynarken ve ücreti 2 ile 4 milyon Euro arası seyrederken kaç kulübün kapısını çalıp reddedildiğini kendisi bile hatırlamıyor.
Sadece yurtdışına transfer olmak istediği o yaz değil, öncesinde profesyonel olmaya çalışırken de durum farklı değildi aslında. Her zaman ziyadesiyle gol atan ama gençken fazla zayıf, sık hastalanıyor, ince fiziği yüzünden sorunlar yaşıyor, ciddi sırt ağrıları çekiyor. Gel gör ki transfer ‘gördüğün’ oyuncuyu alma sanatını aşalı çok oldu. Artık biraz da geleceği görmek, oyuncunun dönüşeceği futbolcuyu kadroya katabilmek gerekiyor. ‘Bugüne’ değil, ‘geleceğe’ yatırım. Bu göze sahip olmayanlar arasında kendi ülkesinin önde gelen takımlarının yanı sıra, birçok Fransız kulübü de var. Ona göz dikenler listesi ise şimdiden çok uzun. İngiliz kulüpleri sırada, Dortmund’u alışveriş merkezi olarak kullanan Bayern Münih’in de oyuncuyla ilgilendiği söyleniyor. Dortmund’un bütçe olarak bu devlerin tekliflerini yakalaması zor. 2014 Haziran’ında sözleşmesi sona eren oyuncuyla da bir önanlaşma yapması kimseyi şaşırtmaz. Detaylarıyla anlattığıma bakmayın, bu hikâyede göstermeye çalıştığım yer ne kadar çarpıcı olursa olsun Lewandowski’nin başarı hikâyesi değil aslında.
Potansiyeli gören göz, evet önemli. Ama potansiyeli fark edilmedi diye pes etmeyen irade, asıl önemli olan bu. Charles Darwin öğretmenleri tarafından fazla sıradan bulunuyordu ve sınıf ortalamasına göre çok yavaş öğreniyordu. Walt Disney ilk işinden hayal gücü olmadığı gerekçesiyle kovulmuştu. Öğretmenleri Paul McCartney’ye şarkı söyleyemediğini söylemişlerdi. Elvis Presley lisede müzik kulübüne girememişti. Albert Einstein, Paul Gauguin, Leo Tolstoy, Winston Churchill... Çocukluk ya da gençlik yıllarını ‘beğenilmeyerek’ geçiren isimler. İşte asıl ilgi çekici olan bu listenin futbol versiyonu. Engellere ‘rağmen’ başarmış olanlar. Belli ki Lewandowski de onlardan biri. Asıl ilham verici hikâyeler zannedildiği gibi maç skorlarında saklı değil.
Dortmund-Real Madrid maçının tek ilginç hikâyesi bu da değil. Bu satırlar yazılırken ikinci maç henüz oynanmamıştı. 4-1’lik ilk maçın etkisi hâlâ devam ediyordu. Fakat tarihi skordan daha da inanılmaz bir şey vardı benim için: Mourinho’nun basın toplantısında söyledikleri. Aklımda kalanı: “Kaybedersem ve kaybetmeyi hak etmemişsem, bu dramdır, sinirlenirim. Kaybedersem ve kaybetmeyi hak etmişsem, bu futboldur ve kabullenirim.”
Neredeyse bilgece ve hayat felsefesi olarak kabul edilebilecek bakış açısı, Mourinho gibi kaybetmeyi asla kabullenmeyen, hatta hak etmeden kaybettiğine inandığı zamanlarda hafif çirkefleşebilen birinden geldiği için daha da değerli. Hak etmeden kaybetmek, evet, sinir bozucu ama aslında senden bağımsız sebeplerden kaynaklandığı için en azından umut kırıcı değil; silkinip daha iyisini yapabileceğini bilmenin verdiği bir gücü barındırıyor. Rövanşta motivasyon sebebi bile olabilir. Peki ya hak ederek kaybetmişsen? Karşı taraf senden daha iyi olduğu için yenilmişsen? Kendini sıfırdan yaratman, her şeyi tekrar düşünmen gerekecek. İşin çok daha zor. Ama örneği fasit daireye çevirmek pahasına söylüyorum ki belki asıl fırsat da bu: Kendini yeniden yaratma fırsatı.
Kendini yeniden yaratmak.. Tıpkı 2005 Şubat’ında iflas pozisyonundan bugünlere gelen Dortmund’un yaptığı gibi... Kazandığı onca kupaya ve hâlâ finallerde oynamasına rağmen 1998 Dunya Kupası’ndan sonra bir şeylerin yolunda gitmediğini fark edip kendilerini baştan yaratan Almanlar gibi... Başarı için bile değil, bütün başarıya rağmen..