Uğur Meleke-Milliyet
Pazartesi akşamı Eskişehir-Trabzon’dan sonra United-Villa şampiyonluk maçına geçtim, dolayısıyla Yüzde Yüz Futbol’a Fikret Orman’ın konuk olduğu bölümü gece geç vakitlerde internetten seyredebildim. İzleyemeyenler için özetleyeyim: Rıdvan Hoca, Başkan Orman’ı hedef alarak “Beşiktaş Avrupa’ya gidemeyecekse o yöneticilerin orada ne işi var? Para vermiyorsanız neden o koltuktasınız?” demiş. Fikret Orman da kendini ve yönetici arkadaşlarını para verdiklerini söyleyerek savunmuş. Bir de geçmiş dönemden kendilerine olağanüstü bir borç yükü kaldığını yinelemiş. Şu anda Beşiktaş forması giymeyen eski oyunculara dahi 20 milyon dolara yakın borç olduğunu açıklamış.
* * *
Pazartesi akşamı konuşulan bu önemli konuyu anlayabilmek için önce bazı verilere ihtiyacımız var: Beşiktaş’ın çok başarılı geçirmediği 2011-12 sezonu sonunda havuzdan aldığı ödül miktarı tam olarak 50 milyon 66 bin 414 lira... Bu sezon sonunda havuzdan alacağı pay da bu rakamın aşağısında olmayacak gibi.
Ligi üçüncü/dördüncü bitiren yani köhnemiş Türk medyası kriterlerine göre başarısız addedilen bir büyük takımın havuzdan 50 milyonun üstünde pay almasının kabaca nedeni şu: Havuzdaki 575 milyon lira 4 ana kriterle Süper Lig kulüplerine dağıtılıyor. Önce 18 takıma yaklaşık 11’er milyon lira eşit olarak veriliyor. Sonra 5 büyüğe müzelerinde şampiyonluk kupası başına 1,1 milyon lira ödeniyor. Ardından sezon içinde alınan her galibiyete 1, her beraberliğe yarım milyon, ilk altıya da sıralamaya göre primler dağıtılıyor. Bu durumda bir sezonda asgari 15 galibiyet alıp ilk dörde giren, yani vasat bir performans gösteren bir İstanbul büyüğü, sadece Digitürk’ten 50 milyonun üstünde gelir elde ediyor.
Buna ligin ana sponsoru Spor-Toto, kupanın sponsoru Ziraat, yasal bahisçi İddaa’nın dağıttığı isim hakkı bedelleri gibi diğer sabit kalemleri de eklerseniz meblağ 70-80 milyonlara ulaşabiliyor. Yani bir İstanbul büyüğü bir sezonda hiç bilet satmasa, formasına reklam almasa, stadına isim sponsoru bulmasa, hiç lisanslı forma üretmese, Avrupa kupalarına katılamasa, hiçbir ekstra gelir kaynağı yaratmasa dahi dertsiz tasasız kasasına giren nakit 40-50 milyon doları var! Tek yapması gereken ligde ortalama bir performans gösterip, 55-60 puanla üçüncü/dördüncü olmak.
Borç uçurumu
Bu meblağ, an itibariyle Hollanda ortalamasının da, Portekiz ortalamasının da, Belçika ortalamasının da çok üstünde. Ekonomik olarak bizden çok ileride zannettiğimiz Fransa Ligue 1’de bir kulübün yıllık ortalama geliri 52 milyon Euro. Yani dünya devi Fransa ile de aramızda gelirler açısından olağanüstü bir uçurum yok. Fransa Ligue 1’le aramızdaki esas uçurumsa başka bir yerde: Fransız Ligi’ndeki 20 kulübün (önceki sezon bilgileriyle) toplam borç miktarı yalnızca 330 milyon Euro (Tuğrul Akşar, Dünya Gazetesi). Sanırım bu rakamı bizim İstanbul büyükleri tek başlarına zorlayacak durumdalar.
Biz, spor medyası çalışanları da, yılların öğrettiği ezberle aynı şeyleri söyleyip duruyoruz: “İstanbul devlerinin yöneticileri zengin olmalı. Gerektiğinde elini cebine atmalı. Yönetime giriyorsa masaya birkaç milyonu koymalı. Yoksa neden kulüp yöneticisi oluyorsun ki?”
Zurna
Zaten ülke futbolunda işlerin bir türlü düzelmemesine neden olan o zurnanın zırt dediği yer de tam burası. Ülkede kulüp yöneticisinin tanımını “zengin holigan” olarak yapmışız. Artık ne spor yorumcusu, ne de kulüp yöneticisi esas görev tanımını bilmiyor, her iki cephe de meseleyi “elini cebine atmak”tan ibaret zannediyor.
Oysa şu anda Türk takımlarına olağanüstü bir rol model olabilecek Şahtar Donetsk’in patronu Rinat Ahmedov’un kulübe son 10 yılda harcadığı para “sıfır”... Evet, sıfır. Çünkü dünyanın en zengin 47’nci adamı, 15 milyar dolarlık Ahmedov’un 9 yıldır birlikte çalıştığı menajeri Mircea Lucescu’nun Donetsk ekibinde sattığı oyunculardan sağladığı gelir, transfer ettiği oyunculara yaptığı harcamanın üstünde. Aslında dünya futbolunda bir kulüp yöneticisinden beklenen de, bir antrenörden beklenen de aşağı yukarı bu. Süleyman Seba’nın yaptığı buydu, Wenger’in yaptığı bu, Ferguson’un yaptığı bu.
Esas mesele
Öyleyse biz Türk futbol kamuoyu olarak olması gerekenin yüz seksen derece zıddındayız: Spor yorumcusu, “Yönetici para vermeli” diyor. Hayır, yönetici tek bir kuruş vermemeli.
Yönetici, “Evet, ben para verdim” diyor. Hayır, bence o yönetici kulübe iyilik yapmıyor, aksine suç işliyor! Çünkü o yöneticiyi oraya kulübü kendine borçlandırması için değil, gelir/gider dengesini sağlaması ve borçsuz bir düzen kurması için getiriyorlar. Ve maalesef, ülkenin en prestijli televizyonlarında, en sevdiğimiz yorumcular ve en aklı başında başkanlar esas meseleyi değil, tali meseleleri tartışıyorlar.
Bence bugün Türk futbolunda esas sorulması gereken soru şu: Bir yöneticinin bir kulübü kendine on milyonlarca borçlandırmaya hakkı var mıdır? Ve bu yöneticiler kulüpten ceketlerini alıp çıkarken bu borçlardan sorumlu olmamalı mıdır?
Bakan’a açık not
Bir spor kulüpleri yasa taslağımız vardı bir zamanlar, son aylarda gündemden düştü. Merak ediyoruz, o yasa acaba kulüp yöneticilerini sigorta ve vergi dışındaki borçlardan sorumlu hale getirecek mi? Ayrıca o yasa ülke futbolunu TFF görünümlü Kulüpler Birliği uhdesinden çıkarabilecek mi? TFF Başkanı’nı seçen 302 delegenin resmiyette 126, gayrıresmi olarak 200’ünü kontrol altında tutan Süper Lig kulüpleri yöneticileri, TFF Başkanı’nı belirlemeye de, işine gelmediğinde indirmeye de muktedir. Peki Türk futbolunu kerametleri kendilerinden menkul 200 zengin fanatik yönetecekse ve hükümet de yasasıyla statüsüyle buna müsaade edecekse biz neyi düzeltebiliriz Allah aşkına?
Sayın bakan ve sayın başkan... Futbol yalnızca kulüpler ve değerli yöneticileri için oynanmıyor... Bu futbol, halk izlesin, eğlensin, güvensin ve dahi katılsın diye oynanıyor daha çok. Futbolu özgür bırakın sayın bakan. Futbol sadece onların değil. Hepimizin...