UNUTULAN BİR FUTBOL ENTELLEKTÜELİ - AHMET YAVUZ
Süvari, 1960’lı yılların Türk futbolunda sürekli hücumu düşünen, kendine güvenen, ilk yumruğu atan bir takım yarattı. O yumruğun sesi sadece Türkiye’den değil, tüm Avrupa’dan duyuldu…
Kendi evinde, 1950 Dünya Kupası’nda yaşadığı şoku atlatan ve milli depresyondan çıkan Brezilya, İsveç’te düzenlenen 1958 Dünya Kupası’nda nihayet ilk zaferine ulaşıyordu. Sambacılar bu kupayla birlikte sadece Latin Amerikalıların meziyetlerini değil, yeni bir taktiğin hükümranlığını da dünyaya duyuruyordu. Zaferin kilidini açan 4-2-4 taktiği, WM olarak bilinen 2-3-3-2’nin ya da onun revize edilmiş hali WW dizilişinin pabucunu dama atıyordu. Aradan dört yıl geçtikten sonra 1962 Şili Dünya Kupası’nda yine Brezilya, bu kez daha temkinli bir taktiğin uygulayıcısı olarak sahneye çıkıyordu; 4-2-4’ün defansif anlamdaki defolarıyla, başarının sürekliliğini riske etmek istemiyorlardı. Milli takım teknik direktörü Aimore Moreira, Şili’deki turnuvada forvet hattındaki dörtlünün sağında oynayan Garrincha’yı orta sahaya çekiyordu ve sahadaki diziliş 4-3-3 şeklini alıyordu. Brezilya üst üste ikinci kez bu kupaya uzanırken hücum oyuncularının yeteneklerini minimum riskle en iyi şekilde sahaya yansıtacak taktiği bulmuştu galiba.
Rinus Michels’in 1999 yılında FIFA tarafından “yüzyılın teknik direktörü” seçilmesini sağlayan taktik de işte yine 4-3-3 altyapısının üzerine inşa edilmişti.Michels, 1965 yılında göreve gelip 1971 yılında Ajax’a Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nı kazandırırken dünyayı “total futbol” kavramıyla tanıştırıyordu. Gerisi bildik hikâye; Hollanda, Ajax ve Barcelona’nın büyüleyici başarılarını sırtlayan total futbolun serüveni…
Ama bu felsefenin bir benzerini Rinus Michels’ten önce, 1960-71 yılları arasında tam 11 yıl boyunca ortaya koyan; Avrupa Fuar Şehirleri Kupası’nda yarı final, Kupa Galipleri Kupası’nda çeyrek final oynayan modern bir Göztepe takımı yaratan, A milli takımla dünya dördüncüsü Sovyetler Birliği’ni deplasmanda deviren bir isim daha vardı unutulan. İşte şimdi ona, Adnan Süvari’ye iade-i itibar zamanı!
Anadolu takımları henüz haftada iki antrenmanla yetiniyor, futbol henüz “futbôl” diye telaffuz ediliyor, Türkiye’nin futbolda en eski şehri İzmir profesyonellikte hâlâ arka saflarda yer alıyordu. Ege şehrinde 1955 yılında Yün Mensucat isimli bir fabrikanın futbol takımı İzmir şampiyonu oluyordu. Bu takımın futbolcu-antrenörü Adnan Süvari, forvetiyse Metin Oktay’dı.
Süvari sadece futbol sahasında değil, fabrikanın işlerinde de görevin başındaydı. Fabrika müdürü onu tekstil mühendisliği okuması için İngiltere’ye göndermeye karar vermişti. Üç buçuk yıl boyunca eğitim gördüğü İngiltere’de de futboldan uzak kalmayacak, yaz aylarında aldığı antrenörlük eğitimiyle futbolun mühendisliği için de gereken donanımı edinecekti. Dönüşte Yün Mensucat’ın iflasıyla birlikte yeni bir fabrikada işe başlıyordu. Bir taraftan da eski okul arkadaşı Selman Yaşar, onu 1959-60 sezonunda Karşıyaka’nın başına davet etmişti. O da arkadaşının bu teklifini geri çevirmedi.
Takımda Ogün Altıparmak isimli genç bir santrfor ışıl ışıl parlıyordu. Süvari’nin yönetimindeki ilk sezonda tam 23 gol atmıştı. İkinci sezon Süvari ona Pele’nin deplaselerini anlatmış, sol ve sağ açıklara kat etmesini öğütlemişti. Adnan Süvari 1960-61 sezonu başladıktan sonra ekim ayında görevden ayrılmıştı ama takım hücum varyasyonlarını onun öğrettiği gibi uygulamaya devam etmişti. Bu taktikle Ogün Altıparmak bir önceki sezonki gol performansını tekrarlayamasa da takım oyunu için daha faydalı bir futbolcuydu artık. O sezon sağ ve sol kanat oyuncuları 15’er gol atmışlardı. “Süvari’nin benim üzerimde çok emeği var” diye anlatıyor Altıparmak. “Şut duvarını hayatımda ilk kez Adnan Süvari’nin antrenmanlarında gördüm, pozisyon almayı onunla öğrendim. Kısa bir süre beraber olmamıza rağmen gelişimimde büyük rol oynadı.”
İlkokulu İtalyan Mektebi’nde, ortaokulu Saint Joseph’te, liseyi Avusturya Lisesi’nde okumuş, İzmir Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulu’ndaki eğitimi sırasında ağabeyiyle birlikte Göztepe’de top koşturmuştu Süvari. Şimdi bu iki kardeşten büyük olanı Sebahattin Süvari, o kulübe başkan olmuştu ve takımı küçük kardeşine emanet ediyordu. Adnan Süvari’nin görevi, mahalleden ağabeyi olduğu futbolcu kardeşlerine İngiltere’de öğrendiklerini öğretmekti.
1960 yılında soğuk bir kış günü İzmirli gençler Adnan Süvari’nin etrafında toplanmıştı. Teknik adam, futbolcuları sahaya basketbol düzeniyle yerleştirdi ve topu eline aldı. Oyuncularından topu birbirlerine eliyle atmalarını istiyordu.
“Bugüne kadar Türkiye’de oynanan oyun sistemlerinin hiçbirine itibar etmeden elindeki kadronun yeteneklerini dikkate alarak kendi oyun sistemini yarattı ve uygulamaya koydu” diyor 1961-1969 yılları arasında Göztepe forması giyen Ceyhan Yazar. “Bize ilk öğrettiği şey, hücum yaparken ofansif olarak kimin nereye deplase olması gerektiğiydi.”
Bu öğreti, Karşıyakalı Ogün Altıparmak’ın anlattıklarıyla benzerlik gösteriyordu. O dönem Süvari’nin aklında hep hücum varyasyonları vardı. Göztepe’deki ilk yıllarında 1958’in Brezilyasına benzer bir takım hayal ediyordu. Elindeki oyuncular belki birer Didi, Pele, Garrincha değildi ama hepsi gençti ve öğrenmeye isteklilerdi.
Adnan Süvari özellikle 1966-1969 yılları arasında milli takımı çalıştırdığı dönemde Milliyet gazetesinde sık sık basın mensuplarına planlarından bahseder ya da yazılar kaleme alırdı. Kafasındaki planları kamuoyuyla paylaşırdı. Milli takımda göreve gelmeden önce savunucusu olduğu “bünyeye uygun sistem” çalışmalarını uygulamak için işe koyuldu. 1966 yılında milli takımın başına geldiği ilk günlerde futbolu basketbola benzetiyordu: “Belli bir sistemle futbolu robotlaştırmak doğru değildir. Futbol bugün basketbol gibidir. Üç unsur büyük rol oynar: Çabuk top oynama, boş saha oyunu, deplasman…”
Adnan Süvari bu demeçlerde söylediklerine ne kadar inandığını Göztepe’de yaptıklarıyla çoktan ispatlamıştı. 1962’de 4-3-3’ü takımın kalıcı taktiği olarak belirlemişti. Süvari’nin bu taktik dizilimi 1962 Şili Dünya Kupası’nda Brezilya’nın taktiğini andırıyordu. Zaten Süvari de dünya futbolunu yakından takip eden, pek çok Dünya Kupası’nı yerinde seyreden, rakip takımları izlemeye giderek video kayıtlarını alan bir futbol adamıydı.
“1962 yılında artık 4-3-3 sistemini net olarak uygulamaya başlamıştı” diye anlatıyor Ceyhan Yazar. “Elinde Fevzi Zemzem gibi güçlü bir forvet vardı. Taktiği de ona göre şekillendirmişti.” Fevzi Zemzem, Süvari’nin deplase beklentilerini karşılıyor, birebirde adam eksiltiyor, üstüne üstlük güçlü fiziğiyle yan toplarda etkili oluyordu. Ama arkasında onu besleyecek, pozisyona sokacak organizasyonu oluşturan oyunculara ihtiyacı vardı.
Geri dörtlünün solunda oynayan Çağlayan, orta üçlünün ortasında oynayan Gürsel ve yine orta üçlünün solunda oynayan Nevzat, tam da Fevzi’nin ihtiyacı olan üçlüydü. “Tıpkı ‘üç silahşörler’ gibi birinin başladığı hareketi diğer ikisi aynı anda algılar ve başlatılan pozisyona yardıma giderek hücum organizasyonunun başarıyla tamamlanmasına katkıda bulunurlardı” diyor Ceyhan Yazar.
Kedi kaleci Ali Artuner
Kaleci Ali Artuner, topu eliyle oyuna sokar, orta sahanın ortasındaki Gürsel’e yollardı. O sırada Fevzi sol kanada veya sağ kanada deplase olur ve topu alırdı. Tek pasla tekrar Gürsel’e gönderirdi. Defans dörtlüsünün solundaki Çağlayan da hücuma gelir, Nevzat ve Gürsel’le hazırlık pasları yaparlardı. Orta sahanın sağındaki Ertan ve hücumdaki Nihat, Fevzi ve Halil pozisyon kollardı. Bazen Çağlayan’ın rolünü defansın sağındaki K. Mehmet alırdı. Defansın ortasındaki Hüseyin ve B. Mehmet de duran toplarda sık sık ileri çıkardı. Çünkü Adnan Süvari için takımın tüm oyuncuları potansiyel golcüydü. Orta sahanın ortasında görev yapan Gürsel ve Nihat’ın bile pek çok golü vardı.
“Kondisyon kolektif oyunun şartıdır. Her futbolcunun sahada tabanını basmadığı yer kalmamalıdır. Yer mefhumu ortadan kalkmıştır” diyordu bir demecinde Süvari. 4-3-3 dizilişi onun için gerçekte yalnızca kâğıt üstündeydi. Futbolcuların hepsi, her an her yerde olabilmeliydi. İşte Süvari’nin total futbolunun kanunları bunlardı.
Efsane Göztepe’nin santrforu Fevzi Zemzem “Futbolu bırakıp da antrenör olduktan sonra ne kadar büyük bir teknik direktör olduğunu daha iyi gördüm” diyor. “O yıllarda bize öğrettiklerini aradan 15 yıl geçtikten sonra antrenörlük kurslarında ‘modern futbol’ diye öğrettiler.”
Göztepe, 1964-65 sezonunda daha sonradan UEFA Kupası adını alan Fuar Şehirleri Kupası’nda mücadele etmeye başladı. 1955-1958 yılları arasında bu turnuvaya sadece ticari fuarları olan Madrid, Londra ve İzmir şehirlerinin takımları katılabiliyordu ama 1958 yılında bu kural kalktı. Göztepe 1964-67 yılları arasında üç sezon boyunca oynadığı ilk tur maçlarının ardından turnuvaya veda etmişti. 1967-68 sezonunda ise Süvari’nin takımı artık yedi-sekiz yıldır beraber oynayan futbolculardan kurulu bir ekip haline gelmişti. Önce Antwerp’i, ardından Atletico Madrid’i elemişlerdi. Üçüncü turda Vojvonida’ya eleneceklerdi. Bir sonraki sezon Marsilya, Arges Pitesti ve OFK Belgrad’ı eleyip çeyrek finale yükseldiler. Hamburg turnuvadan çekilince yarı final oynamaya hak kazanmışlardı. Macar temsilcisi Ujpest’e kaybetmeleri zaferi gölgelemiyordu.
1968-69 sezonunda kazanılan Türkiye Kupası, bu kez Kupa Galipleri Kupası’nın kapısını açıyordu. İlk turda US Lüksemburg kolay lokmaydı ama Toshack’lı Cardiff, hiç de yabana atılacak bir takım değildi. İzmir’de elde edilen 3-0’lık galibiyet çeyrek finalin kapısını aralıyordu. Ama Roma yarı finale izin vermiyordu. Avrupa’daki zaferlerin yanı sıra Göztepe Süvari yönetiminde iki Türkiye Kupası, iki de Cumhurbaşkanlığı Kupası kazanmıştı.
Süvari’nin ideali, futbolcuların sahada neler yapmaları gerektiğine bireysel olarak karar verecekleri bir altyapı oluşturmaktı. 10’uncu yılın sonunda, 1970 yılında artık Göztepe buna hazırdı. 1970 yılının ekim ayında şöyle diyordu Süvari: “Göztepe’den artık taktiği kaldırdım. Futbolcularıma sadece maçtan önce soyunma odasında sahaya çıkacakları şekli söylüyorum. Şimdi Göztepeli futbolcular kendi bildikleri gibi ve oyun zekâlarını kullanarak oynuyorlar.” Göztepe o sezonu Galatasaray ve Fenerbahçe’nin arkasında üçüncü sırada tamamlayacaktı.
Süvari’nin bize 60’larda öğrettiklerini aradan 15 yıl geçtikten sonra antrenörlük kurslarında ‘modern futbol’ diye öğrettiler” Fevzi Zemzem
Adnan Süvari, 1966 yılında milli takıma da kimlik kazandırmak için kolları sıvamıştı. Göreve geldiği gün verdiği demeçte şöyle diyordu: “Türk milli takımımıza istikamet verebilmek için ilk toplantılarımızda bünyemize uygun sistemi aşılamamız ve aynı zamanda sistem içindeki taktiklerimizi çalıştırmamız gerekmektedir.” İlk milli deneyimde rakip Federal Almanya’ydı. Süvari maç öncesi cesur açıklamalarda bulunuyordu: “Türkiye yıllar yılı 1-9-1 taktiğiyle müdafaa yapmıştır. Bu hatalı bir yoldur. Zira takımımız sahaya çıkarken rakibine mahkûm olmakta, ‘Aman dört-beş gol yemeyelim’ diye tiril tiril titremektedir. Verilen bu taktiğin milli takımımızın şahsiyetini silip süpürdüğünü kaydetmek isterim. Ben buna taraftar değilim. Açık oynayacağız. 10 tane de 20 tane de yesek yine açık oynayacağız. Hakiki değerimizi anlamamız lazım.”
Milli takım Süvari yönetimindeki ilk maçını 1966 Dünya Kupası finalisti Federal Almanya’ya karşı oynadı ve 2-0 kaybetti. Sonraki maçta rakip bu kez dünya dördüncüsü Sovyetler Birliği’ydi. Ve milliler, tarihi zaferlerden birini alarak Moskova’dan 2-0’lık galibiyetle döndüler. Bu galibiyete rağmen maçın ardından Süvari’nin ayakları yere sağlam basıyordu. “Futbolcularımız kendilerine iyi bakmıyorlar ve hâlâ tam profesyonel değiller” tespitiyle milli takımın kusurlarını sıralıyordu.
1968 yılına kadar milliler, özellikle deplasman maçlarında dişine göre rakipler karşısında zorlanmasa da İspanya ve Çekoslovakya gibi güçlü rakipler karşısında başarılı olamamıştı. 24 Nisan 1968 günü deplasmanda Polonya’ya karşı oynanacak maç öncesi Adnan Süvari, gazete aracılığıyla yeni bir taktik duyuruyordu: “Milli takım bundan böyle 1-4-2-3 oynayacaktır.” 1966 yılında İngiltere’nin 4-3-3’ü uygulayarak şampiyon olduğunu, 1967 sonlarında buna karşı tedbir alındığını ve tek yeniliğin 1-4-2-3 olduğunu savunuyordu. Ama milliler bu maçtan 8-0 gibi bir hezimetle dönecekti. Bu maç, Adnan Süvari için milli takımdaki sonunun başlangıcı oldu. Dünya Şampiyonası grup eleme maçlarında alınan iki mağlubiyetin ardından görevinden ayrıldı.
Adnan Süvari yıldız oyunculardan pek haz etmezdi. Onları takım oyununu önünde engel olarak görürdü. Bu tutumu özellikle milli takımda çok fazla eleştirdi. Can Bartu, Sanlı Sarıalioğlu, Yusuf Tunaoğlu gibi oyuncuları zaman zaman milli takıma çağırmayınca kamuoyunun hedefi haline gelmişti. Ama o, bu seçimini şöyle açıklıyordu: “Ben bugün kolektif oyun bakımından bir takımın bütün oyuncularını aynı seviyede tutmak isterim. Birlik ve beraberlik en az teknik ve taktik kadar lüzumludur.” Yıldız statüsündeki futbolcuların diğer futbolcuların kendilerini alt seviyede hissetmelerine neden olacağını düşünüyordu.
Baskılara dayanamayacak 22 Ocak 1967’de Tunus’a karşı oynanan hazırlık maçında Sanlı ve Yusuf’u kadroya alacaktı. Ama maçtan sonra da şunları söylemekten geri durmayacaktı: “Son milli maçta Yusuf ve Sanlı’yı milli takıma koyduk. Değerleri ayaklarında top tuttukları sürece ortaya çıkıyor. Benim futbol anlayışım topu ayakta fazla tutmak değildir.”
Göztepe’de de hiçbir oyuncunun ön planda olmasına izin vermiyordu. O takımın oyuncuları 10 yıl boyunca “mahallenin çocukları” olarak kaldılar. Sadece Gürsel’in ayrı bir yeri vardı takımda, o da kaptanlık görevini yerine getiriyordu.
Antrenör Bülent Eken’in Danimarka’dan Nielsen isminde bir golcü getirmesine çok sinirlenmişti Adnan Süvari. Ona göre Göztepe’nin yabancı futbolcuya ihtiyacı yoktu. Bülent Eken’le sırf bu yüzden arası açıldı. “Benim Nielsen’e insan olarak hiçbir itirazım yok. Fakat ben buralara Türk futbolcularıyla geldim. Bu nedenle beni buralara getiren Türk futbolcularından herhangi birinin yerne Nielsen’i tercih etmek zorunda kalmam beni üzüntüye sevk eder.” Süvari’nin Göztepe’si yurtiçinden de yalnızca üç transferle beslendi. Sebahattin Kuroğlu Beşiktaş’tan, Hüseyin Yazıcı ve Ali İhsan Okçuoğlu ise Fenerbahçe’den transfer edilmişti. Geri kalan tüm futbolcular Ege’nin kendi çocuklarıydı.
Futbolcularına karşı koruyucu ve kollayıcı tutumu saha dışında da onu saygın bir yol gösterici haline getiriyordu. Süvari tam dört dil biliyordu. İngilizceyi, Almancayı, Fransızcayı ve İtalyancayı ana dili gibi konuşuyordu. Göztepe’nin Lüksemburg Union karşısında oynadığı maç sonrasında düzenlenen basın toplantısında, Frankofonlar için Fransızca, İtalyanlar için İtalyanca konuşmuştu. Yabancı basın buna çok şaşırmış, ertesi günkü gazetelerde “Entelektüel Teknik Direktör Adnan Süvari” başlıklarını atmışlardı.
Futbolcularına da her zaman özel ilgi gösterdi. “Adnan hocayla aynı mahallede büyüdük. O, mahalledeki abimizdi, hocamızken de bu durum değişmedi. Bize İngilizce dersleri verirdi. Adab-ı muaşeret kurallarını öğretirdi” diye anlatıyor efsane takımın “bombacısı” Halil Kiraz. Ceyhan Yazar ise “Hiçbirimiz onun 11 yıllık antrenörlük hayatında bir kez olsun küfür ettiğini ya da aşağılayıcı bir davranışta bulunduğunu görmemiştir. Her sözü bir temele dayanır, konuşmalarında bizlere hep moral ve özgüven aşılardı” diyor.
Takımın motivasyona ihtiyacının olduğu durumlarda da ne söyleyeceğini iyi bilirdi. Maç öncesi ritüelleri o takımın tüm futbolcularının hafızalarında en canlı haliyle varlığını koruyor. “Maç için tüm hazırlıklarımızı tamamlayıp soyunma odasındaki banklara oturduğumuz andan itibaren kimse konuşmaz, orası kutsal bir mabedin ulvi sessizliğine bürünürdü. Bu sesizliği hocamız Adnan Süvari’nin o günkü maçın atmosferine göre değişen, bazen son düşüncelerini, bazen tek bir cümlesini dinler, sahaya motivasyonumuz en üst düzeyde çıkardık” diye anlatıyor Ceyhan Yazar.
Deplasmandaki meşhur Antwerp maçının öncesinde İngiltere Milli Takımı ile Belçika’nın Anvers şehrinin sokaklarında karşılaştıkları anda Süvari, ertesi günün maç öncesi konuşmasını hazırlamıştı. 1966 Dünya Kupası şampiyonu İngiltere’nin menajeri Sir Alf Ramsey, futbolcuların şaşkın bakışları arasında Adnan Süvari ile kucaklaşıyordu. İskoçya, İrlanda ve Galler’in milli futbolcuları, o gün Belçika’nın ünlü oyuncusu Wan Himst’in jübile maçı için oradaydılar. Sir Ramsey, bu maça Süvari’yi ve öğrencilerini de davet etmişti.
Antwerp maçı saati gelip çatmıştı. Maç öncesi Süvari rutin konuşmasını bir türlü yapmamıştı ve takımı sahaya davet eden ikaz zili çaldığında futbolcular çıkış tüneline yönelmişti. Birkaç adım atmışlardı ki, Süvari’nin sesi duyuldu: “Bir dakika durunuz.” Hep birlikte Süvari’ye dönmüştü futbolcular. “Benim nezdimde dünya şampiyonu İngiliz milli oyuncuları kadar değerlisiniz. Tanrı yardımcınız olsun. Başarılar dilerim.” Süvari’nin bu sözleriyle birlikte Göztepe o gün Antwerp’i deplamanda 2-1 mağlup etmişti. Bu aynı zamanda Türk takımlarının Avrupa kupalarında son sekiz yıldaki ilk deplasman galibiyeti oluyordu.
Sebahattin Süvari’nin 1970 yılındaki vefatının ardından yönetimle anlaşmazlığa düşen Adnan Süvari’nin adı Fenerbahçe ve Karşıyaka anıldı ama o 1970-71 sezonun sonunda bir daha teknik direktörlük yapmamak üzere köşesine çekildi. 1972 yılında evlendi, iki kız çocuğu oldu, uzun süre federasyon üyeliğinde bulundu, sigortacılık işine girdi, Milliyet gazetesinde köşe yazıları kaleme aldı ve Türk futbolu üzerine kafa yormaya devam etti.
1991 yılının 19 Mayıs’ının akşamı kızı Özlem Süvari’ye şöyle söylemişti: “Ben arkamda sizlere bir anahtar bırakarak gidiyorum. Bu anahtar soyadınızdır. Ve onunla tüm kapılar sizlere ardına kadar açılacaktır.” Bu konuşmadan 15 gün sonra bir kalp krizi geçirerek aniden ebediyete uğurlandı. Türk futboluna dönemin ilerisinde düşünmeyi, kişilikli futbolu, ilk yumruğu vurmayı öğretti. 1990’lı yıllarda Derwall ve Sepp Piontek’ten ihraç ettiğimiz güveni çok öncesinde aşılamaya çalıştı. Modern oyun anlayışıyla Türkiye’deki hücum futbolunun ilk örneklerini sergiledi. Üstelik bunu dünya trendlerini takip eden bir futbol görüşüyle gerçekleştirdi. Böylece sadece ailesi için değil; yaptıkları, söyledikleri, gerçeğe dönüştürdüğü hayalleriyle ardında Türk futbolu için de pek çok kapıyı açacak anahtarlar bıraktı.
UNUTULMAZ MAÇLAR
Alsancak Stadı, Alsancak olalı böyle maçlar görmemişti!
Göztepe – Atletico Madrid: 3-0
Fuar Şehirleri Kupası 2. Tur 2. maç
22 Kasım 1967
İlk turda Antwerp’i eleyen Göztepe, ikinci turda 1965-66 sezonunda İspanya şampiyonu Atletico Madrid’le eşleşmişti. İspanya’daki ilk maç 2-0 bitmişti. Bombacı Halil’in ağları delen penaltısı Göztepe’yi öne geçiriyordu. Kaptan Gürsel durumu 2-0 yapmış ve Halil son dakikadaki müthiş füzesiyle Atletico Madrid’i yere sermişti.
Göztepe – OFK Belgrad: 2-0
Fuar Şehirleri Kupası 3. Tur 2. maç
29 Ocak 1969
3-1 biten ilk maçın sonunda soyunma odasına dönen Nevzat, Adnan Süvari’nin tepkisinden çekiniyordu. Ama Süvari, “Aferin çocuklar” diyordu. “Deplasmanda çok değerli bir gol attınız.” Göztepe ikinci maçı 2-0 kazandı ve futbol tarihinde ilk kez bir Türk takım adını çeyrek finale yazdırdı.
Göztepe – Cardiff: 3-0
Kupa Galipleri Kupası 2. Tur 1. maç
12 Kasım 1969
1968-69 sezonunun Türkiye Kupası şampiyonu Göztepe, ülkemizi Kupa Galipleri Kupası’nda temsil etme hakkını kazanıyordu. İlk turda Marsilya’yı elemişlerdi ancak ikinci turda rakip Toshack’lı Cardiff zor bir rakipti. Göztepe’deki ilk maçta Fevzi, Ertan ve Nielsen’in golleriyle gelen galibiyet turun kapısını aralıyordu.
SÜVARİ’NİN KEHANETİ
Adnan Süvari, Karadeniz fırtınasını beş yıl öncesinden öngörmüştü
1969-70 sezonunda Orduspor-Göztepe maçının ardından basına verdiği demeçte Süvari, Karadeniz takımlarının yakın zamanda patlama yapabileceğini söylüyordu. “Karadeniz’den yükselen bir tehlike var. Gelecekte Türk futbolunun ağırlığını bu sahilin gençleri taşıyacaktır.” Süvari, Karadeniz takımlarının tek eksiğinin antrenör olduğunu söylüyordu. Kehanetin gerçeğe bürünmesi çok gecikmedi ve Trabzonspor 1975-1984 yılları arasında tam altı kez şampiyon olarak o döneme damgasını vuran Karadenizli oldu.
(*) Bu yazı FourFourTwo’nun Ocak 2011 sayısında yayımlanmıştır.