Ahmet Talimciler-Taraf
Bir hafta önce terör Avrupa’nın kalbinde önümüzdeki yıllar boyunca etkileri silinmeyecek denli büyük bir yaranın oluşmasına yol açtı. Eğlenmek, yemek yemek için sokaklara çıkan masum insanları hedef almak suretiyle insani değerleri bir kez daha yerle bir etti. Özgürlüklerimizin biraz daha elimizden alınmasının normalleştirici koşullarının yaratılmasına katkıda bulundu. Farklı kimliklerin birarada yaşayabilmesini savunan, özgürlüklerin çoğaltılmasını ve korunması gerektiği düşüncesinde olanların bir kez daha hayal kırıklığına uğramalarına neden oldu. Avrupa’da dolaşan İslamofobi düşüncesinin güçlenmesine bunun karşısında ise Müslümanların kendi saflarını biraz daha sıkılaştırmasının nesnel zeminini güçlendirdi.
Tüm bu olanların bizdeki karşılığını en güzel görebileceğiniz yerin sosyal medya platformu olduğunu bilirsiniz. Profil resmini Fransız bayrağının renkleri ile değiştirerek yaşananlara kendi pencerelerinden tepki verdiğini düşünenler ile olanların oluşmasında Fransız emperyalizminin rolünü hatırlatanlar. Tam da bu olup bitenler üzerine denk gelen Türkiye– Yunanistan milli maçının öncesindeki saygı duruşu ile Yunanistan ulusal marşının okunması esnasındaki protestolar. Maç bitiminde Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim’in yapmış olduğu “Ne oluyor bize?” açıklaması ve ardından olan bitenleri yorumlama girişimleri. Nefret dilinin, faşizmin tribünlerde karşılık bulduğunu, lümpen milliyetçiliğin yansımaları olduğunu söyleyen ve karşı mahalle üzerinden sadece kendi durmuş olduğu noktanın insani- evrensel değerler içerdiğini öne çıkartan bakış açısı. Saygı duruşunda bir dakika insanca durmayı bile beceremiyoruz, değil diriye ölüye bile saygı duymuyoruz ve her defasında dünyaya rezil oluyoruz açıklamaları ile her defasında yaşadıklarımızın biraz daha normalleştirilmesine katkıda bulunan söylemlerin seçilmesi. Bütün bunlar ve çok daha fazlası ülke olarak siyasal anlamda yaşadığımız yarılmanın her alana olduğu gibi tribünlere de yansımasından ibaret. Lafı hiç evelemeden şunu belirtelim; tribünlerde önce Konya’da ardından İstanbul’da ölenlerin anısına saygı duruşunda olan biteni protesto olarak görenler, gündelik hayatlarında da aynı duygulara ve bakış açısına sahipler. Ankara’da patlamada ölen 102 kişi için ülkemizdeki insanların yüzde kaçının gerçekten üzüldüğünü ve yaşananı vahşet olarak değerlendirdiğini zannediyorsunuz. Ölenler için “Orada ne işleri vardı” düşüncesi ve çok daha fazlasını söylemenin yanı sıra öldükleri iyi oldu diye düşünen insanlardan söz ediyoruz. Benzer durum Fransa’da ölen 129 insan için de geçerli ve onlar da milyonlarca insanı katleden Fransız emperyalizminin ve PKK terörizmini besleyen anlayışın kurbanları. Yıllarca onlar bu coğrafyada ve bizim ülkemizde olan biten karşısında üç maymunu oynadılar diye düşünen milyonlar. Amerikan merkezî araştırma şirketi Pew’in çeşitli Müslüman ülkelerde yaptığı IŞİD sempatisi ile ilgili araştırma bulgularına göre ülkemizde yüzde 8’lik bir kitle bu örgüte sempati duyduğunu beyan ederken, yüzde 19’luk bir kesim bu soruya fikrim yok yanıtını verebiliyor. Böylesi bir örgüt ve yaşananlar üzerine fikrim yok diyenleri de eklediğinizde durum ülkenin dörtte birlik bir kitlesinin olan biteni nasıl gördüğünü göstermiş oluyor.
Dünyaya rezil olma, faşizm, lümpen milliyetçilik gibi ifadeler bu kitlenin umurlarında olmadığı gibi hiçbir biçimde onlara temas bile etmiyor. Aynı ülkede yaşamaya, yüzde doksan dokuzu aynı dine inanmalarına, büyük bir kısmı aynı etnik kökenden gelmelerine rağmen bir ve birarada olabilmesi giderek güçleşen insanların yaşadığı Türkiye. Ortak idealler ve acılar etrafında buluşmada bile ayrışan insanların ülkesinde sağlıklı bir toplum idealinden söz edilemez. Bir tarafta bireyciliğin tavan yaptığı bir bireysellik öte yanda ise içinde yaşadığı cemaatlerin altında kaybolan birey kimliği ve arafta kalanlar. Durum sadece tribünler açısından değil gündelik hayatın her alanı açısından biraz daha karmaşıklaşıyor. Seyredenler olan bitene müdahil olamazlar, arafta kalan kitlenin daha fazla oyuna katılması, şekillendirmede rol alması gerekiyor.